O’ndan Af Dileyiniz!
Ölmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!
Sâliklerden olarak günlük hayatımızda tevbe ve istiğfar etmek mutlaka lazımdır. Bu, her gün yüz defa tevbe ettiğini bize bildiren Resûlullâh’ın sünnetine ve emrine uymaktır.
ياايهاالناس توبوا الى الله واستغفروه فإنى أتوب فى اليوم مائة مرة
“Ey insanlar! Allah’a tevbe edip, O’ndan af dileyiniz. Muhakkak ki ben, günde yüz defa tevbe ederim.” (Müslim, Zikir/42; Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbn-i Mâce, Edeb 57)
Yaşadığımız hayatta iyilerle de kötülerle de karşılaşır, çeşitli sıkıntılarla boğuşur dururuz. Bilerek veya bilmeyerek günahlar işlenir. Kişi sanki bir elbise, herhangi bir giyecek gibi kirlenir durur. Sabun nasıl kirleri temizler ise tevbe de günah kirlerini temizleyip ortadan kaldırır.
التائب من الذنب كمن لا ذنب له
“Günahlardan tevbe eden hiç günah yapmamış gibidir.” (İbn Mâce, Zühd/30; et-Tâc, V, 151; Câmiu’s-Sağîr, I, 134)
Cenâb-ı Allah kullarına merhamet eder. Kendisine ihlâsla açılan elleri, yönelen gönülleri, yer ile gök arasındaki mesafeden daha geniş bir rahmetle kabul eder. Yalnız, bu tevbede samimi olmalı, bir daha o günaha düşmemeye azmetmelidir.
Dünyaya mağrur kişi
Tevbeye gel tevbeye
Uçmadan ömrün kuşu
Tevbeye gel tevbeye
Yapılan günahlar sırtlarda bir yüktür. Bu yükten kurtulmak tevbe ile olur. Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler, insanlığı tevbeye çağırmıştır.
O halde tevbe; günahtan, hatalardan tam bir pişmanlıkla dönerek, bir daha işlemekten vazgeçmektir.
Tevbe, sülûk ehlinin ilk menzilidir, yani temeldir. Onun için tevbe temeli çok sağlam olmalıdır. Tevbe azim ister, ihlâs ister, samimiyet ister, gözyaşı ister.
Gönlümde günah işlemeye istek var
Dildeyse gezer tevbe ile istiğfar
Halimle sakalımdan utandım billâh
Affeyle benim şu tevbemi Yâ Gaffâr
Dilin tevbe ettiği, gönlün ise günah yapmak istek ve arzusu olduğu halde yapılan tevbelere şeytanlar bile güler.
Cenâb-ı Allah günahkârların tevbe etmelerini, ümitsiz olmamalarını istiyor.
َياأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَصُوحاً
“Ey iman edenler! Nasûh tevbesi ile Allah’a tevbe ediniz.” (Tahrim, 66/8)
Denilebilir ki, tevbe iman makamlarının evvelidir. İnkârda olan imana gelince ilk iş, günahlarına tevbe ettirilmek olur.
Tecdîd-i iman, tecdîd-i nikâh olarak bilinen ve zaman zaman imanların tazelendiği durumlara tevbe ile başlanır. Sekaratta olana (son anlarını yaşayana) tevbe ettirilir ki, imanını kurtarıp muhafaza etsin.
Tevbe; dönme, rucu‘ etme anlamına geldiğine göre Nasûh tevbesi, (tevbe-i Nasûh) ne anlama gelir, denilecek olursa; buna ulema şu şekilde açıklık getirmiştir.
Bunların birincisi; hâlislik, sâfiliktir.
İkincisi de; elbiselerdeki yırtık-sökük gibi yerleri onarmak, bakmak ve tamir etmek anlamındadır. Her iki durumda da mânâ; çok hâlis ve temiz tevbe, eskiyi bırakma, onu yenileme ve kullanışlı hale getirmek olur.
Nereden bakılırsa bakılsın, karşımıza tevbede ve diğer amellerde niyet, samimiyet ve tam bir ihlâs çıkmaktadır. Tevbe aynı zamanda; nasihat verici, bunun sebebiyle de eski yaramaz hallerden dönmek olacağından “nasûh tevbesi” olarak ifade olunmuştur.
