Prof. Dr. Mustafa KARA

İslâm Medeniyetinde Tekke

İslâm Medeniyetinde Tekke

Tasavvufî yol, kendimizin icad ettiği usullerle veya kitaplar okuyarak, belgeseller seyrederek kat edilebilecek bir yol değildir...

İslâm medeniyetinin temelinde üç terim vardır: Allah, Müslüman ve mescid.

Buna dördüncü terimi eklemek istersek o da peygamberdir. Peygamber, insanlara, nasıl Müslüman olunacağını, Allah’a nasıl ibadet edileceğini öğreten insandır. Din eğitiminin ilk muallimi Hz. Peygamber, ilk mektep binası da Mescid-i Nebevî olmuştur. Daha sonraki yüzyıllarda coğrafyanın büyümesiyle ihtiyaçlara göre müesseseler çoğalmış, mektep, medrese, tekke gibi kurumlar devreye girmiştir. Bir başka ifadeyle Hz. Peygamber’in tek başına yürüttüğü eğitim, kendilerinden sonra alt başlıklara ayrılarak farklı kişi ve kurumlarca yürütülmüştür.

İslâm medeniyetinde din eğitimi ile ilgili olarak üç kurum öne çıkmaktadır: mescid, medrese, tekke. Bu üç kurum bazen aynı külliyede yer alırken bazen de bağımsız yapı veya yapılar topluluğu olarak görülmektedir. Bazen mescid aynı zamanda medrese ve tekkenin görevini görmüş bazen de tekke olarak yapılan bir binaya vakfiye gereği, atanan kişinin müderris olma şartının konulması hizmetlerin bir çatı altında toplanmasına sebep olmuştur. Bazı mescidlerin medrese, bazı tekkelerin mescid görevi görmesi bir tarafa, genel durum değişmemektedir:

Mescidler ibadetler için, medreseler ilmî faaliyetler için tekkeler ise tasavvufî-kalbî yolculuklar içindir. İslâm dünyasının büyümesi ve gelişmesi sebebiyle,  ilmî, fikrî, felsefî, ahlâkî, içtimaî, bediî anlayış ve yorumlarda da farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Bazı âlimler, Kur’ân ve Hadis’in metnini anlamaya çalışırken bir bölümü de bu iki kaynağın tuttuğu ışıkla insanı, kâinatı ve hakikati kavramaya gayret etmiştir. Farklı anlayış ve kavrayışlar, mezhep ve ekollerin temellerini atarken tartışmaların şiddetini de zaman zaman yükseltmiştir.

 

Tekkelerin Teşekkülü

Hz. Peygamberin vefatından yaklaşık yüz sene sonra farklı tavır ve yorumlarıyla dikkat çeken insanlar da vardı. Bunlara âbid, nâsik, zâhid gibi isimler veriliyordu. Bu insanlar daha çok ibadet ve taatle meşgul oluyor, dünyadan çok ahreti düşünüyor, maddeden çok manaya önem veriyor, kalıptan çok kalbe yöneliyor, dinî vecd ve coşku için ellerinden geleni yapıyor, kendileri gibi düşünenlerle bir araya gelip sohbet etmeye önem veriyor, içinde yaşadıkları dünyayı ve içerlerinde yaşayan âlemi anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorlardı. Bir müddet sonra bu “haldaş” ve “fikirdaş”ları bir araya getiren bir mekân da oluşturdular. Zaman içinde çok yaygınlaşacak olan bu basit yapı tekke, zaviye, düveyre, savma’a, dergâh, hangâh, âsitane, ribat gibi çok değişik isimlerle anılacak ve medeniyetin aslî unsurlarından biri haline gelecektir. Tekkelerde verilen eğitimin detaylarına geçmeden, maddî/mimarî yapının özelliklerine kısaca temas etmekte fayda vardır.

