Tevbe ve İstiğfar

“Devamlı günah işleyenlere veyl olsun…”

Sâliklerden olarak günlük hayatımızda tevbe ve istiğfar etmek, her gün yüz defa tevbe ettiğini bize bildiren Resûlullâh’ın sünnetine ve emrine uymaktır.

ياايهاالناس توبوا الى الله واستغفروه فإنى أتوب فى اليوم مائة مرة

“Ey insanlar! Allah’a tevbe edip, O’ndan af dileyiniz. Muhakkak ki ben, günde yüz defa tevbe ederim.”(Müslim, Zikir/42)

Yaşadığımız hayatta iyilerle de kötülerle de karşılaşır, çeşitli sıkıntılarla boğuşur dururuz. Bilerek veya bilmeyerek günahlar işlenir. Kişi sanki bir elbise, herhangi bir giyecek gibi kirlenir durur. Sabun nasıl kirleri temizler ise tevbe de günah kirlerini temizleyip ortadan kaldırır.

التائب من الذنب كمن لا ذنب له

“Günahlardan tevbe eden hiç günah yapmamış gibidir.”(İbn Mâce, Zühd/30; et-Tâc, V, 151; Câmiu’s-Sağîr, I, 134)

Cenâb-ı Allah kullarına merhamet eder. Kendisine ihlâsla açılan elleri, yönelen gönülleri, yer ile gök arasındaki mesafeden daha geniş bir rahmetle kabul eder. Yalnız, bu tevbede samimi olmalı, bir daha o günaha düşmemeye azmetmelidir.

 

Dünyaya mağrur kişi

Tevbeye gel tevbeye

Uçmadan ömrün kuşu

Tevbeye gel tevbeye

 

Yapılan günahlar sırtlarda bir yüktür. Bu yükten kurtulmak tevbe ile olur. Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler insanlığı tevbeye çağırmıştır.

O halde tevbe; günahtan, hatalardan tam bir pişmanlıkla dönerek, bir daha işlemekten vazgeçmektir.

Tevbe, sülûk ehlinin ilk menzilidir, yani temeldir. Onun için tevbe temeli çok sağlam olmalıdır. Tevbe azim ister, ihlâs ister, samimiyet ister, gözyaşı ister.

 

Gönlümde günah işlemeye istek var

Dildeyse gezer tevbe ile istiğfar

Halimle sakalımdan utandım billâh

Affeyle benim şu tevbemi Yâ Gaffâr

 

Dilin tevbe ettiği, gönlün ise günah yapmak istek ve arzusu olduğu halde yapılan tevbelere şeytanlar bile güler.

Cenâb-ı Allah günahkârların tevbe etmelerini, ümitsiz olmamalarını istiyor.

َياأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَصُوحاً

“Ey iman edenler! Nasûh tevbesi ile Allah’a tevbe ediniz.”(Tahrim, 66/8)

Denilebilir ki, tevbe iman makamlarının evvelidir. İnkârda olan imana gelince ilk iş, günahlarına tevbe ettirilmek olur.

Tecdîd-i iman, tecdîd-i nikâh olarak bilinen ve zaman zaman imanların tazelendiği durumlara tevbe ile başlanır. Sekaratta olana (son anlarını yaşayana)tevbe ettirilir ki, imanını kurtarıp muhafaza etsin.

Tevbe; dönme, rucu etme anlamına geldiğine göre Nasûh tevbesi, (tevbe-i Nasûh)ne anlama gelir, denilecek olursa; buna ulema şu şekilde açıklık getirmiştir.

Bunların birincisi; hâlislik, sâfiliktir.

İkincisi de; elbiselerdeki yırtık-sökük gibi yerleri onarmak, bakmak ve tamir etmek anlamındadır. Her iki durumda da mânâ; çok hâlis ve temiz tevbe, eskiyi bırakma, onu yenileme ve kullanışlı hale getirmek olur.

Nereden bakılırsa bakılsın, karşımıza tevbede ve diğer amellerde niyet, samimiyet ve tam bir ihlâs çıkmaktadır. Tevbe aynı zamanda; nasihat verici, bunun sebebiyle de eski yaramaz hallerden dönmek olacağından “nasûh tevbesi” olarak ifade olunmuştur.