“Çok ibret verici ve nasihat edici” demektir.
Bu tevbenin özellikleri, yapılan kötü işlerden tamamen pişmanlık duymak, Allah’a dönmek ve tekrar kulluğuna kabul edilmeyi dilemektir. Günahlar insanların bedeninde yük, kalplerinde simsiyah leke, vicdanlarında ıstırap, üzüntü ve gamdan müteşekkil büyük çirkinliklerdir.
Demek ki nasûh tevbesi;
Tevbenin de tevbeye muhtaç olmayacağı bir tevbedir. Bunun en güzel anlatımını şu hadiste görüyoruz.
İbnu Merdûye’nin rivayet ettiği hadiste, Muaz İbn Cebel:
“Nasûh tevbesi nedir?” diye sormuşlardı. O da (s.a.s) şöyle demişti:
“Kul, yapmış olduğu günaha öyle tevbe etmeli ve Allah’a (c.c) yaptığı günahlardan öyle pişman olmalıdır. Sağılan sütün memeye tekrar dönmediği gibi…” (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VII/5127)
Yine rivayet olunmuştur ki, Hz. Ali gelişigüzel,
اللهم انى استغفرك واتوب اليك
diyerek gayr-i samimi tevbe eden birisinin tevbesini işitince:
“Arkadaş, bak! Dil çabukluğu ile yapılan tevbe, yalancıların tevbesidir.” buyurur. O zat:
“O halde tevbe nedir, nasıl tevbe etmeliyim?” deyince:
“Geçmiş günahlarına tam bir pişmanlıkla tevbe et, mezâlimi reddeyle, hasımlarınla helalleş ve o günahlara bir daha dönmemeye azmet! Nefsini günahlarla büyütüp kabarttığın gibi Allah’a taat ve ibadetlerle erit. Yine nefsine masiyetin tadını tattırdığın gibi taat ve ibadetin zorluk ve acısını tattır.” demiştir.
Şu bilinmelidir ki, emrolunan dinî ölçüler içerisinde yapılan tevbeler mutlaka kabul görür.
Bu hususta birçok âyet ve hadis vardır.
إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللَّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَرِيبٍ فَأُوْلَئِكَ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيماً حَكِيماً
“Allah’a göre, şu kimselerin tevbesi makbuldür ki, câhillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler. İşte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ, 4/17)
Ehl-i tarikat veya diğer bir tabirle ehl-i sofiyye, tevbeyi daha ince yorumlar ve öyle uygularlar. Onlara göre tevbenin üç şartı vardır.
Birincisi; tevbe peşinen olmalı, hemen işlenen günahın ardından yapılmalı, ileri tarihe atıp ertelememelidir. Çünkü ölümün ne zaman geleceği belli değildir. Her zaman hazırlıklı bulunmak akıllıca bir iştir. Bunun için:
وعجلوا بالتوبة قبل الفوت
“Ölmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!” sözünü düstur ve prensip edinmişlerdir.
İkincisi; işlenilen günahı derhal terk etmek. Terk etmemek, ara ara işlemek tevbe değildir. Böyle tevbeler kabul bile olunmaz.
Üçüncüsü de; bir daha hiçbir günah işlemeyeceğine azmetmektir.
Bu sebeple, ilahî emirlerden herhangi biri asla terk edilemez. Yasaklananlar da asla yapılmamalıdır. Herhangi bir günah işlendiğinde pişmanlıklar içerisinde gözyaşıyla tevbe etmek esastır. Hatta bu hususta; açık bir alanda, tenha bir mekânda, tevbe namazı da kılarak, başını secdelere koyarak, âdeta gözyaşlarıyla yerleri ıslatarak tevbe edilmelidir.
Eğer yapılan günahta kul hakkına tecavüz ve zulüm varsa tevbeden önce onlarla da mutlaka helalleşmelidir. Helalleşme de dil ile baştan savma olmamalı, karşı tarafın tamamen rızası alınarak kalpten olmalıdır. Kul haklarına çok dikkat edilmelidir.
