02 Aralık 2024
METÂ NASRULLAH

"Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır." ( Bakara,214)

Allah’ın (c.c) yardımı ne zaman? Yazımın başlığında olan bu kelâm bir âyettir. Geçmişte Müslümanlar, inandıkları için çok sıkıntılar çektiler. Hor, hakir görüldüler, alay edildiler. Atalarımızın dinini, yolunu yâni dinsizliklerini boş olan ve hiçbir kıymeti olmayan şeyleri asla terk etmeyiz, dediler. Başta Peygamberler ve onlara inananlar çok eziyetler çektiler. Ama onlar, imanlarından dönmediler, sabrettiler. Peygamberlerine karşı gelen toplumlar hepsi de gelip geçtiler. Kim bilir kaç asırlar geçmiştir, hepsi toprak altında beklemekteler. Kâfirlerin, zâlimlerin, müşriklerin cehennem çukurlarından bir çukur veyahut “HUFRETUN MİN HUFERİN-NİRAN” olan kabirlerinde bekleyiş, kolay bir bekleyiş değildir. O âlemin bir günü elli bin sene eden dünya gününe göre hesaplayacak olursanız, azabın korkunçluğu ortaya çıkar. Âyette gün olarak geçer. Dünya günü gece ile birlikte hesaplanırsa 24 saatten ibaret olur. Yaz ve kış aylarına göre geceler gündüzlerin saatleri değişir ve böyle devam edip gider. Rabbimiz, dünya nizamını böyle koymuştur ve O’nun koyduğu nizamda (SÜNNETULLAH) asla değişiklik yoktur. Her şeyi bir ölçü dahilinde yaratmıştır. Hal böyle olunca âyette geçen günü ortalama on iki saat alacak olursanız, kâfirlere verilecek azap katlanır gider. Her ne ise o ayrı bir konudur. Benim belirtmek istediğim şey şudur ki, orada vay kâfirlerin hallerine! Mezarda senelerden beri azap altında bekleyip dururlar. Âhiretteki durumları daha da korkunç olacaktır. Rabbimiz; imandan, Kur’an’dan, İslâm’dan bizi uzaklaştırmasın! Birazını burada anlatmaya çalıştığımız durumu, tekrar ederek diyorum ki dalâlette olmak, isyan etmek, Peygamberlere karşı gelmek, inananlara eziyet yapmak, zulmetmek karşılıksız kalmayacaktır. Böylelerini bekleyen müthiş bir azap vardır. İslâmiyet’in ilk dönemlerinde de Müslümanlar çok işkence görüyorlardı. Resulullah, tebliğ vazifesinde karşılaştığı sıkıntılardan dolayı, Mekke’nin o kızgın sıcağında Kâbe’nin gölgesinde oturuyorlardı. O esnada müşriklerden eziyet gören birkaç sahabe geldiler. Perişan bir haldeydiler. Ve (ELÂ TED’Û LENÂ) “Ne olur, bize duâ eyle!” dediler, yardım istediler. O da şöyle buyurdular;” Sizden önceki inananların başına gelenler, sizin başınıza gelmemiştir. Onlar, canlı canlı, derileri yüzülür, demir taraklarla vücutları lime lime yapılırdı da onlar imanlarından vaz geçmezlerdi.” Ve devamla “Öyle bir emniyet ve sükûnet dönemi gelecek ki kuzu, kurttan korkmadan Hadramevt’e kadar yolculuk yapacaktır. Fakat sizler çok acele ediyorsunuz.”

Onun verdiği bu müjde, bir müddet sonra İslâmiyet’in Arabistan’a hâkim olmasının ardından hemen gerçekleşmiştir. Fakat, bu emniyet, dünyayı fesada veren, toprağı, havayı bozanlar tarafından zaman zaman ihlal edilmekte, denizlerde ve karada bozulma alıp başını gitmektedir. Her zaman yazıp, söyleyip ifade etmişimdir ki Resulullah’ın (s.a.v) hadislerinin hepsi mucizelerden ibarettir. O, kıyâmeti haber verirken şöyle buyuruyor: “Kıyâmet öncesi altı şeyi say: Benim ölümüm, Beyt-i Makdis’in fethi, sonra koyunların kuası gibi sayısız ölüm hadiseleri…olacaktır.[1] Beyt-i Makdis’in fethinden haber veriliyor. Hadiste koyunun kuası ifadesiyle kastedilmek istenen husus şudur; koyunların boğazlarında meydana gelen bir hastalıktır. Koyunları telef eden ağrılı, feci bir hastalıktır. Burada, bir benzetme (teşbih) vardır. Böyle musibet ve amansız bir hastalıktan insanlar ölür giderler.

