Diyalog
Ehl-i kitabı tasdik etmeyiniz, tekzib de etmeyiniz. Aksine, ‘Musa’ya ve İsa’ya inenin aslına iman ettik’ deyiniz.
Abdullah Demircioğlu, Zaman Yaklaşıyor, Eskişehir 2012.
Son bir kaç senedir, diyalog meselesi ortaya atılmıştır. Bu kelime aslında bize yabancıdır. Latince asıllı olsa gerek, ama diğer dillerde de kullanıldığını görmekteyiz.
Fransızcada “La dialogue” olarak kullanılır. Sorulu-cevaplı karşılıklı konuşma, anlamına gelmektedir. Bizde ise; muhâdese ve mukâleme olarak Arapçadan alınarak yıllarca kullanılmıştır.
Son zamanlarda İslâm dininde ne kusur ve ne hata görmüş ya da bulmuşlarsa, diyalog yoluyla bu mübarek dinde herhalde reform yapmak amacıyla bazı kimseler faaliyet gösteriyorlar. Kur’ân diyor ki:
“Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetlerimi tamamladım ve din olarak size İslâm’ı seçtim ve ondan razı oldum.” (Mâide, 3)
İnanma hürriyeti vardır. İsteyen istediği dini seçebilir. Nitekim de seçiyor. Ancak yüce Peygamber (s.a.s):
“Her doğan İslâm fıtratı üzerine doğar.”(Buhârî, Cenâiz/79)buyuruyor.
İslâm’ın kendisi zaten barıştır. Sulh ve selamet içinde yaşamaktır. Ayet ve hadislere baktığımızda bunu kolayca anlarız. Ama “sulh ve selamet dinidir” diye bu mübarek ve son dinin esaslarını değiştirmeye kimsenin hakkı yoktur.
“Dinler arası diyalog”tabiri de yanlıştır. İki bakımdan yanlıştır.
Bir defa İslâm, gelmekle bütün ilahî dinleri lağvetmiştir.
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i ‘İmrân, 19),
“Kim ondan başka bir din ararsa, o asla kabul olunmaz. Onlar ahirette de hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Âl-i ‘İmrân, 85)
İkincisi; asılları ilahî din olmakla beraber, kitaplarının mürekkebi kurumadan, Peygamberleri daha hayatta iken bu ilahî dinler sarsıntılar geçirmişlerdir. Düşünün ki Hz. Musa, ilahî emir gereği Tûr Dağı’na çıkmış da, Sâmirî adındaki bir kuyumcu bunu fırsat bilerek nasıl insanları saptırmış. “İnandık” diyen bir sürü yahudi “Göklerden bize mükellef sofralar indir, ey Musa!” diye talepte bulunmuş.
Ya Hıristiyanlık… O da Yahudilikten pek farklı değildir. Kendilerine “havârî” denilen on iki kişi Hz. İsa’ya inanmış, aralarından Paulos jurnalleyince de Hz. İsa göğe yükseltilmiştir.
Görüldüğü gibi daha İslâm gelmeden, kitap verilmiş bu peygamberlerin getirdikleri dinler bozulmuş, munkariz olmuştur. Bugün, dün de olduğu gibi onlar, ilahî vasfını kaybetmiş dinleri için‘ille de bizim dinimiz, biz başkasına inanmayız’ diyorlar. Evet, inanma serbestliği var. İslâm, kimseye ‘kılıç gücüyle inanacaksın’ demiyor.
Peygamber (s.a.s) buyuruyor ki:
“Ehl-i kitabı tasdik etmeyiniz, tekzib de etmeyiniz. Aksine, ‘Musa’ya ve İsa’ya inenin aslına iman ettik’ deyiniz.”(Buhârî, Şehâdât/24, İ’tisam/25; Ebû Dâvûd, İlm/2; İbn Hanbel, Müsned, IV, 136)
İslâm, işte bu güzel emirlerle donatılmıştır. Biz bütün ilahî dinlere ve bu dinlerin peygamberlerine inanırız. Bu, âmetünün de esaslarındandır.
Eğer diyalog; konuşalım, görüşelim, birbirimizle savaşmayalım, birbirimizi incitmeyelim, anlaşalım, dünyanın nimetlerinden kardeşçe paylaşalım, istifade edelim, zulme razı olmayalım, ayırımcılık yapmayalım gibi güzel şeyler ise İslâm’ın emirleri de budur. Asıl itibarıyla bütün ilahî dinler de bu hükümlerle gelmişlerdir. İslâm, bu çağrıyı geldiği anda yaptı ve onun bu daveti kıyamete kadar da devam edecektir. Cenâb-ı Allah buyuruyor ki:
“Ey Ehl-i Kitab! Sizinle bizim aramızda müsavi olan; Allah’tan başkasına kulluk etmemek ve ona şirk koşmamak hususunda bir araya gelelim.”(Âli ‘İmrân, 64)
İşte davet bu… Cenâb-ı Allah bu daveti, Peygamberi (a.s) daha hayatta iken yaptı, ama uyan olmadı. “Yahudilerden bana on kişi iman etseydi, bütün yahudiler iman ederdi.” (Buhârî, Kitabu Menâkıbi’l-Ensâr/51; Müslim, Kitabu Sıfatu’l-Munafikin/3; İbn Hanbel, Müsned, I, 150 vd) buyurdu.
