Divan

Ben çok eskiden sana gönül vermiştim, şimdi gel de sana canımı vereyim

Ben çok eskiden sana gönül vermiştim, şimdi gel de sana canımı vereyim

Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik

Ben çok eskiden sana gönül vermiştim, şimdi gel de sana canımı vereyim. (c.I, 16)

• Ey Yusuf, gözleri görmeyen Yakub’a gel. Ey gözlerde gizlenmiş olan İsa, sen de şu gök kubbenin üstünden bir görün...

• Ayrılıktan ötürü gündüz karardı, gece gibi oldu. Gönlüm yay gibi idi, inceldi ok gibi oldu. Dertli Yakup ihtiyarladı, ey genç Yusuf artık gel!

• Ey îmran oğlu Musa! Senin Hakk’a yalvarman için, ne Tûr-i Sîna’lar var! İsrailoğulları buzağıya tapıyorlar. Artık Tûr-i Sîna’dan dön! Bizi kurtarmaya gel!

• Benzim safran gibi sarardı. Boynum büküldü, çene düştü. Beden mezarında sıkıştım kaldım. Ey ruhu darlıktan kurtaran, rahata kavuşTûran! Gel, beni benden, beni bedenden kurtar!

• Hz. Muhammed’i gözleyen gözüm, gamınla sana müştakım diyor. “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” ayetinin sırrı, gel de o dağınık saçlar arasından yüzünü göster!

• Sen, öyle büyüksün, öyle büyük bir nur kaynağısın ki, şu güneş senin nuruna karşı sanki akşam kızıllığı, ey bütün dünya padişahlarını geride bırakan, aziz varlık, ey Hakk ile gören göz, ey her şeyi bilen gönül, gel!

• Dünyada mevcut bütün canlar, sana karşı canlıktan çıkıyorlar, beden oluyorlar. Hâlbuki sen, cansın, canlar canısın, cansız beden ne işe yarar? Ben çok eskiden, sana gönül vermiştim. Gel, ey sevgili gel de şimdi sana canımı da vereyim!

• Ey sevgili, ilacım de sensin, çarem de sensin. Yüz parça olmuş gönlümün nuru da sensin, çaresiz gönlümde, senden başka ne varsa hepsi yok oldu, beni kimsesiz bırakma! Gel!

 

 Bu hoş koku, Yusuf’un gömleğinin kokusudur yahut da Mustafa’nın (s.a.s) hırkasının kokusudur. (c.I, 12)

• Ey bahçeleri güldüren, çimenleri gebe bırakan âşıkların ilkbaharı, bizim sevgilimizden haberin var mı?

• Ey âşıkların feryadına koşan hoş kokulu rüzgâr! Ey candan da mekândan da temiz olan aziz varlık, sen neredeydin? Nerede kaldın, seni göreceğimiz geldi?

• Ey Rum diyarının da, Habeş diyarının da fitnesi olan rüzgâr, şaşırdım kaldım, bu pek hoş, bu pek güzel koku, ya Yusuf’un gömleğinin kokusudur yahut da Mustafa’nın (s.a.s) hırkasının kokusudur.

• Ey doğruluk ırmağı, sen bizim sevgilimizin arkından akıyorsun, sen getirdiğin hoş kokularla gönüllerin Tûr-i Sîna’sı oluyor, canlara can katıyorsun…

• Ey sözü, konuşması, bütün davranışları, halleri hoş olan sevgili! Ey ayların, yılların kendine kul oldukları güzel, senin ayın da hoş, yılın da hoş. 

 

Gül de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin! (c.I, 29)

• Ey perdenin arkasından ışığı, nuru görünen sevgili, senin ışığın, sıcaklığın bize yaz mevsimi oldu, bizim de yaz mevsimi gibi gönlümüz sıcak, gel bizi al, gül bahçemize kadar, çek götür!

• Gel, gel de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin. Koruklar tatlılaşsın, üzüm olsun, ekmeğimiz pişsin.

• Ey can güneşi, ey gönül güneşi, ey güzelliği ile güneşi bile utandıran güzel, gel,  gel de bizim zavallı halimizi gör, şu balçık beden, canı nasıl tutmuş bırakmıyor?

• Yüzünün sevdası ile dikenlikler, nice defalar gül bahçesi haline geldi de güzel yaratma gücüne olan imanımızı artırdı.

• Ey ebedî aşk! Şu gönlümüzde kendini gösterip, canımızı balçık zindanından kurtararak, tek olan, eşi olmayan Allah’a yönelttin.

• Ey nurlar saçan sabahımız! Gamlı ve kederli olduğumuz zamanlarda gönlümüzdeki gam dumanlarını dağıt, bize şevk ver, neşe lütfet! Talihimizinkaranlık gecesinde; bir gündüz, görülmemiş, işitilmemiş, şaşılacak bir gündüz meydana getir.

• Nerede o gözler ki onu izlesin; nerede hakîkatleri duyacak kulak, burhanlar düşünecek akıl?

• Cüzler külle gidiyor. Reyhan reyhana, gül güle kavuşuyor, her şey bizim dikenliğimizin hapishanesinden kurtuluyor.” diye can diyarından davul sesleri gelmeğe başladı.

 

*Divan-ı Kebir


Divan diğer yazıları