Divan

Divan-ı Kebir den / Nasıl Oluyor da Seni Bu Kadar Seviyoruz!

Divan-ı Kebir den / Nasıl Oluyor da Seni Bu Kadar Seviyoruz!

“Ey Can! Ey bütün canların, can oluşuna sebep olan, ey canlara kanat verip, onları ötelere uçuran azîz varlık!

Seni Görmediğimiz Halde,

Nasıl Oluyor da Seni Bu Kadar Seviyoruz!

 

“Ey Can! Ey bütün canların, can oluşuna sebep olan, ey canlara kanat verip, onları ötelere uçuran azîz varlık!

Seninle beraber olunca ziyandan korkulur mu?

Ey bütün ziyanları kâra döndüren Sevgili…

Ey elimize çalışma anahtarı veren ve onunla bütün dünya kapılarını açtıran Dost!

Sen bizim aramızda, bizim gönlümüzde değilsen, o çalışma gücünü bize vermiyorsan, biz ne sebeple dünya işlerine kendimizi vermişiz, didinip duruyoruz?

Nişanı, izi olmayan, kadehsiz sunulan şarabı içmemiş olsaydık, bu nişanlar, belirtiler, bu duygular, bu sezişler nereden gelecekti?

Allah’ım, sen bizim vehmimizin, şüphelerimizin dışındasın, ama bu şüpheleri, bu vehimleri veren kimdir?

Sen dünyamızdan gizliysen, gözümüze görünmüyorsan, etrafımızda gördüğümüz güzellerin güzelliklerin, güzel eserlerin yaratıcısı olduğun için Sana karşı duyduğumuz hayranlık duygusunu kimin yüzünden hissediyoruz?

Görmediğimiz halde neden Seni seviyoruz?

Ey yok gibi görünen azîz varlık!

Biz birer gölge varlığız, biz yoğuz.

Var olan, eserleri ile kendini hissettiren ebedî ve sonsuz varlık SENSİN.”

 

 

Gel, Aklı Sarhoş Edelim, Uyutalım…

 

“Gel sevgilim gel; seninle, sevdayı da deliliği de yakıp yandıralım. İçki yerine her an kan dalgası içelim.

Hayır, kan dalgasını bırakalım da, cehennem alevlerini içelim. Mest olalım, kendimizden geçelim, kendimizden kurtulalım, yücelere çıkalım, gök kubbesini delip yırtalım, ötelere gidelim.

Zevali olmayan sem’e, can ışığına gökyüzü yarar mı? Sem-i can gökyüzüne ne yapsın? O gökyüzüne çıkabilir mi?

Şu iki baş aşağı gelmiş kandil gibi solgun ışıklar saçan güneş ile ay onun ne işine yarar?

Bu beyitler bize Şeyh Galip hazretlerinin;

 

Giydikleri afilab-ı numuz

İçtikleri sule-i cihan-suz

 

beyti ile;

 

Bir şulesi var ki çem’-i canın

Fanusuna sığmaz asumanın

 

beyitlerini hatırlatmıyor mu?

Hırsızın elini kesmek adet değil midir?

Gel sevgilim, biz de seninle Allah’ın bir lütfu olarak başımıza gelen gamı çalan o gam hırsızının elini keselim. Çünkü o, bizim pek zavallı olan hiç gücü kalmamış, yüzlerce defa zayıf düşmüş bulunan aklımızı da çaldı.

Hırsızın elinden kurtardığımız akıl başımıza bela olmasın diye, ancak padişahların içtiği saf şarabı onun kadehine dökelim de, o hünerli aklı sarhoş edelim, uyutalım.

Onu uykuda bile rahat bırakmayalım. O hırsız, sarhoş olur olmaz ona sopa çekelim, dayak atalım. Çünkü o çok hileler bilir, çok büyüler yapar ve bizi hak yolundan alıkor.

Gerçi o pek kurnazdır, cin fikirlidir. Hilecilerin ustasıdır. Ama o, zamanımız insanlarının hilelerini ne bilecek?

Çünkü zamanımızda, insan şekline girmiş şeytanlar aramızda dolaşmaktadır.

Dayak attığımız aklı kendi haline bırakmayalım, bu defa onu başka türlü bir şarapla öyle sarhoş edelim ki, öyle kendinden geçirelim ki, kendine gelince, bulunduğu yere nereden, hangi yoldan geldiğini bilemesin.”


Divan diğer yazıları