O’nun üzüntüsü büyüktü ama yahudilerden sadece yedi-sekiz kişi iman etti. Demek oluyor ki Peygamber (s.a.s), ilahî din mensuplarına inançları üzerinde baskı kurarak “iman edeceksiniz!” şeklinde bir şiddet uygulamamıştır. Tolerans göstermiştir ama onların bozuk inançlarını da asla tasvib etmemiştir.
Eğer diyalog; huzura kavuşmak, konuşup tartışıp doğrularda bir araya gelmekse ne güzel! Ancak bu diyalogcular, diyalog adı altında, Hz. Peygamber’in (s.a.s) bazı hal ve hareketlerinden manalar çıkararak, kendilerini meşru göstermeye çalışıyorlar. Şöyle deniliyor;
Güya Hz. Peygamber (s.a.s), ibadet maksadıyla yer göstermesini talep eden gayr-i müslimlere kendi mescidinden bir bölüm tahsis etmiştir. Bu ne büyük bir gaflet ve yanlıştır! Gerçekte Peygamber (s.a.s), bozuk da olsa her inanç mensubuyla konuşmuş, görüşmüş ve onları İslâm’a çağırmıştır. Ama o, kendi mescidinin içinde veya yanında, bir kilisenin açılmasına, orada ayin yapılmasına, bir havranın icra-i faaliyette bulunmasına nasıl müsaade edebilir? Yapacaklarsa başka yerlerde yapsınlar, Allah’ın arşı geniş değil mi? Mescidin içinde yahudilerden veya hıristiyanlardan bir cemaat kendi inançları doğrultusunda ayin yapacak ve bu müsaade de Hz. Peygamber’den çıkacak, bu nasıl olur? Bunda büyük bir yanlışlık vardır. Böyle bir olay yoktur. Söyleniyorsa da kesinlikle uydurmadır, yalandır. Evvelâ, maazallah küfre rızadır bu. Peygamberlerin masumiyet sıfatına aykırıdır. Diğer taraftan, Hz. Peygamberin gelişine ve Kitâb’ın inişine de tamamen terstir.
“Ben insanlar ‘Lailahe illallah’ deyinceye kadar, onlarla uğraşmakla emrolundum!” (Buhârî, İmân/17; Müslim, İmân/22, 41; Tirmizî, İmân/1-2) diyen bir Peygamberin mübarek sözüne de terstir.
Ben olsam kendime sorarım:
* Rabbimle, Peygamberimle, Kitâbımla ve müslümanlarla diyalogum var mıdır ve nasıldır?
* Kendi aralarında diyalog sağlayamayanların başkalarıyla diyalog kurması ne demektir?
* Benim dinim diyalogu geniş anlamıyla; dağlarla, taşlarla, ağaçlarla ve kuşlarla kurmayı emretmiştir. Kendi öz benliğiyle diyalogu emretmiştir. Kıyamet koparken bir fidanı dikmeyi, hayvanlara bile iyi muamele etmeyi emretmiştir. Geniş anlamda diyalog bunlar olmalı değil midir? Selamlaşma bir diyalogdur. Belki diyalogların en güçlüsüdür. Yardımlaşma bir diyalogdur.
* Diyalogun mutlaka dil ile mi olması lazımdır? Belki kalp ile belki hal ile ve belki de davranışlarla olan diyaloglar, diyalogların en iyisidir, en güzelidir.
* 73 fırkaya ayrılmış bir ümmetin, “fırka-i nâciye” olarak kurtulan tek fırkasının bile birlik ve bütünlüğü söz konusu değilken, öncelikle kendisi dışındakilerle uyum sağlamaya çalışması ne kadar gariptir!
Hülasa; din baştan aşağı diyalogdur. Namaz, hayr u hasanetlar, zekât, iyi amellere teşvik edişler, hac ve oruç emirleri ile Kur’ân-ı Kerim ve hadislerdeki diğer emir ve yasaklar kulun Yaradan’ı ve öteki yaratılmışlarla olan birer diyalogu değil midir? Peygamberler, ümmetleriyle hep diyalog halinde olmuşlardır. Onlarda “hadis” kavramı kullanılırdı. Diyalog kelimesi, o hadislerin yanında anlamsız kalır.
Şu hadis-i şerife bakınız.