Beyt-i Makdis’in fethi gibi Resulullah Efendimiz, başka yerlerin fethinden, meselâ Roma’nın fethinden de haber vermişlerdir. İstanbul’un fethinden de “İstanbul, mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel bir emir, onun askeri de ne güzel bir askerdir.” buyurmuşlardır. Yine İstanbul hakkında, diğer bir hadis vardır ki o da “İki bahr (deniz) arasında bir şehir vardır ki, iki defa fethedilir. Biri kılıçla, bir tekbirledir.” Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Onun bildirdiği kimseler ki, Peygamberler ancak bilebilirler. Peygamberlerden başka veli kullarına da bildirmiş olabilir. Bu da ilham yoluyla onların kalplerine ilka etmekle olur. Buna evliyanın kerâmeti denilir. Evliyanın kerâmeti de haktır, inkâr olunamaz. Kur’ân-ı Kerim’de, hadis-i şeriflerde bunlara işaret vardır

Şu, inkâr edilmeyen bir gerçektir ki, elçi olarak gönderdiği Resulünün sözlerini hiçbir zaman boş bırakmaz. Er veya geç, zamanı gelince haber verilenler gerçekleşir. Buradan Kudüs’ün fethi ile bağlantı kurarak şunu demek mümkündür: Kudüs-i Şerif, bilinen tarihî seyri itibariyle Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında fethedilmiş, sonra da Selahaddin Eyyûbî devrinde fetih gerçekleşmiştir. Görünen odur ki lânetli millet yahudilerin işgali altında olan Kudüs, yeni bir fetih daha beklemektedir. Mânevî durumları itibariyle mümtaz bir konumda olan bu mâbed için, “Üç yerin dışında yolculuk olmaz.” diyerek Mekke’yi, Medine’yi ve Kudüs’ü bildiren Resulullah, aynı zamanda oraya gitmeye gücü olmayanların kandillerinde yakılmak üzere zeytin yağı göndersinler, diye teşvik etmişlerdir. Ayrıca, Mekke’de bir rekat nâfile namaz, Medine’de bin rekata eşit olacağını, Medine’de bir rekatın, Kudüs’te bin rekata muadil olacağını haber vermiştir.

Kudüs’teki Mescid-i Aksa, Süleyman Aleyhisselâm’ın inşâ ettiği yerdir ki Mirac gecesinde yolculuğun Mekke’den başlayınca Mescid-i Aksa’ya uğramış, orada Peygamberlere imam olup namaz kıldırmıştır. Bu olayı Kur’ân-ı Kerim, İsra sûresinde haber verirken, “Kulunu bir gecede Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yürütüp götüren Rabbinin şânı ne yücedir.” diye haber verilir. Ayette, Mirac olayı (Lİ NURİYEHU MİNAYATİNA) âyetlerimizi göstermek için buyurulduğu gibi (BAREKNA HAVLEHU) etrafını mübarek kıldığımız yer olarak haber vermiştir. Mübârek olma sıfatını ve özelliğini Mevlâ’mız vermiştir. Kim ne diyebilir? Ne bakımdan mübarektir? denilirse, bildiğimiz ve bilemediğimiz her bakımdan bereketli, mübârek oluştur. Konum itibariyle, güzelliği, manzarası, münbit oluşunu bunlar içinde sayabiliriz. Oranın kuruluşunu da hayvanatın dilini bilen, ordusuyla bir aylık mesafeye sabah gidip akşam dönen bir Peygamber, Hz. Süleyman yapmıştır.

Bu konu başlığı devamında daha çok şeyler yazılıp söylenebilir. Filistinli Müslümanların yürekler acısı durumları ve yurtlarını savunan mücâhidler, bize yazımda belirttiğim hadisi daha iyi anlamamıza vesile olsun diyorum.

O Peygamber ne buyuruyordu. Kıyâmet öncesi altı şeyi say; Benim ölümüm, Beyt-i Makdis’in fethi… O halde, “METÂ NASRULLAH” Allah’ın yardımı ne zamandır? diye soran bunalmış Müslümanlara; “ELÂ İNNE NASRALLAHİ KARİB” Dikkat ediniz, âgâh olunuz, Cenâb-ı Allah’ın yardımı muhakkak ki çok yakındır.      

  

 


[1]Buhârî, İbn-i Mâce, Hakim, Avf b.Mâlik’ten.


Abdullah DEMİRCİOĞLU diğer yazıları