Taraf Olma

Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Ziya Paşa

 İçinde bulunulan –dar ve geniş anlamda- çevreyi doğru algılamak, yorumlamak, o çevrede yaşayanların sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve psiko-sosyal açıdan doğru tanımlarını yapmakla ancak mümkün olabilir. O takdirde aynı çevreyi paylaşan insanlar birbirleriyle diyalog kurabilir, geliştirebilir ve birbirlerine olan mesafelerini belirler ve bilinçli bir zeminde münasebetlerini medeni ilişkiler atmosferinde devam ettirebilirler.

‘Diğer’in kendini emniyette hissettiği ortamlar, karşılıklı farklı olanların birbirlerine olan mesafelerini ve konumlarını açık, net ve riyasız bir şekilde belirlemelerine imkân sağlar. İki yüzlülükten uzak, medeni, kendine güvenen, şahsiyet sahibi fertler de böylesi mümbit toplumlarda yetişir.

Bu gibi toplumlarda yetişen insanların beyanları anlamlıdır. Kendini rahatça tanımlayamayan ve ifade edemeyen kişilerin ne kendi davranışları ne de başkalarının onlara tavrı gerçekçi bir düzlemde gelişemez. Zira dış dünyaya yansıyan bu davranışların ne kadarı onların hür iradelerinin ürünü ve kendi tercihleridir, ne kadarı içinde bulunduğu şartların dayatmalarıdır, bilinemez.

Ana hatlarıyla ifade etmek gerekirse Hz. Peygamber’in getirdiği mesajın omurgası, insanın hür iradesiyle fikrini, düşüncesini, inancını ilan etmek suretiyle, kendi öz benliğinin ortaya çıkarılması üzerine oturtulmuş değerler sistemidir. O’nun söylediği ilk söz ile son sözün muhtevası, ortaya konmak istenen ilk tavırla son tavır aynı kalmış, özetle; özü-sözü bir, ilk ve son sözü hep aynı olmuştur. İlk davranış “Oku!” emri, diriliş ve aksiyon terennüm ederken, son davranış, ölüm, dönüş ve muhasebeyi fısıldamaktadır. İlk sözel emir, kendi kimliğini açıkça beyân etmeyi ve başkalarının dayatmasına boyun eğmemeyi haykırırken, son emir de her şeyin rabbi olan Allah’a güvenmeyi ve O’ndan başkasına iltifat etmemeyi baş tacı edip öğütlemektedir.

Yerini ve konumunu bu kadar kesin ve keskin belirleyen bir anlayış, inanç ve düşünce önderinden eğilip bükülme beklenemez. Ancak insan kimliği ve haysiyetine bu kadar vurgu yapan önder ve örnek şahıstan “hoşgörü ve müsamaha” beklenir.

Savaşı da barışı da bu zeminde meşru ve mubah hatta kutsal saymaktadır. Savaşı savaş gibi, barışı da barış gibidir. Herkese engin rahmetin kapılarını açan, barış ve mutluluk getiren Nebi, aynı zamanda bir savaş peygamberidir. Zira herkes nasihatten anlamaz. İyi söz, kötüleri adam etmeye yetmez. Bu gibiler için söylenmiş ne güzel sözdür;

 

Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,

Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

                                               Ziya Paşa

 

Ne gereksiz yere savaş çığırtkanlığı, ne de dünyayı yakıp yıkarken barış nutukları atmak riyakârlığına düşülmemelidir. O Nebi açıkça; “Savaşı arzu edip düşmanla karşılaşmayı isteyip temenni etmeyiniz. Ama şartlar gerektirip de karşılaştığınız zaman, adam gibi savaşın. Arkanızı dönüp sakın kaçmayın.” buyurarak savaş konusundaki tavrını belirlemiştir. Savaş, barıştan anlamayanların insanlığı sürüklediği mecburi istikamet, kan ve gözyaşı girdabıdır. Ondan kaçamazsınız. Kaçarsanız bir daha barışın yüzünü göremezsiniz. Maalesef istenmese de şu an yeryüzünde varlığını ve istiklalini sürdüren milletler savaşa hazır olan milletlerdir. Zira sonsuz barış için savaşa her yönüyle hazır olmak gerekmektedir. Barış güzel nutuklarla, edebî hitabe yarışmalarıyla elde edilip muhafaza edilemiyor.