“Çok ibret verici ve nasihat edici” demektir.

Bu tevbenin özellikleri, yapılan kötü işlerden tamamen pişmanlık duymak, Allah’a dönmek ve tekrar kulluğuna kabul edilmeyi dilemektir. Günahlar insanların bedeninde yük, kalplerinde simsiyah leke, vicdanlarında ıstırap, üzüntü ve gamdan müteşekkil büyük çirkinliklerdir.

Demek ki nasûh tevbesi; tevbenin de tevbeye muhtaç olmayacağı bir tevbedir. Bunun en güzel anlatımını şu hadiste görüyoruz.

İbnu Merdûye’nin rivayet ettiği hadiste, Muaz İbn Cebel:

“Nasûh tevbesi nedir?” diye sormuşlardı. O da (s.a.s) şöyle demişti:

“Kul, yapmış olduğu günaha öyle tevbe etmeli ve Allah’a (c.c) yaptığı günahlardan öyle pişman olmalıdır. Sağılan sütün memeye tekrar dönmediği gibi…”(Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VII/5127) 

Yine rivayet olunmuştur ki, Hz. Ali gelişigüzel,

اللهم انى استغفرك واتوب اليك”diyerek gayr-i samimi tevbe eden birisinin tevbesini işitince:

“Arkadaş, bak! Dil çabukluğu ile yapılan tevbe, yalancıların tevbesidir.”buyurur. O zat:

“O halde tevbe nedir, nasıl tevbe etmeliyim?”deyince:

“Geçmiş günahlarına tam bir pişmanlıkla tevbe et, mezâlimi reddeyle, hasımlarınla helalleş ve o günahlara bir daha dönmemeye azmet! Nefsini günahlarla büyütüp kabarttığın gibi Allah’a taat ve ibadetlerle erit. Yine nefsine masiyetin tadını tattırdığın gibi taat ve ibadetin zorluk ve acısını tattır.”demiştir.

Şu bilinmelidir ki, emrolunan dinî ölçüler içerisinde yapılan tevbeler mutlaka kabul görür. Bu hususta birçok âyet ve hadis vardır.

إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللَّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَرِيبٍ فَأُوْلَئِكَ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيماً حَكِيماً

“Allah’a göre, şu kimselerin tevbesi makbuldür ki, câhillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler. İşte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”(Nisâ, 4/17)

Ehl-i tarikat veya diğer bir tabirli sofiyye, ehl-i tevbeyi daha ince yorumlar ve öyle uygularlar. Onlara göre tevbenin üç şartı vardır.

Birincisi; tevbe peşinen olmalı, hemen işlenen günahın ardından yapılmalı, ileri tarihe atıp ertelememelidir. Çünkü ölümün ne zaman geleceği belli değildir. Her zaman hazırlıklı bulunmak akıllıca bir iştir. Bunun için:

وعجلوا بالتوبة قبل الفوت

“Ölmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!”sözünü düstur ve prensip edinmişlerdir.

İkincisi; işlenilen günahı derhal terk etmek. Terk etmemek, ara ara işlemek tevbe değildir. Böyle tevbeler kabul bile olunmaz.

Üçüncüsü de; bir daha hiçbir günah işlemeyeceğine azmetmektir.

Bu sebeple, ilahî emirlerden herhangi biri asla terk edilemez. Yasaklananlar da asla yapılmamalıdır. Herhangi bir günah işlendiğinde pişmanlıklar içerisinde gözyaşıyla tevbe etmek esastır. Hatta bu hususta; açık bir alanda, tenha bir mekânda, tevbe namazı da kılarak, başını secdelere koyarak, âdeta gözyaşlarıyla yerleri ıslatarak tevbe edilmelidir.

Eğer yapılan günahta kul hakkına tecavüz ve zulüm varsa tevbeden önce onlarla da mutlaka helalleşmelidir. Helalleşme de dil ile baştan savma olmamalı, karşı tarafın tamamen rızası alınarak kalpten olmalıdır. Kul haklarına çok dikkat edilmelidir.

Vaciplerin terki veya ihmali sebebiyle de tevbe etmek gerekir.

