Dinî Hassasiyet

Namazsız, oruçsuz bir gençlik gelmiş de haberimiz yok...

19 Ağustos Pazar günü kılınan bayram namazıyla, Ramazan ayına veda etmiş bulunuyoruz. Cenâb-ı Allah, gelecek Ramazanlara sıhhat, âfiyet içerisinde kavuşmayı nasip eylesin.

Durumum itibariyle hareket halinde olan ben, yurdumuz genelinde Ramazan ayı içerisinde gördüğüm aksaklıkları tekrar edilmemesi dileğiyle ibret-i âlem olsun diye bu yazımda kaleme aldım.

Ramazana saygı, geçmişe göre alabildiğince azalmış. Çarşılarda, pazarlarda, yollarda alenen oruç tutmayanlar var. Mazeretli-mazeretsiz onu bilemem ama bildiğim bir şey varsa, -mazereti şer-i şerife göre uygun olsa bile- böyle açıktan açığa hele hele karşısındakilerin yüzlerine sigara dumanlarını üfleyerek saygısız olanlara ne kadar acınsa yeridir. İman sahibi bir kişi böyle yapamaz ve yapmamalıdır. Bilinmeli ki özürsüz olarak bu mübarek aydan bir gün oruç tutmayan, senenin tamamını tutmuş olsa, o bir günün yerini tutmayacaktır. (Buhârî, Savm/29; Tirmizî, Savm/27)

Çok yazık, binlerce yazıklar olsun!

Oruca kimin ihtiyacı var?

Oruç; sıhhat, bereket, fazilet değil midir?

Onun ecrinin Mevlâ tarafından hesapsız verileceği bilinmez mi?

Allah’a (c.c) isyan edip oruçlu müslümanlar yanında gerine gerine gösteriş yapanlar, bu davranışlarıyla, onların bu acı durumlarına sabredenlere meleklerin dua ettiklerini bilmelidirler. Alenen yiyip-içerek oruç tutmadığını gösteren kişinin yanında bulunan oruçluya melekler salat ederler. Burada salattan kasıt, meleklerin duaları ve o kişi için istiğfar etmeleridir. Oruçluyuz… Yanımızda, sağımızda, solumuzda yiyen-içenlere “oruç tutmuyorlar” diye üzülüyoruz. Öte taraftan meleklerin dua ve istiğfarlarını kazanıyoruz, ne büyük mutluluk değil mi? Üzüntümüze, bizim oruçlu halde iken iştahımızı, yeme-içme arzumuzu kamçılayan hareketlerine karşılık, ötelerden gelen ilâhî destekli meleklerin duaları… Mü’min kardeşim, bütün bunlar bizlere yetmez mi?Kendi memleketimin insanları böyle durumlarda iken bizler kalkıyoruz, Kaptan Causteau müslüman oldu, Roger Garaudy müslümanlığı kabul etti diye diye övünüyor ve reklam yapıyoruz. Tabii ki biz zahire bakarız, Cenâb-ı Allah serâiri (gizli sırları) bilir.Biz müslümanlar iyi yaygara kopardık. Neticede ne oldu? Birinin vasiyetinde, hıristiyan mezarlığına defnedilmesi çıktı. Diğeri ise “Beni yakın, küllerimi de Akdeniz’in sularına savurun.” diye vasiyet etti.İsmini bile değiştirmeye lüzum görmeyen, ateistliğin kitabını yazan, dünyaca maruf Garaudy! Seninle –kısa da olsa- Gent Üniversitesi’nde tertiplediğimiz konferansa Fransa’dan icabet etmiştiniz. Gent istasyonunda karşılayıp, alıp götürmek için gidildiğinde –nedendir bilinmez- seni orada bulamamıştık. Bir de baktık ki, sen Ibis otelin lobisindesin. Ne ise hoşbeş, konferanslar, İH-VAK’da (İslâm’a Hizmet Vakfı) yemek ve kahvaltıda beraber olmalar… Sonra ayrılış. Şu anda dünyadan da ayrılmış bulunuyorsun. Ne halde olduğunu Cenâb-ı Allah’tan başka kim bilir?