Vaciplerin terki veya ihmali sebebiyle de tevbe etmek gerekir.
Damlaya damlaya göl olduğu, göllerin de taşıp sel olduğu gibi küçük günahlar da istiğfar edilmediğinde büyük günahlara dönüşür. Büyük günahlar da seller gibi yıkımlara yol açar. İnsan bünyesini tahrip eder. İmanın zayıflayıp elden gitmesine sebep olur.
“Küçük günahlar, küçüklükte kalmaz, büyük günahlara dönüşür.” buyrulmuştur.
Tevbe ihmal olununca, ardı arkası gelmez. Günahlar peş peşe sıralanır durur. O halde tevbe ihmal olunmadan yapılmalıdır.
Abdullah DEMİRCİOĞLU diğer yazıları
- 09 Aralık 2023 METÂ NASRULLAH
- 15 Temmuz 2023 Nasuh Tevbesi
- 19 Ocak 2023 Tasavvufta Rabıta ve Uyarılar
- 11 Eylul 2022 Şerefli Üç Mekan
- 11 Eylul 2022 Tasavvuf Demirden Leblebidir – Kürsüden Kaleme
- 04 Nisan 2022 Tevbe ve İstiğfar
- 01 Aralık 2021 Dünya ve Ahiret Bereketi
- 08 Haziran 2021 Küfür ve Dalalet
- 08 Şubat 2021 Hicret, Ama Nereye?
- 18 Ekim 2020 Tasavvufi Hayat ve Allah Dostlarından Örnekler
- 26 Nisan 2020 Korona Virüs Üzerine
- 28 Ocak 2020 Kerb-i Azîm
- 28 Eylul 2019 Onların Sözleri
- 29 Nisan 2019 Şahadet ve Namaz
- 09 Mart 2018 Bir Gün Gelecek…
- 29 Ekim 2017 Tasavvuf Yolunu Tuttum Giderim
- 29 Ekim 2017 Doğru ve Sağlam İtikad
- 17 Temmuz 2017 Dua Üzerine
- 23 Şubat 2017 Kandiller ve Hadiselere Bakış
- 23 Şubat 2017 Bütün Müslümanlar, Bütün Maneviyat Erleri, Kardeşlerim
- 26 Ekim 2016 Zaman Gelecek ki…
- 25 Ekim 2016 Diyalog
- 09 Mart 2016 Emaneti Yüklenmek
- 31 Ocak 2016 Beşeriyetin İhtiyaçları; İlim ve Kur’ân-ı Kerîm
- 31 Ekim 2015 Bir Hadîs-i Şerîf Üzerine
- 30 Temmuz 2015 Şehr-i Ramazan
- 28 Şubat 2015 Rabıtanın Mahiyeti?
- 16 Kasım 2014 Kul Hakları
- 03 Haziran 2014 Mekke Ve Medine’nin Fazileti
- 09 Şubat 2014 Doğru Söylediyse Kurtuldu
- 17 Eylul 2013 Biz Neredeyiz?
- 25 Mayıs 2013 İlim Üzerine
- 16 Şubat 2013 Temel İki Kaynak
- 03 Kasım 2012 Dinî Hassasiyet
- 11 Ağustos 2012 Kur’ân ve Sünnet’te Veli Kavramı
- 29 Aralık 2011 Zikrullâhın Feyz ve Bereketleri
- 06 Ekim 2011 Hasb-i Hâl / İntibalarım
- 05 Ekim 2011 Kurban İbadeti ve Bayramı
- 28 Haziran 2011 Üç Aylar ve Oruç
- 15 Nisan 2011 Kutlu Doğum ve Kaside-i Bür`e
- 26 Şubat 2011 Hayat Veren Davet
- 25 Aralık 2010 Zamânı Durdurun
- 25 Aralık 2010 Mâ ‘Adette Lehâ
- 12 Ekim 2010 Eğitim ve Öğretim Yılı Münasebetiyle
- 08 Ağustos 2010 Rahmet ve Mağfiret Ayı
- 22 Temmuz 2010 Dört Unsur
- 22 Temmuz 2010 Ne Olurdu
- 04 Nisan 2010 Hz. Peygamber´in Yüksek Ahlâkı