Damlaya damlaya göl olduğu, göllerin de taşıp sel olduğu gibi küçük günahlar da istiğfar edilmediğinde büyük günahlara dönüşür. Büyük günahlar da seller gibi yıkımlara yol açar. İnsan bünyesini tahrip eder. İmanın zayıflayıp elden gitmesine sebep olur.

“Küçük günahlar, küçüklükte kalmaz, büyük günahlara dönüşür.”buyrulmuştur.

Tevbe ihmal olununca, ardı arkası gelmez. Günahlar peş peşe sıralanır durur. O halde tevbe ihmal olunmadan yapılmalıdır.

 

CENÂB-I ALLAH TEVBEYE ÇAĞIRIYOR

Rahmet ve merhametinden, onların tedbirli olmalarını isteyerek, kullarını uyararak ikaz ediyor:

استغفروا ربكم انه كان غفارا

“Günahlarınız için Rabbinize tevbe edin! Zira O, tevbe edenlerin günahlarını çokça mağfiret edendir.”(Nûh, 71/10)

Peygamberler, Nûh (a.s) kavminin hidayet ve kurtuluşa ermesi için didinip durmuştu. Fakat onlar bu ilâhî davete pek aldırış etmediler. Olmadık sıkıntılarla önünü kesmek istediler. Elleriyle kulaklarını, kendisini duymamak için tıkadılar. Bunlar Nûh’un (a.s), Kur’ân’la haber verilen mücadelesidir. O devamla diyordu ki:

“Eğer siz ona günahlardan tevbe ederek dönerseniz, bolluk ve bereket içinde olursunuz. Gökyüzünden şarıl şarıl yağmurlar iner. O, size erkek evlat vererek arkalarınızı kuvvetlendirir, ekinler ve nehirlerle bolluk-bereket içinde olursunuz.” (Nûh, 71/10-12)

Nûh (a.s):

“Ey Rabbim! ‘Siz O’na tevbe ediniz, O Ğaffar’dır’ dedim”(Nûh, 71/10) diyor. Onlar aldırmadılar.

Nûh sûresinde bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki; tevbe edenlere, rızkın bolluğu bereketi yanında, erkek evlat ile teyit etme gibi çok güzel ihsanlar ve nimetler vardır. Tevbe edenler hem dünyada hem de ukbâda kurtuluşa ererler. Bu âyetlerin haber verdiklerinden dün olduğu gibi bugün de istifade edilebilinir. Yeter ki şartlar yerine gelsin.

İşte tevbe etmek böyle bereketlidir, Cenâb-ı Zülcelâl’in lütfuna ermenin kapılarını açar. Kulun günah işlemesinde O’nun gazabı, tevbe etmesinde de rıza ve hoşnutluğu vardır.

Tevbenin maddî-manevî birçok faydaları vardır. Kalpteki, manevî hastalıklara şifadır. Günahların ortadan kalkıp, onların tamamen silinmesine sebeptir. Tevbe ile kalp açılıp ferahlar ve huzursuzluk ortadan kalkar. Bedende hafifleme olur. Talip, kendisini kuş gibi hisseder. Kalp genişler ve saadet ile huzur kalplere dolar.

Tevbede sadık olmak ve bir daha günahlara dönmemek gerekir. Küçük günahlardan sakınmak, onları da işlememek, “Aman ne olacak büyük günah değil ya!” diyerek küçümsememek lazımdır. Nefse ve şeytana uymamaktır. Resûlullâh (s.a.s):

لاصغيرة مع الاصرار ولاكبيرة مع الاستغفار

“Küçük günahları küçümseyerek ısrarla işlemekle küçük olarak kalmaz, büyük olurlar. Büyük günahlara da istiğfar etmekle büyük kalmazlar, mahvolurlar.”(Deylemî, İbn Abbas’tan rivayet etmiştir. Fakat senedi zayıftır.)

Tevbe ve istiğfar edenler Hakk’a yakın olur ve şeytan onları asla aldatamaz. Min tarafillâh/Allah tarafından, gamları kederleri zâil olur. Neşe ve sevince munkalib/dönüşmüş olur.