Anlamsız ve riyakâr söylemlerle savaşırken ve hatta soykırım yaparken bile barıştan söz etmek, olsa olsa 21. asrın nifak ve ikiyüzlülüğünün ar ve namus sınırlarını dikkate almadığının bir göstergesidir. Hoşgörü ve barıştan söz etmeyi hiç eksik etmeyen medeni dünya!

Yeryüzü kaynaklarının büyük bir kısmını savunma ve savaş sanayine harcadığını, akıttığı gözyaşı ve kanı mizana çekmediğini gizlemeye çalışsa da beceremediğini fark etmektedir. Barıştan yana tavır sergileyenler savaş ekonomisi uygulayarak kalkındıklarını saklamaya çalışsalar da, masum ve mağdurların sesi daha gür çıkmaktadır.

Hemcinslerini yiyerek semirmeye çalışanlar insandan çok pranhalara uygun bir erdemsizliğin içinde olduklarını savunmayacak kadar evrime uğramışlardır. Bu oluşumun yeryüzündeki sermayedarları ve uygulayıcılarına bakılırsa, Kur’ân’ın dikkat çektiği bu kitleler ve onlarla ezeli ve ebedi mücadelenin devam edeceği gerçeği aşikârdır.

Zulüm var oldukça, zulme karşı direnç ve erdemli duruş da devam edecektir ve etmelidir. Müslümanın mücadelesi de adalet ve zulüm mücadelesidir. Direnci kırmak için başka şekillerde yorumlansa da bu böyledir.

İslâm’ın savaşının, bir din savaşı olduğunu söylemek kadar büyük bir zulüm olamaz.

O, herkesin kendi inancını hür iradesiyle belirlemesi gerektiğini dünyanın kulaklarını patlatırcasına haykırırken, hala sağır gibi davranmak, kötü niyetli olmaktan başka ne ile izah edilebilir?

İslâm’ın bir din değiştirme savaşı yapmadığının en açık delillerinden birkaçı, onun özgürlükler ve insan hakları, savaş suçları gibi kavramların olmadığı çağlarda bile soykırım, kadın, çocuk, savaşla ilgisi olmayan din adamlarının katledilmesini ve şehirleri, ibadethaneleri ve çevreyi yıkıp-yakıp yok etmeyi savaş suçu saymasıdır. Hangi medeni dünya! bu cesaret ve erdemi gösterebilmiştir?

Hz. Peygamber, bütün insanlığı kucaklamaya çalışırken unutulmamalıdır ki o bir taraftır. Kendi inanç ve düşüncesinin adamı ve adaletin tarafıdır. Hep adaletten, masum ve mağdurlardan yana taraf olmuştur.

Zira yüce Yaradan onları haktan, adaletten yana olmak için görevlendirdiğini,

Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. (Yûnus, 47)  hitabıyla beyan etmiştir.

Hz. Peygamber de:

Zayıf ve güçsüzlerin eğilip bükülmeden, itilip kakılmadan hakkını alamadığı bir toplum huzur bulmaz/ bulmasın!” (İbn Mâce, Sadakat/17) demek suretiyle yerini ve tarafını açıkça ortaya koymuştur.

İnsanî erdem ve faziletler manzumesi olan Kur’ân-ı Kerim’de taraf olma ve sosyo-kültürel çevre ile ilgili, örnek şahsiyet Hz. Peygamber’e şu bilgi ve emirler verilmektedir:

“Sana inmesini pek de ummadığın bu Kitâb, Rabbinin bir rahmetidir. Sakın kâfirlerin yanında yer alıp onlara arka çıkma!” (Kasas, 28/86)

“Barış imzaladığın bir toplumun ihanet ve antlaşmaya muhalefetinden çekinir korkarsan, sen de onlara antlaşmayı iptal ettiğini bildir. Allah hainleri sevmez.” (Enfâl, 8/58)

