Prof. Dr. Mustafa KARA

Arınan Aydınlanmıştır

Arınan Aydınlanmıştır

Bu aşk düştü cânımıza Bahar eyledi kışımız

Yüzyılımızda en çok kullanılan kelimelerden biri de kirliliktir. Çünkü her şeyi berbat ettik.

Çevre kirliliği

Su kirliliği

Hava kirliliği

Deniz kirliliği

Ses kirliliği

Hatta tabela kirliliği…

Konu ile ilgili dernekler, vakıflar kuruluyor, hatta uluslararası üst düzey toplantılar yapılıyor, bildiriler yayınlanıyor. Fakat dünyadaki kirlenme gün geçtikçe ürkütücü boyutlara tırmanıyor. Niçin? Çünkü kirlenmenin gerçek sebeplerine inilmiyor, neticesiyle ilgili göz boyayıcı kararlar kamuoyuna sunuluyor. Sağır sultan da biliyor ki kirliliğin temelinde yatan şey, “ağır sanayi” adı verilen afettir. Dünyayı kanalizasyon çukuruna çeviren güç, silah fabrikalarının bacalarıyla beslenmektedir.

Cihanı çöp kutusu olarak kullananlar “tüketim ejderhası” haline getirilen insana, mal yetiştirmek için yirmi dört saat çalışan imalathanelerin sahipleridir. Dolayısıyla kirlilik konusuyla baş edebilmek için bu gidişin hesaba çekilmesi şarttır, bu yolun masaya yatırılması gerekir. Minderden kaçmakla bir yere varılamaz.

Sadede gelindiğinde karşımıza çıkacak olan gerçek ise yine insandır, insan gerçeğidir. Onun eğitimidir, onun temizlenmesi, arınması ve tabiatla uyum içinde yaşamasıdır.

“Her kim benliğini arındırırsa kesinlikle mutluluğa erişecektir. Onu karanlığa gömen ise hüsrandadır.” (Şems, 91/9-10)

Dinin hedefi, insanların ruhunu rahatsız edici, kirletici şeylerden temizleyerek onu hürriyetine kavuşturmaktır. İslam kültüründe sık sık kullanılan “nefis tezkiyesi” nefis terbiyesi anlamındadır. Tezkiye; temizlemek, arındırmak, arı-duru hale getirmek, düzeltmek, saflaştırmak demektir. Zekât kelimesi de aynı köktendir. Bunun için Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok defa tekrar edilen “zekât veriniz” emrini “arındırıcı yükümlülüklerinizi yerine getiriniz” şeklinde tercüme edenler de vardır.

Hikmet seven dost!

İnsanların ruhunu arındırmak, onu vahyin ışığıyla aydınlatmak, hikmetin derinlikleriyle tanıştırmak böylece onlara bilmediklerini öğretmek peygamberlerin temel görevleri arasındadır. (bk. Bakara, 2/129, 151)

Demek ki arınmanın yolu uyduruk çevre dernekleri kurmaktan değil, vahyi duymak, kitap okumak ve hikmeti tanımaktan geçiyor. Arınmanın yolu, insan öldürmek için silah üreten fabrikalardan değil, insanı yaşatmak için sevgi üreten gönüllerden geçmektedir.

Çağımız insanı, “arınma bahçesini” besleyen vahiy, kitap ve hikmet ırmaklarını kurutarak icat ettiği üç kanalla bu bahçeyi bataklığa dönüştürmüştür:

Materyalizmin serveti, tüketimin şehveti, tekelleşmenin şöhreti…

Biz bu hallere düşecek “adam” mıydık? Kâinatın en şerefli varlığı niçin bu derekeye düştü sorusuna bir başka “er” Alev Alatlı şöyle cevap veriyor:

“Önce içimizdeki Allah’ı öldürdük, sonra da O’nun eşref-i mahlûkatını…”

En büyük çıkmazımız şudur: Bu bataklığı kurutmak için ciddi adım atmıyoruz, atamıyoruz. Hatta bu bataklığın kurutulabileceğine inanamıyoruz. Ama her yerde SÖV (Sivrisinekleri Öldürme Vakfı) teşkilatları kuruyoruz.

Bu paradoks ve kafa karışıklığının (teşviş) reçetesini Eşrefoğlu Rûmî asırlar önce yazmış, İznik’ten bizlere göndermiş:

Bu aşk düştü cânımıza

Bahar eyledi kışımız

Kaygı bulutların sürdü

Komadı hiç teşvişimiz

İnsanlık bu bataklıkta SOS veriyor. Gırtlağımıza kadar geldi. Sadede gelmek gerekiyor. Sade, basit, tabiatla barışık bir hayata, gerçek hayata dönmemiz gerekiyor. İkiyüzlülüğe, çok yüzlülüğe, politikaya son vermek gerekiyor. Hiç kimse “markalı” elbise giymekle temiz olduğunu zannetmemelidir. Hiç kimse “kalbim temiz” safsatalarının ardına saklanmamalıdır. Hiç kimse uluslararası “sürdürülebilir” numaralara takılmamalıdır.

Arınmak için oruç tutmak gerekiyor

Bedenimizin şehvetlerini yenmek için

Arınmak için zekât vermek gerekiyor

Emeklerimizin servetini topluma sunmak için

Arınmak için namaz kılmak gerekiyor

Secdelerimizin hikmetini kavramak için

Arınmak için hacca gitmek gerekiyor

Beytullah’ın etrafında deli-divane olmak için…

“Kafası karışıklar için kılavuz” vardır. Fakat bu kılavuzu kullanabilmenin birinci şartı kafamızın karışık olduğunun farkına varmaktır. Gittiğimiz yolun doğru yol olmadığını bilmektir. Bize “doğru”, “çağdaş”, “olmazsa olmaz” diye reklamla benimsetilen güzergâhın tabii ve insanî olmadığını anlamaktır. Aksi halde gönül adamlarının davetiye ve reçetelerinin farkına varmamız mümkün olmayacaktır. “Karanlıklar üstüne karanlıklar” arınmayı zorlaştıracak, “Arınan kurtulmuştur” (A’lâ, 87/14) gerçeğine ulaşmak mümkün olmayacaktır. Çünkü gözümüz başka şeylere bakıyor, kulağımız başka şeyleri dinliyor. Bu iki kanalla gelen bilgiler ise kalbimizi karartıyor, gönlümüzü kirletiyor.

Tekrar deneyelim. Eşrefoğlu Rumî’nin beş yüz yıllık “Gel” davetiyesi bize hitap edecek mi?

Gel bu ‘ışkun şerbetinden bir kadeh nûş eylegil

Gel bu ‘ışkıla başunı tâ ebed hôş eylegil

 

Gel berû gel ‘ışk elinden tolu peymâne götür

Gel bu meclisde bugün sen cânı serhôş eylegil

 

Gel bu ‘âşıklar öninde yire sal nâmusu

Gel bu zuhdi ‘ışka degşür ‘aklı bî-hôş eylegil

 

Gel bu ‘ışk bâzârına gir yoğa sat hep varunı

Gel berü killî hevesden gönlüni boş eylegil

 

Gel be-küllî mâsivâdan yüz çevür yum gözüni

Gel bugün cân gözin aç dôst yüzine tuş eylegil

 

Gel bu ‘ışkla bugün katreni deryâya ilet

Gel berü deryâyıla deryâ olup cûş eylegil

 

Gel bu ‘ışk deryâsının dirmek dilersen dürlerin

Gel bu Eşrefoğlu Rûmî sözlerin gûş eylegil


Prof. Dr. Mustafa KARA diğer yazıları