“Tevbe edenleri, Allah bağışlar.”(İsrâ, 17/25)

 

ÜÇ ÇEŞİT TEVBE VARDIR

Söz sahibi ulemâ, tevbenin üç çeşit olduğunu belirtirler. Bunları sırasına göre belirtecek olursak, şöyle deriz:

1. Avamın Tevbesi

Bu tevbe kötü fiillerden ve günahlardan vazgeçip, Kur’ân ve sünnetin emrettiği her türlü hayr u hasenâta dönmek, onları işleyip yapmaktır. Niyet de bu hususta mühim olmakla birlikte, o hayrı yapmak, fiil haline dönüştürmek gerekir.

2. Havassın Tevbesi

Bu seçkin kişiler, avam gibi değillerdir. Onlar, ufak-tefek; “zelle” denilen ayak kaymalarından veya dil sürçmelerinden tevbekâr olurlar. Mümkün olduğu kadar zamanlarını Cenâb-ı Allah’ı anmakla geçirdikleri için, O’nsuz geçirdikleri zamanlarına veya geçici gafletlerine tevbe ederler.

3. Havassu’l-Havassın Tevbesi

En üst düzeyde olan tevbe bu tevbedir. Bunu ancak mütekâmiller yaparlar.

 

TEVBENİN ZAMANI VE MİKTARI

Daha doğrusu, ne zamana kadar tevbe edilmelidir?

Şüphesiz ki her gün ve ölünceye kadar tevbe gereklidir. Kıyamete kadar da tevbe kapısı açıktır. Miktarına gelince, bize örnek Resûlullâh’tır. Tevbe hususunda iki ayrı hadis var.

Bunlar şöyledir:

Birinci hadis, Ebû Hüreyre’den olanıdır ki, şöyledir:

“Allah’a kasem ederim ki, ben Allah’a günde yetmiş defadan fazla tevbe ve istiğfar ediyorum.”(Buhârî, Deavât/3; Tirmizî, Tefsir/47; İbn Mâce, Edeb/57)

Diğeri de Eğarr b. Yesar el-Müzenî’den rivayet edilmiştir.

“Ey insanlar! Allah’a tevbe ve istiğfar ediniz, ben günde yüz kere tevbe ediyorum.”(Riyâzu’s-Sâlihîn, I, 18-19. Hadis no: 13-14; Müslim, Zikir/42)

Tevbenin miktarı hususundaki bu iki rivayeti de telif ederek diyoruz ki, bunun sayısı en az yüz olmalıdır.

Sâlik, bu ölçülere uyarak tevbe ve istiğfarını yapar. Unutulmamalıdır ki, tevbe ve istiğfar aydınlıktır. Nasıl ki günâhlar zulüm ve karanlık ise bu şekilde yapılan tevbe-istiğfarın sonunda:

استغفر الله العظيم الكريم الذى لااله الاهو الحى القيوم ونتوب اليه ونسئله التوبة والمغفرة والهداية لنا انه هوالتواب الرحيم

Bununla Cenâb-ı Allah’tan affını diler.

 

TEVBE VE TECDÎD-İ İMAN

İmanı yenileme anlamındadır. Kulluk hali olur ki, küfrü mucip bir söz ağızlardan çıkar veya bir fiil irtikâp edilmiş olabilir. Bu durumda iman gider, nikâh da derhal düşer. Böyle durumlarda iman tecdîd edilmelidir. Yenilenmediği takdirde, hiçbir amelin Allah katında değeri yoktur. Zevcesinden de boşanmış olur. Her türlü muamele haram hükmüne girer.

O halde ne yapmalı? Dikkat edip böyle durumlara düşülmemelidir. Eğer olursa iman ve nikâh yenilenmelidir.

Hangi davranışlar, sözler, fiiller mü’mini küfre düşürür, bu ayrı bir konudur ve çok hassas da bir mevzudur. Akaid kitaplarında buna ait malumat vardır. Onların da öğrenilmesi mutlaka lazımdır.

Burada şunu söylemek lâzımdır ki, dinî emir ve yasakların inkârı küfre götürdüğü gibi onları alay ve istihza konusu yapmak, hafife almak da küfrün ta kendisidir.

Resûlullâh’ın sünnetleri de aynıdır. Yani onlar da hafife alınamaz, eğlence konusu yapılamaz. Burada şu ayrıntıyı da belirtmekte fayda vardır. O da; inkâr etmek, hafife almak küfürdür, fakat bunlar olmadan tembellik veya başka sebeplerle yapmamak veya yapamamak küfür addolunamaz. Bu durum inkâr değil günahkâr olma halidir. O halin ortadan kalkması tevbe-istiğfara ve bunların kabulüne bağlıdır.

