Abdullah DEMİRCİOĞLU

Tasavvuf Demirden Leblebidir – Kürsüden Kaleme

Tasavvuf Demirden Leblebidir – Kürsüden Kaleme

‘Ya Resûlullah İslami şeriat çoğaldıkça çoğaldı. Arttıkça artıyor. Bana kendisiyle kısa yoldan cennete gideceğim bir ameli söyle…’ böyle soru soruldu..

Biliyorsunuz, Cenab-ı Allah (cc) hazretleri, Kendisini Kur’an-ı Azimüşşan’da zikretmemizi biz müminlere emretmektedir. Bu zamanla da mukayyet değildir. Kâinatın Efendisi, Efendimiz (sav) her zaman Cenab-ı Allah’ı zikrederdi. O’nun dilinden hiçbir zaman düşmezdi. Çok defa bunu söylemişizdir. Ve bütün Peygamberlerde, hep Cenab-ı Allah zül celal hazretlerini zikreder, tesbih ederlerdi. Sadece Mevla’yı zikreden müminler, insanlar değil ki; dağlar, taşlar, ağaçlar, kuşlar; bizim gördüğümüz, görmediğimiz bütün varlıklar Cenab-ı Mevla’yı zikreder. Bulutlar, düşen yağmurlar bile hazreti Mevla diye, Hakk Hakk diye düşer. Cenab-ı Mevla’yı zikreder. Onun için bu güzel müesseseler, dergahlar, Peygamberlerden itibaren tesis etmeye başlamıştır. Cenab-ı Allah’ı zikreden dergâhlar, hangâhlar, zikredilen yerler tesis edilmiştir. Kıyamete kadar da devam edip gidecektir. Mutlaka Cenab-ı Allah’ı zikreden bir cemaat bulunacaktır. Ama üç olur, ama beş olur… Ancak kalabalık itibariyle görünürde, içerisinde sağlam olanlar olduğu gibi, çürük olanlar da olur. O ayrı bir mesele…

Önceleri dergâhlar da tasavvuf hayatını benimsemek için gelenlere çok ağır işler verirlerdi. ‘Acaba bu geliyor ama gerçekten samimi midir? Bir kontrol edelim’ diye… Hatta orda eski olan, kıdemli olan dervişlere de ‘O yeni dervişe yüz göstermeyin, dikkat edin, sert muamele edin!’ diye tembih ederlerdi. Ağır işler verin ki bakalım doğru mudur?’ diye tembih ederlerdi. Bunu tabi o dergâhın idarecisi durumunda olan Mürşidi yapardı. ‘Bakalım gerçekten mi gelmiş, yoksa sıkıntıyı gördüğü zaman hemen kapıda olan bir kimse mi’ diye imtihan etmek için… Tuvalet temizlemesinden tut, bütün ağır işleri verirlerdi. Bunları yaptıktan sonra denemeye tabi tutarlardı. Bir ay, iki ay, üç ay, beş ay… Ondan sonra beklerdi yeni derviş. Ne zaman bana bu kapıdan feyz verilecek, ders tarif edilecek diye… ‘Beni de evlatlığa kabul et!’ diye rica ve temenni de bulunurdu bu kişi. Mürşid ona: ‘Evladım bu yol çok ağır bir yol… Demirden bir leblebidir. Çiğneyebilirsen ortaya çık yoksa yarı yolda koyup gitmenin bir manası yok. Sende bir şey anlamazsın, bize de kazançlı bir şey olmaz bu iş.’ derlermiş. Böylece alırlarmış. İhvan kardeşlerim ne yazık ki o devirlerden bu devirlere geldik. Aşığa sormuşlar; ‘Bağdat uzak mı?’ ‘Yok’ demiş. ‘Uzak değil…’ Âşık olana Bağdat uzak değildir.

Zaman zaman ye’se düşüyorum. Zaman zaman da kendi kendimi teselli ediyorum. Belki size göre çok az ama bana dağlar kadar büyük hadiseler ile karşılaşıyorum. Seviniyorum… Mutlu oluyorum… Diyorum ki:

‘İyi ki onların hidayetine sebep ve vesile oldum.’