Tekkelerin mimarî yapılarını, içinde bulundukları tabiat şartlarının tayin ettiğini söylemek zor değildir. Dolayısıyla Bağdat şehrinde yapılan bir tekke ile Belgrat şehrinde inşa edilen bir zaviyenin dış görünüşü aynı olmayacaktır. Ama her iki mekânın ibadet ve sohbet etmeye elverişli, öğrenmeye ve dinlenmeye uygun bölümleri olacaktır.

 

Tekke Mimarîsi

Tarihî ve mimarî bilgilerden ulaşabileceğimiz tespitler şöyle sıralanabilir:

1. Basit bir gölgelikten, tek bir odadan ibaret tekkeler olduğu gibi bahçeli bir mekânda tek veya çift katlı binalar da vardır.

2. Cami, medrese, hamam, türbe, çarşı gibi değişik yapıları ihtiva eden külliyelerde müstakil bir kurum olarak hizmet veren dergâhlar da vardır.

3. Zengin vakıflarla desteklenen bazı tekkeler hizmet alanlarını da çeşitlendirmiştir. Kendi dervişlerinin yanında, gelip geçenler için bir sosyal güvenlik kurumu özelliği taşıyan dergâhlar insanın ruhuyla beraber bedenine de hizmet etmiştir.

4. Geniş bir arazi üzerinde kurulan “tam teşekküllü” bir zaviyede, şu bölümler vardı: Mescid/ şeyh evi, harem/ derviş odaları/ kütüphane/ ahır/ mutfak/ avlu/ mezarlık.

5. Osmanlı coğrafyasında daha çok ahşap malzemeden yapılan tekkelerin, büyük kısmı yangın, deprem gibi tabiî afetler, bir kısmı da ilgisizlik sebebiyle ortadan kalkmıştır. Bir bölümü tamirlerle 20. yüzyıla ulaşmıştır. Bugün ise orijinal şeklini koruyan tekke bulma ihtimali, imkânsız derecesinde azalmıştır.

6. Bazı tekkeler bağlı olduğu tarikatın özelliklerine göre şekil almıştır: Sema’/mukabeleye uygun olarak inşa edilen Mevlevîhaneler bunun en güzel örneğidir.

Halvet için küçücük odaları ihtiva eden, Halvetî tekkeleri de vardır. Bu genel bilgilerden sonra, tekke eğitiminin özelliklerine geçebiliriz.

 

TEKKE EĞİTİMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Tekke Eğitimi Zorunlu Değildir

Dinin esaslarını öğrenmek iman, ibadet ve ahlâkın ana ilkelerini kavramak, abdest, namaz gibi dinî pratiklerinuygulamasını yapmak, kısaca farzları ve haramları tanımak zorunludur. Her Müslüman bunları ergenlik çağına eriştiğinde öğrenmeli ve uygulayabilmelidir. Tekke eğitimi ise bu safhalardan sonra başlayan bir eğitim olup tabiri caizse zorunlu değil seçmelidir. Ancak, belli bir yaşa geldiği halde, yukarıda sıralanan temel ilkeleri öğrenemeyen müridlere bu esaslar öğretilir, daha sonra esas derse geçilir. Kısaca, tekke eğitimi almak dinî açıdan zorunlu değildir. Sufîlere göre Allah’a giden yollar sınırsızdır, bunlardan biri de tasavvuf yoludur. Bu yol da kendi içinde yollara ayrılır. Bu “yol”ların çeşitliliği insan yaratılışından kaynaklanmaktadır.

 

Belli Bir Yaş Sınırı Yoktur

Tekke eğitiminin başlama yaşı yoktur. Çok erken yaşlarda bu yola girenler olduğu gibi, geç dönemde veya medrese tahsilini tamamladıktan sonra böyle bir tercih yapanlar da vardır. Belli bir yaşa kadar iş-güç meşgalesiyle tekke tarafına dönüp bak(a)mayanlar derviş olabileceği gibi, dervişliğin şartlarını yerine getiremediği için bu yoldan ayrılanlar da vardır. Çünkü tasavvufî hayat bilgiden çok duygu merkezli bir hayattır. Duygu alışverişi olmayınca gelişme ve güzelleşme ol(a)mamaktadır. Yaş sınırının olmaması müridle mürşid arasındaki yaş farkını da ortadan kaldırmaktadır. Yani çok genç bir mürşidin çok yaşlı bir müridi olabilmektedir. Bu durum gönül alışverişine engel olmamaktadır.