 

TEVBE HAKKINDA RESÛLULLÂH’IN HADİSLERİ

Resûlullâh, tebliğ ve irşad durumu itibariyle kimsenin günah işlememesini, işledikleri takdirde onların derhal tevbe-istiğfar etmelerini emir ve tavsiye etmiştir. Zaman zaman da, ısrarlı olan ve tevbe etmeyenlerin cezalarının şiddetli olacağını haber vermiştir.

فويل للمصرين...

“Devamlı günah işleyenlere veyl olsun…”

Burada müthiş bir tehdit var. Veyl, burada iki ayrı mânâ taşımaktadır. Birincisi yazıklar olsun, ikincisi de ısrarla günah işleyenler cehennemin “veyl vadisinde” olacaklardır.

Günah işleyip tevbe edenleri bu içine almaz, onlar affedilmiş olur ve kurtulurlar. Bir haramı terk etmeyen, geçici dünya zevklerine kapılıp inkâra devam edenler veya inkâr etmedikleri halde işleyip işleyip de öte âleme öyle gidenler mutlaka o korkunç azapları göreceklerdir.

El-iyâzu billâh / Allah’a sığınırız…

Hidayet Allah’ın bir lütfudur. O, hidayet verirse ne alâ… Eğer vermez ise elden bir şey gelmiyor. Resûller, nebiler hep inkârcıları kurtarmak için uğraşmışlar, fakat çok azı inanmıştır. Hz. Nuh onlardan biridir. Kur’ân-ı Kerim, onun acıklı hikâyesini haber veriyor.

Bütün canlılar helâk olacak, gemiye binenler müstesna, diye oğluna:

“Gel, bizimle gemiye bin ki kurtulasın” denildiğinde kabul etmemiş; uzun boyunu, yüksek dağları kurtarıcı olarak görmüştür. Bu olay çok acıklıdır. Bir tarafta karadan yavaş yavaş ayrılan gemi. Gemidekilerle, geminin kaptanı Hz. Nuh, yavaş yavaş yeryüzünü kaplamaya başlayan sular…

Kaptan, gemiden ellerini onu yakalayıp kucaklarcasına açmış ve yalvaran Allah elçisi bir baba…

يا بنى اركب معنا

“Ey oğulcuğum, (yalvarıyorum) gel bizimle gemiye bin!”(Hûd, 11/42)Malum sonuç. Üzülen Peygamber, teselli eden Cenâb-ı Allah.

“O benim ehlimdendir.”diyen Nuh’a tek cevap,

“O senin ehlinden değildir.”(Hûd, 11/46)

Bu, aynı kaderi paylaşan, iman gemisine binmeyen bütün babalar ve annelerin de evladınadır.

Bilmem yeri midir ama okuyucularım beni mazur görsünler. “Böyle de yazılır mı, ciddi bir yazıda bu da olur mu, demesinler” diyor, itiraz beyan ediyor ve şu olayı da burada anlatmak istiyorum.

Bu, kitaplarda yazılı olan bir hadisedir. Denilir ki;

Tufan hadisesinde, şeytan da geminin bir kenarına ilişmiş, Hz. Nuh’la konuşuyor ve soruyor:

“Bugün hayvanlar da ölecek öyle mi? Hâlbuki onların hiçbir günahları yoktu.”

Nuh, bu halde iken o da tevbe eder de kurtulur tarzında bir ümide kapılır. Cenâb-ı Allah’a müracaat eder, tevbe eder;

“Emrim gereği Âdem’e secde ederse olur” mahiyetinde bir işarete muttali olur ve şeytana bu durum bildirilir. O da:

“Ben, Âdem’in ölüsüne secde etmedim, dirisine hiç secde eder miyim?” tarzında cevap vermekle tevbe gemisini kaçırmıştır. Demek ki bu istiğfar gemisi önemlidir.

Resûlullâh’ın yapıp bize de yapmasını öğrettiği ve örnek olduğu şekilde tevbeye sarılmak lazımdır.


Abdullah DEMİRCİOĞLU diğer yazıları