“Eğer düşmanların barıştan yana tavır alırlarsa, sen de barışçı ol!” (Enfâl, 8/61)

“Pek azı hariç, yahudilerden daima bir ihanet görürsün. Ama yine de onları affet, aldırma. Allah güzel davrananları sever.” (Mâide, 5/13)

“İnsanlar arasında adaletle hükmedesin diye sana kitabı indirdik. Hainlerden taraf olma! Ayrıca hıyanet edenleri savunma!” (Nisâ, 4/105)

“O kâfir ve münafıkları gördüğünde, görünüşleri hoşuna gider. Onları bir adam sanırsın, konuşunca da sözlerini dinlersin. Onlar, ruhsuz kalaslar gibidir. Yürekleri korku dolu, her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Gerçekte onlar düşmandır. Kendini onlara karşı koru. Allah onların canlarını alsın. Nasıl bu kadar insafsız ve ödlek olabiliyorlar.” (Münâfikûn, 63/4)

“Sana karşı her türlü entrika ve düşmanlığı reva gören kâfir ve münafıklara karşı mücadele et ve onlara karşı aynı sertlikle mukabele et! Onların yeri cehennemdir.” (Tevbe, 9/73)

“Ey Peygamber! Savaş kaçınılmaz olduğunda mü’minleri savaşa teşvik et. Savaştan kaçmasın ve çekinmesinler. Bilesiniz ki, kararlı ve sabırlı yirmi kişi onlardan iki yüz kişiye, yüz kişi onlardan bin kişiye bedeldir ve galip gelir.” (Enfâl, 8/65)

Kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Onların eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.(Ahzâb, 33/48)

“Din ve inançlarını laubali ve lâkaydi biçimde oyun ve oyuncak edinenleri bir tarafa at.” (Enâm, 6/70)

“Bir başka gerçek de şudur ki, dinlerine uymadıkça yahudi ve hiristiyanları asla memnun edemezsin. Doğru yol Allah’ın sana indirdiğidir. Bütün bunlardan sonra onların arzularına uyacak olursan hiçbir dost ve yardımcın kalmaz.” (Bakara, 2/120)

“Sana bu kitabı Allah’ın izni ve müsaadesiyle bir hidayet rehberi olarak getiren Cebrail’dir. Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikail’e düşman olursa bilsin ki, Allah ta kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara, 2/97)

“Yahudi ve hıristiyanlara de ki; ‘Allah bizim de sizin de Rabbiniz olduğuna göre niçin bizimle tartışıyorsunuz? Bizim yaptıklarımızın hesabı bize, sizin yaptıklarınızın hesabı da size aittir.” (Bakara, 2/139)

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından dökülen sözlerinden bellidir. Kalplerinde sakladıkları düşmanlıkları ise daha da büyüktür.”  (Âl-i İmrân, 3/118)

“Siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız. Onlar ise, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar; kinlerinden kahrolup gebersinler!” (Âl-i İmrân, 3/119)

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü, şefkatli, kâfirlere karşı onurlu bir toplum getirecektir. Onlar, Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınamaya da aldırmazlar. Sizin dostlarınız ancak, Allah’tır, Resulüdür, Mü’minlerdir. Kim Allah’ı, Resulünü ve Mü’minleri dost edinirse bilsin ki, üstün gelecekler onlardır.” (Mâide, 5/54)

“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitâb verilenlerden dininizle alay edenleri ve kâfirleri dost edinmeyin! Namaza çağırdığınız zaman onu da alay konusu yaparlar. Bu onların düşüncesizliklerinden kaynaklanmaktadır.” (Mâide, 5/57)

“Ehl-i Kitâb’a de ki: Yalnızca Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz?” (Mâide, 5/59)

“Allah ve Resulü’nden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere, bir ihtar ve ültimatom! Ey müşrikler! Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki, Allah kâfirleri rezil ve perişan edecektir. “Allah ve resulünün müşriklerle hiçbir ilgisi yoktur.” (Tevbe, 9/1-3)


Prof. Dr. Ali AKYÜZ diğer yazıları