Zülcenâheyn

Tayy-i Zamân, Tayy-i Mekân

Tayy-i Zamân, Tayy-i Mekân

Zamanı kat etmek, zamanı dürmek mümkün mü?

Bu tabir iki ayrı kelimeden meydana gelmektedir. Bunlar “tayy” ve “zaman” kelimeleridir.

Tayy; dürülmek, kat etmek gibi anlamlara gelir. Zaman da Türkçemize de geçmiştir, manasını bilmeyen yoktur.

İkisini birleştirip de yalın olarak tercümesini verdiğimizde; zamanı kat etmek, zamanı dürmek anlamına gelir.

Tasavvufta; bir velinin, yaşadığı zamanın dışına çıkarak daha önce meydana gelmiş hadiselerin yaşandığı döneme gitmesidir.

Böyle bir kimsenin, belki birkaç yüz sene önce cereyan eden hadiseleri aynen görmesidir.

Bu bir savaşsa o andaki savaşı, askerleri, kimlerin ölüp kimlerin kaldığını… kendisine lütfu İlâhî olarak gösterilen miktara kadar ne gösterilmişse onu görür. Bu da çok kısa bir anda olur.

Diyelim ki asrımızda yaşayan bir veli, böyle bir nimete nail kılındı ise bu Cenâb-ı Allah’ın kudretini gösterir. Akla hiç uzak değil, hele iman ve itikada hiç mi hiç uzak değildir.

Düşünelim ki, CD ve kasetler vasıtasıyla bugün düğünler, dernekler, toplantılar ve benzeri cemiyetler kayda geçiriliyor, elli-yüz sene sonra bunların seyredilmesi mümkün oluyor.

“Teşbihte hata olmaz” demişlerdir. Kâinatın, yerin-göğün ve din gününün sahibi olan Allah, fâni olan kulun yaptığının en güzelini yapmaya muktedir değil midir?

Eskiden veliler için öyle denilirdi. Hasır üzerinden Mısır’ı seyrederdi.

Yani seccadesinde oturur, Mısır veya başka yerler kendisine gösterilirdi. Oralara gider, çarşı-pazarlarında gezer dolaşırdı. Evliyâullâh menkıbelerinde bunun gibi birçok misal bulmak mümkündür.

Tayy-ı mekân ile ilgili bir olay zamanın büyük velisine atfen şöyle anlatılır.

Yer Trabzon… Büyük veli “Haçkalı Hoca” veya “Haçkalı Baba” diye bilinen zat… (kuddûse sırruh)

Çok tayy-i mekân yapan bir veli.

Sâlih bir arkadaşın rüyasında görüp anlatışına göre “münâkalât vekili” yani ulaştırma, nakliye bakanı.

Bugünkü kullanılan anlamda değil. Çok yer değiştirdiği için o arkadaşımıza rüyasında öyle gösterilmiş. Çok tayy-ı mekân yapan bir zat.

Tarihi tam tespit edemedim. Ama ağızlarından, güvenilir şahitlerden hem de yüzlercesinden dinlenmiştir.

Belki tarih 1940-1950 veya 1955 araları olabilir.

Trabzon’un iki önemli meşhur camisi var. Birisi Çarşı Camii, diğeri Meydan Camii diye bilinen ama asıl adı İskenderpaşa Camii olan cami ki, İstanbul’da aynı ad ile anılan bir cami vardır. Yaptıranlarına nisbeten bu ad ile anılmıştır.

Günlerden Cuma… O gün iki camide de vaaz vardır. İki caminin cemaati Cuma çıkışında yolda birbirleriyle karşılaşırlar. Müthiş bir vaaz dinlemişlerdir. Öyle ki tüyleri ürpermiş, heyecan dorukta… Tam manasıyla ruhları saran bir konuşmadır bu. İki ayrı camide namaz kılan cemaatin birbirleriyle konuşmaları şu tarz içerisinde geçer:

“Bugün çarşı Camii’nde Haçkalı Hoca’nın vaazını dinledin mi?” Diğeri ise:

“O, bugün Meydan Camii’nde idi. Ben onun konuşmasını dinledim. Ama ne konuşma idi! Keşke sen de bulunsaydın!”

Mesele sonradan tahkik edilince anlaşılmıştır.

Hoca bir keramet göstermiş, ateşli bir konuşma yapmış, aynı anda ayrı iki camide, tayy-ı mekânla bulunmuştur.

Daha sonraları bu, âdeta bir darb-ı mesel halinde, olmayacak gibi görünen bazı işlerde;

“Yoksa sen bir anda iki ayrı yerde olan filanca hoca mısın ki, o yerlerde olabiliyorsun” şeklinde hem ibretli, hem de hayret veren olaylar için kullanılır olmuştur.

Yeri gelmişken aynı zat; telsiz, telgraf ve telefonun icat edilip yaygın hale gelmesinden sonra şöyle derdi:

“Rabbim! Adına, kudretine kurban olduğum Allah’ım! Aldı kullarından, verdi tellerine. Çünkü şeyh-i kâmil, müridleriyle çok uzaklarda bile olsa Cenâb-ı Allah’ın izin ve müsaadesiyle, telefon telsizin olmadığı dönemlerde kalpten kalbe haberleşme imkânına sahip idiler.”

Bunları okuyunca “nerde öyle şeyh, öyle derviş” diyesi geliyor insanın.

Bazen şeyh-i kâmil, müridde bu evsaf yoksa bunları tahakkuk ettirmez.

Yine bir diğer olay…

Ulaşım imkânlarının çok kısıtlı olduğu sahil şehirlerinde, bu zamanda ulaşım vasıtası olan gemi ile ulaşım yapıldığı dönemlerde, bir liman şehrinden şeyhini görmeye giden müridinin kokusunu alan şeyhi, yanındaki dervişlerine müridinin ismini söyleyerek,

“O geliyor, onun kokusunu alıyorum” der ve bir keramet izhar ederdi.

Hakikaten hesap olunur, iki şehir arasındaki mesafe hesaplanır, 7-8 gün sonra mezkûr mürid çıkagelirdi.


Zülcenâheyn diğer yazıları