Horasan Erenleri

Osmanlı asırlarında tasavvufi kültürün hâkimiyeti kendini hissettirmiş gönül adamlarının mahabbetli sesi, meveddetli nefesi toplumun her kesimine huzur ve umut bahşetmiştir.

Din ve kültür tarihimizle ilgili olan herkes bu terimi tanır ve bilir; Horasan Erenleri…

Bu terim ile Doğu dünyasından Anadolu’ya daha sonra Balkanlara doğru yürüyen Allah dostları kasdedilir.

Aslında Horasan bölgesi bugün için İran, Afganistan, Türkmenistan devletlerince paylaşılan geniş bir coğrafyanın adıdır. Genelde İslam kültür ve medeniyetinin mayalandığı en bereketli topraklardan olan Horasan, Tasavvuf dünyasının da “olmazsa olmaz” meydanlarından biridir.

Bu bölge ilk sûfilerden bir kısmını bağrından çıkardığı gibi, pek çok hemşehrisini de uzak diyarlara göndermiştir. Emevî ve Abbasî asırlarında bir başka ifade ile tarikatlar henüz tarih sahnesine çıkmadan farklı mezhepler coğrafi bölgelere göre isimlendiriliyordu: Medine, Bağdat, Basra, Horasan ekolu gibi…

Horasan mektebinde fütüvvet ve melâmet önde idi. Bu hareketin ilk temsilcileri 9. yüzyılda bu bölgede yetişmiş, söz konusu tasavvufi anlayış, Merv, Herat, Belh, Nişabur gibi şehirlerde mayalanmıştı.

Öncü şahsiyetler de şunlar: Hamdan Kassar, Ebu Turab, Nahşebi, Şakik Belhî, Ahmed b. Hadreveyh, Bayezid-i Bistamî, İbrahim b. Edhem.

10. yüzyıldan sonra bu ahlak seferberliği Horasan erenleri vasıtasıyla Anadolu’ya taşınmıştır. Selçuklularla birlikte bu topraklarda yaşayan insanlara sunulan tasavvufi neşve, onların gönüllerine başka kapılar açmış, böylece iç ve dış dünyadaki “âyet”leri okumaya başlamışlardır. Şakik Belhî’nin hemşehrisi Mevlana Celaleddin’in yedi yüzyıl önce Konya’da kurduğu “gönül devleti” gücünden hiçbir asırda hiçbir şey kaybetmemiş. Ahmed Yesevî’nin hemşehrileri ise Bursa’dan hem Tilemsan’a hem de Tiran’a gönül dolusu selam göndermişlerdir.

Moğollarla savaşırken şehit düşen Necmeddin Kübra’nın müridi Necmeddin Daye meşhur eseri Mirsadu’l-‘İbâd’ı Sivas’ta kaleme alırken Hacı Bektaş Veli, Makâlât’ı ile aynı eserin ikmali için çaba harcıyordu.

“Güneşin doğduğu yer” anlamına gelen Horasan’dan yani doğudan batıya olan ışık ve nur akını, asırlarca devam etti. Med Cezirlerin ardı arkası kesilmedi. Abdülkadir Geylanî’nin Bağdat’ta Ahmed Rifâî’nin Basrada, Burhaneddin Nakşibend’in Buhara’da yaktığı meşale yedi iklim dört köşeyi aydınlattı.

Bu bölgede yetişen insanların sesi ve nefesi Anadolu ve balkanlara ulaştığı gibi eserleri de intikal etmiştir. Ahmed Yesevî’nin Türkçe Divan-ı Hikmet’i Molla Cami’nin, Farsça Nefahatu’l-Üns’ü, Abdülkerim Kuşeyrî’nin Arapça Risalesi gibi yüzlerce eser bu alışverişe güç kazandırmış, hal ile kâl’in muhteşem terkibine zemin hazırlamıştır.

Osmanlı asırlarında tasavvufi kültürün hâkimiyeti kendini hissettirmiş gönül adamlarının mahabbetli sesi, meveddetli nefesi toplumun her kesimine huzur ve umut bahşetmiştir.
Bakü’de Yahya Şirvani’den, Kahire’de İbrahim Gülşeni’den, Hindistan’da İmam Rabbanî’den, Şam’da Halid-i Bağdadî’den feyz alanlar bu topraklarda ilimle irfanın fikirle felsefenin, hikmetle bed’i sanatların doyumsuz terkibini yapmış ve insanlara sunmuşlardır.


Prof. Dr. Mustafa KARA diğer yazıları