O bakımdandır ki; Cenab-ı Mevla’yı mutlaka zikretmek lazımdır.

Bir ya da iki aya yakın bir zaman içeresinde olmuştu bu hadise. Bir telefon aldım evladımızın bir tanesinden. Genç çocuklarımızdan bir tanesi. Emin olun tanımıyorum. Annesini, babasını, yakın akrabasını tanımış olmama rağmen kendisini tanımıyorum. Kendisini tanıttı. Sizden ders almak istiyorum, dedi. Bir zaman önce, Miraç gecesi olabilir, bir gece ‘Hocam sizin konuşmanızı dinledim ve çok etkilendim. Ders almak istiyorum ama ders aldıktan sonra bu ders aldığımı anne babamın duymasını istemiyorum.’ dedi. Bana öyle sırlar tevdi edilmiştir ki, benimle mezara gider. Böyle bir hadise geçti. Şu hadisecik bile beni mutlu ediyor. Bir kişinin hidayetini, bu dersi tebliğ etme, anlatma gördüğümde beni mutlu ediyor. Ama tabi ki bilen biliyor. Altının kıymetini sarraf bildiği gibi, bilenler biliyor. Bilmeyenlere ne kadar söylesek azdır. Onu için Cenab-ı Mevla’yı mutlaka zikretmek lazımdır. Aşığa Bağdat uzak değildir. Bakarsın çok seneden beri el almıştır, bakarsın ki Hatme Hace’yi terk etmiştir. Bakarsın ki yeniden intisap almıştır. Öyle bir aşkı ve feyz vardır ki, kırk yıllık dervişler de öyle aşk feyz yoktur. Bu tabi nasip meselesi. ‘Bende niye yoktur?’ diye bir şey geçirmemesi lazımdır insanın kalbinden. Bazılarında tezahür eder, dışarı vurur; bazılarında içe vurur, gözükmez. Bu eğer ki bir feyz alamıyorlarsa mürid kendisini kontrol etmelidir. Yevmi zikrimi yapıyor muyum, yapamıyor muyum? Zoraki mi oluyor benim yevmi zikrim? Kusurum mu var? Bunları bir kontrol etmek lazımdır. Yoksa bu yol mübarek bir yol… Tarikat-ı Aliyye-i Kadiriyye Muhammedi yolu… Böyle mübarek bir yoldur. Cenab-ı Allah istifade etmeyi bizlere nasip etsin.

Ya Resûlullah İslami şeriat çoğaldıkça çoğaldı. Arttıkça artıyor. Bana kendisiyle kısa yoldan cennete gideceğim bir ameli söyle…’ böyle soru soruldu, Peygamber Efendimize (sav).

Peygamber Efendimiz de cevaben:

Öyle bir amel sana söyleyeceğim ki bu amel altın hazineler gibi altınların sahibi olurda onu infak etmekten daha hayırlıdır. Yine bu hazineler dolusu gümüşe sahip olursun. Onu infak etmekte, fakir fukaraya dağıtmaktan daha hayırlıdır. Düşmanlarla cephe de vuruşursun. Ya şehit olursun ya gazi. Şehitte olursan ondan daha hayırlıdır. Gazi de olursan ondan daha hayırlıdır.’’

Yedi tane güzel amel içerisinde bulunan bu amel nedir?

Senin dilin Allah’ın zikriyle ıslak olsun. (Tirmizi, Deavât, 4, T3375)

Vallahi ben söylemiyorum. Ben sadece bir nakkalım. Naklediyorum. Hadisi aldım size söylüyorum. İsteyen bu Peygamberin mübarek sözünü, mübarek ağızlarından dökülmüş bu sözü kabul eder, istemeyen almaz. Kimseye diyeceğim bir şey yok. Hatırlatıyorum ben sadece. Diyorum ya, ufak şeylerden mutlu oluyorum. Cenab-ı Allah taksiratımızı affeylesin.


Abdullah DEMİRCİOĞLU diğer yazıları