“Cibril Hadisi”hem eğitici ve hem de öğreticidir. Karşılıklı soru-cevap… Soran Cebrail (a.s), cevap veren Hz. Peygamber (s.a.s). Son sözü:
“O, Cebrail’di. Size dininizi öğretmek için gelmiştir.”(Buhârî, İmân/37; Müslim, İmân/1; İbn Mâce, Mukaddime/6) oldu.
Karşılıklı konuşmalarda bir fayda, bir öğretme ve doğruya yönelme yoksa neye yarar? Bu öğrenme doğrular hakkında olacaktır, yanlışlar değil. Şu manada bir diyalog olamaz.
“Siz bizim eğrilerimizi kabul edin, bayrağınıza basın, biz sizin doğrularınızı kabul etmeyiz.”
Peygamber (s.a.s), zamanın devlet reislerine mektuplar yazdı, onları İslâm’a çağırdı. Bu mektupların hepsinde de, İslâm’a davet vardır. Mektuplara baktığımızda, Besmele ile başlanır sonunda ise (Fe eslim teslim / Müslüman ol ki kurtulasın) daveti yapılır.
O halde davet müslümanlardan oluyorsa, bu ‘Risâle-i Peygamber / Peygamberimizin mektupları’ örnek alınmalı, karşı taraftan geliyorsa İslâm’ın emrettikleri ne ise onlardan taviz verilmemelidir.
Abdullah DEMİRCİOĞLU diğer yazıları
- 09 Aralık 2023 METÂ NASRULLAH
- 15 Temmuz 2023 Nasuh Tevbesi
- 19 Ocak 2023 Tasavvufta Rabıta ve Uyarılar
- 11 Eylul 2022 Şerefli Üç Mekan
- 11 Eylul 2022 Tasavvuf Demirden Leblebidir – Kürsüden Kaleme
- 04 Nisan 2022 Tevbe ve İstiğfar
- 01 Aralık 2021 Dünya ve Ahiret Bereketi
- 08 Haziran 2021 Küfür ve Dalalet
- 08 Şubat 2021 Hicret, Ama Nereye?
- 18 Ekim 2020 Tasavvufi Hayat ve Allah Dostlarından Örnekler
- 26 Nisan 2020 Korona Virüs Üzerine
- 28 Ocak 2020 Kerb-i Azîm
- 28 Eylul 2019 Onların Sözleri
- 29 Nisan 2019 Şahadet ve Namaz
- 09 Mart 2018 Bir Gün Gelecek…
- 29 Ekim 2017 Tasavvuf Yolunu Tuttum Giderim
- 29 Ekim 2017 Doğru ve Sağlam İtikad
- 17 Temmuz 2017 Dua Üzerine
- 23 Şubat 2017 Kandiller ve Hadiselere Bakış
- 23 Şubat 2017 Bütün Müslümanlar, Bütün Maneviyat Erleri, Kardeşlerim
- 26 Ekim 2016 Zaman Gelecek ki…
- 09 Mart 2016 Emaneti Yüklenmek
- 31 Ocak 2016 Beşeriyetin İhtiyaçları; İlim ve Kur’ân-ı Kerîm
- 31 Ekim 2015 Bir Hadîs-i Şerîf Üzerine
- 30 Temmuz 2015 Şehr-i Ramazan
- 28 Şubat 2015 Rabıtanın Mahiyeti?
- 16 Kasım 2014 Kul Hakları
- 03 Haziran 2014 Mekke Ve Medine’nin Fazileti
- 09 Şubat 2014 Doğru Söylediyse Kurtuldu
- 17 Eylul 2013 Biz Neredeyiz?
- 25 Mayıs 2013 İlim Üzerine
- 16 Şubat 2013 Temel İki Kaynak
- 03 Kasım 2012 Dinî Hassasiyet
- 11 Ağustos 2012 Kur’ân ve Sünnet’te Veli Kavramı
- 11 Mart 2012 O’ndan Af Dileyiniz!
- 29 Aralık 2011 Zikrullâhın Feyz ve Bereketleri
- 06 Ekim 2011 Hasb-i Hâl / İntibalarım
- 05 Ekim 2011 Kurban İbadeti ve Bayramı
- 28 Haziran 2011 Üç Aylar ve Oruç
- 15 Nisan 2011 Kutlu Doğum ve Kaside-i Bür`e
- 26 Şubat 2011 Hayat Veren Davet
- 25 Aralık 2010 Zamânı Durdurun
- 25 Aralık 2010 Mâ ‘Adette Lehâ
- 12 Ekim 2010 Eğitim ve Öğretim Yılı Münasebetiyle
- 08 Ağustos 2010 Rahmet ve Mağfiret Ayı
- 22 Temmuz 2010 Dört Unsur
- 22 Temmuz 2010 Ne Olurdu
- 04 Nisan 2010 Hz. Peygamber´in Yüksek Ahlâkı