 

Mürşid Gereklidir

Dinin “olmazsa olmaz”ları bellidir. Bunları iki başlık altında toplamak mümkündür: Farzlar ve haramlar. Bu iki konuya dikkat çekerek yürüyen bir Müslüman hedeflediği noktaya ulaşabilir. Fakat söz konusu yolculuğu tasavvufî bir neşve ile yapmak isteyenlerin bir şey daha yapması gerekir: Bu yolda kendisine rehber olacak bir şahsı bulmak ve onunla yürümek. Yani tasavvufî yol, kendimizin icad ettiği usullerle veya kitaplar okuyarak, belgeseller seyrederek kat edilebilecek bir yol değildir. “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözü bu anlamdadır. Yoksa “Tasavvufî hayata girmeyenin hali haraptır” anlamında değildir. Yaşayan bir insandan feyz almadan gönlünü saf hale getirenlere ise, “Üveysî” denir. Ancak bu, istisnaî bir durumdur. Bilindiği gibi istisnalara kaideyi bozmaz.

 

Mürşidi Aramak Bulmak Gerekir

İlk eğitim genellikle en yakın kurumlarda yapılır. Dinî eğitim mahalle camisinde başlar, mektepte devam eder. Tasavvufî eğitimde herkes mürşidini kendisi arar ve bulur. Eve yakın olan tekkeye veya aile fertlerinin mensup olduğu şeyh efendiye bağlanmak diye bir esas yoktur. Aksine kişi kendisi arayacak, araştıracak, tanışacak, görüşecek sonra karar verecektir. Çünkü bu eğitim bir gönül alışverişi olduğu için mizaç ve tabiatların uyumu da önemlidir. Bir insan için çok faydalı ve ufuk açıcı olan bir mürşid, bir başka kişiye hitap etmeyebilir. Sizin mürşidi değil de mürşidin gelip sizi bulması ise istisnaî bir durumdur.

 

Birebir Eğitimdir

Mürşid müridlerle tek tek ilgilenir. Ruhî yapılarına ve kültürel düzeylerine göre, kendilerine “vazife” verir, onları takip eder. Umuma yönelik yapılan sohbette genel ilkeler anlatılır. Tek tek görüşmelerde ise müride daha çok eksik ve kusurları ile yanlış davranışları hatırlatılır, tashihi istenir. Müridlerin çok kalabalık olması, mürşidlerin istemediği bir şeydir. Bunun iki tehlikesi vardır: Birincisi tek tek ilgilenmenin zorlaşması, ikincisi ise şöhrettir. Yani müridi çok olan mürşidin meşhur olması. “Şöhret afettir” ifadesi tekke muhitlerinde çok yaygındır. Tekke eğitiminde “baş başa” esas olmakla beraber belli bir seviyeye gelen mürid bazen mektuplarla da eğitilebilir.

 

Mürşidler Arasında Mürid Alışverişi Vardır

Normal şartlarda bir mürşidden el alan mürid, eğitimini o şahıstan tamamlar. Şeyh vefat ederse genellikle onun yerine geçen zata biatini yeniler, yürüyüşüne devam eder.Bazen de mürşid gerekli görürse müridini bir başka yerde/şehirde hizmet veren meslektaşına gönderir. Bunun farklı sebepleri olabilir. Önemli olan müridin kabiliyetleri istikametinde en üst noktayı yakalamasıdır. Bu alışverişe “farklı alanlarda ihtisas”, “yatay geçiş” şeklinde bakmak mümkündür. Bu konuda mürşidler o kadar rahattır ki, müridini bir başka tarikate mensup bir tekkeye de gönderebilir.