“Kabirlerde bulunanlar, dirilip dışarı atıldığı, kalplerde ve gönüllerde olanlar ortaya konduğu vakit düşünmez mi o insan! Acaba hali nice olur! Şüphesiz Rableri o gün onların her halini bilir.” (Âdiyât, 100/9-10-11)

“Ölülerinizi hayırla yâd ediniz.” (Nesâî, Cenâiz, 51; Tirmizî, Cenâiz, 24; Ebû Davud, Edeb, 50) buyrulurken mü’minlerinki ile mü’min olmayanlarınki ayırt edilmemiştir.

Bu zafiyet müslümanlarda hep olagelmiştir. Gençlik yıllarımdan hatırlarım; camide bir asker, bir müdür vb. kişileri saflarımız arasında görsem son derece sevinirdim. Adeta içim içime sığmazdı. Osmanlılardan bu tarafa öyle bir darbe vurdular ki dine, devlet ricalini camilerimizde göremez olmuştuk.

Birkaç ay önce ağırlığı tasavvuf ve özellikle bazı meşayıhları konu edinen bir tercüme kitap okumuştum.  Orada merhum bir mürşidin, mensubu bulunduğu yolun tanıtımının Avrupa’da yapılacağını beklemesi beni ne kadar çok düşündürmüş ve etkilemişti. Kendisini rahmetle anmak, Cenâb-ı Allah’tan sırrını takdis etmesini dilemek ve şefaatlerini ummaktan başka ne diyebiliriz! Öyle ki mevzu kitapta bahsedilen yazarın müslüman olduğunu ve kendisine de mürid olup inâbe aldığını zannediyordu. Kaldı ki bu zat kitabın muhtelif yerlerinde asla müslüman olmadığını, Osmanlılarda dini ve tasavvufî hayatın nasıl olduğunu incelemek üzere bir araştırma yaptığını, Avusturyalı olduğunu yazıyordu.

Her ne ise konumuza dönecek olursak deriz ki; kendi ülkemizde müslümanlık elden gidiyor, neslimiz İslâm’a yabancılaşıyor, namazsız, oruçsuz bir gençlik gelmiş de haberimiz yok. Öyle ki yatsı ezanı okunuyor, bir köyde bir beldede çaylarınızı beraberce yudumladığınız masalarda bir kıpırdama yok. Oturup duruyorlar. Allah sonumuzu hayr eylesin. Ortada bir eksiklik var. “Sizden iyiliği emreden, kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun!” (Âl-i İmrân, 3/104) ilahi emri ne kadar uygulanıyor, sorusu akla geliyor.

Arkasında teravih kıldığımız imam, ومكروا ومكر الله والله خير المكرين / Onlar hile yaptılar ve Allah da onların hilelerini boşa çıkardı.” (Âl-i İmrân, 3/54) âyetinde ikinci “vav”ı okumuyor. Ya unutmuş veya öyle ezberlemiş. İki durum da fecaat.  Tam arkasında bu yanlışlığı namazdan sonra hatırlatıp düzeltmeye çalışan S. Arabistanlı turistin ne dediğini anlayamayan imam, aynı yanlışı devamıyla okuyup geçen görevli, süratle ayrılıp camiden çıkıyor.

Hal böyle, bir Ramazan da böyle gelip geçti. Daha çok söylenecekler vardı. Bu kadarla iktifa edelim.

Ramazan ayında oruçlu hassas bir dönemden geçer. Şeytanların demir zincirlerle bağlandığı bu dönemde, davranış ve tavırlarıyla erkek-kadın şeytanın askerleri günah sahnesinde yer alır. Oruçluya sataşmalar, laf atmalar, incitici sözler sarf etmekle ortalarda dolaşıp dururlar. Oruçlu; avamın, havassın ve havassu’l-havassın oruçlarından birini kazanmak istiyorsa –ki mutlaka böyle olmalıdır-, kâinatın Hâlık’ına ait الصوم لى وانا اجزى به (es-savmu lî ve ene eczî bihî) / Oruç benim içindir ve onun mükâfatını ben vereceğim” ecrini tastamam elde edebilmek için her türlü olumsuz hareketlere karşı çevresindekilere sözü şu olmalıdır:

BEN ORUÇLUYUM!

Anasından doğmuş gibi memleketine avdet etmek isteyen hacı namzedi de aynı terazide tartılmaktadır. Allah için hacceder, kimseye sövmez, sataşmaz, kimse ile kavga etmezse رجع كيوم ولدته امه / Anasından doğmuş olduğu günkü gibi temiz, pak, günahsız olarak memleketine döneceğini biliyor muydunuz?


Abdullah DEMİRCİOĞLU diğer yazıları