Gerçek mürşidler için, “tarikat taassubun”nun olmadığını söylemeye ihtiyaç yoktur. Çünkü taassup küçük düşünenlerin gıdasıdır. Bahâüddin Nakşibend’i yetiştiren Emir Külâl’in sinesini göstererek müridine şöyle dediğini Nefahâtü’l-Üns’te okuyoruz: “Ruhaniyetimizin kuşu beşeriyet yumurtasından çıkana kadar sana meme verdim, memede süt kuruyana kadar seni emzirdim. Fakat himmetimizin kuşu çok yükseklere uçtuğundan bundan sonra serbestsin. Türk olsun, Tacik olsun nerede kimden burnuna bir koku gelirse o şahsı ara, himmetinin gereğini yerine getirmede kusur etme.”

 

Teslimiyetçi Bir Eğitimdir

Mürşidini arayıp bulan ve mürşidinin de kabulüyle intisabı gerçekleşen şahsın artık bu yolun esasları ile ilgili konularda itiraz hakkı yoktur. Mürşidinin rehberliğine teslim olmalıdır. Çünkü mürşid bu yolu daha önce bir kişinin rehberliğinde kat etmiştir. Müride düşen görev onun tecrübesine teslim olmaktır. İtiraz gönülden gönüle olan bağı keser, alışverişi engeller. Şüphesiz hayatının diğer konularıyla ilgili mürşidine danışabilir; ancak o konularda “teslim olma” şart değildir. İstişare eder, uyup uymamakta serbesttir.

 

Süresi Belli Değildir

Tasavvuf eğitiminin başlama yaşı olmadığı gibi uzunluğu da önceden tespit edilemez. Çok kısa bir sürede icazetnamesini alarak “sınıf atlayanlar” olduğu gibi uzun seneler boyu son noktayı koyamayanlar da vardır. Bu yolculuğun konaklama yerlerine “makam” adı verilir. Bu makamlardan birine “takılıp kalan” ve yola devam edemeyen gönül adamlarına “meczup” denir. Meczuplar Allah’ın dostluğunu kazanmış olabilir, ancak mürşid olarak görevlendiril(e)mezler. Çünkü yolun bütününe ait tecrübeye sahip olamamıştır.

 

Yatılıdır

Gece gündüz tekkede kalan tasavvuf erbabı olduğu gibi, gündüzleri normal iş hayatını sürdüren talipler de vardır. Devamlı tekkede kalanlar kurumun iç hizmetlerini de yürütürler. Özellikle toplu zikirlerin yapıldığı “ihya geceleri”nde tekkedeki hizmetleri yürütmek önemli bir meseledir. Dergâhtan halvete giren dervişlerin de ihtiyaçları, girmeyen kardeşler tarafından karşılanır. Bu iç hizmetleri görenlerin de kendi aralarında bir meratibi vardır. Ona dikkat edilir. Maddî durumu yerinde olan müridler dergâhın ihtiyaçlarını karşılamak için elinden geleni yapar. Dostlarını teşvik eder, vakıflar kurar, kurulmuş olan vakıfları takviye eder. Dolayısıyla toplumun din eğitimine destek olur.

 

Özel Bir Mekân Gereklidir

Tekkeler tasavvufî eğitimin özelliklerine göre yapılan binalardır. Melamîler hariç bütün tasavvuf ehli tekke adını alan bu özel mekânda söz konusu eğitimi gerçekleştirmişlerdir. Melamîler ise sufîlere has özel bir mekân ile gösteriş arasında ilgi kurdukları için özel bir mekâna ve özel bir kıyafete karşı çıkmışlardır. Diğer tarikatlere mensup şahıslar eğitim için dergâhları tercih ederken Melamîler, buluştukları yerlerde (cami, dükkân, ev vb.) gönül alışverişinde bulunmuşlardır


Prof. Dr. Mustafa KARA diğer yazıları