Mizan

Zaman, Tasavvuf Zamanıdır

Zaman, Tasavvuf Zamanıdır

“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o, onlardandır.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031)

“Zaman tasavvuf zamanı değil, imanı kurtarma zamanıdır”sözünün Said Nursi’ye (ö.1960) ait olduğunu risale-i nur isimli eserlerinde defaatle geçmesinden anlamaktayız.

Tasavvuf, zamanı geçen bir şey midir? İman veya tasavvuf birbirlerinin ikamesi olan şeyler midir? Ya da bu iki ifade, birinin olması öbürünün olmamasını gerektiren şeylerden midir? Bu durumun zaman ile olan bağlantısı nedir? Görülüyor ki söz bu haliyle, kuvvetle muhtemeldir ki ya reddiye ya da tevil istemektedir. Aslında her iki halde de, bu hususu ilim ehline havale etmek daha doğru olacaktır.

Bizim bu yazımızdaki maksadımız ise, bu sözün “ne manaya geldiğini” izah etmek veya reddiye yazmak değil; bilakis mümkün-mertebe “ne manaya gelmediğini” izah etmeye çalışmak, bu söze dayanarak oluşabilecek yanlış anlaşılmaları gidermek, fitneye ve hatta küfre düşmeye sebebiyet verebilecek bakış açılarının yanlışlığını ortaya koymaktır.

İtikat âlimlerimiz, iman kelimesine farklı bakış açıları ile –özde olmasa da sözde- farklı anlamlar vermişlerdir. İman, en sade bir tanımıyla amel ve ahlaktan başkadır. Kelime-i şehadeti dil ile ikrar ve kalp ile tasdik etmekten ibarettir. İmanın diğer bir tanımı da amel ve ahlakı içine alan bir terim olmasıdır. Aslında bu ikinci tanım, bir öncekine göre “kâmil iman” ile ifade edilebilecek bir tanımdır. Fakat “imanı kurtarmak” ifadesiyle, imanın birinci tanımı kast ediliyor olmalıdır.

Tasavvuf ise nefsi ıslah etme ve hakiki imanı elde etme yoludur. Tasavvuf yollarının kaynağı Kur’an ve Sünnettir. İslam kültüründe tasavvuf ve tarikat kelimeleri; sünneti seniyyeye ittiba, takva, güzel ahlak, zikrullah gibi kelimelerle sıklıkla kullanımları sebebiyle aralarında sağlam bir rabıtayı, bir kaynaşmayı da beraberinde getirmiştir. Bu cihetle “zaman, tasavvuf zamanı değildir” sözü ile “zaman; zikrullah, sünnete ittiba, takva, güzel ahlaklı olma zamanı değildir” şeklinde yapılabilecek çıkarımların itikadî açıdan tehlikesinin ne denli büyük olacağı da görülmektedir.

Zaman nasıl bir hâl alırsa alsın, hangi yüzyılda yaşarsak yaşayalım; Kur’an ayetleri ve Kur’andan sonra en güzel sözler olan Hadisi Şerifler, insanlığın kurtuluşunun ve huzura ermesinin yollarını, şimdiki zamanın getirdiği ve kıyamete kadar devam edecek zamanların getireceği buhranlardan çıkış kapılarının anahtarlarını bizlere bildiriyor.

Yüce Rabbimiz (c.c) buyuruyor:

“… Dikkat ediniz! (Başka bir şeyle değil) Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur, (huzura erer, sükûnet bulur.)”(Rad,28)

Peygamber Efendimiz’den (s.a.s) rivayet edilen bir hadis-i şerifte de:

“Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (bk. Muvatta, Husnü'l Halk, 8;Müsned, 2/381) buyrulmuştur.

İslam’ın iman, ibadet ve ahlak olarak sayabileceğimiz üç unsurundan öncelikli olanı elbette imandır. İman olmadan yapılan amellerin Allah (c.c) katında bir hükmü de yoktur. Ama İslam’dan maksat, sadece iman etmek de değildir. Bu işin başıdır. Olmazsa olmazıdır. Temel olmadan ev olmaz. Ama şu da var ki; evin temelini atmak, o evin inşası içindir. Nasıl ki bir meyve ağacı, odunundan istifade için dikilmediği gibi. Çünkü maksat semeresini alabilmektir. İslam’ın semeresi ise güzel ahlaktır.

Diğer yandan amel ve güzel ahlak, imanın korunması için birer kalkandırlar. İblis’in önceleri aslında ne itikat ne de amel cihetiyle zahiren bir kusurunun görünmemesi, fakat kibir ve hased hastalığının onun itikadını bozacak derecede bir ahlaki zafiyete dönüşmesi, üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir husustur. Demek ki sadece evin temelini atmak bizi yağmur, fırtına, can ve mal emniyeti vs. korunma ihtiyaçlarımızı karşılamaz. Elbette ki evin nihayete erdirilmesi gerekir ki maksat hâsıl olsun.

Diğer bir yanlış yaklaşım da şudur:

“Günümüz insanı materyalist oldu, artık onlara tasavvufi bir hayat tarzı olan mistik yaşamı sunmamız onlara pek çekici gelmeyecektir. Diğer yandan kişilerin benlikleri de kuvvetlendi. Mürşide tabi olmak gibi kavramlar onlara ağır gelebilir.”

İnsaf ile bakılırsa bu sözlerin de şeytanın telkininden başka bir şey olmadığı görülecektir.

Kolaylaştırmak, güçleştirmemek, müjdelemek, nefret ettirmemek… Elbette hadisi şerifte ifade edildiği üzere bu hususlar Müslümanların tebliğ düsturlarıdır. Fakat elbette ki bu güzel düsturlar, hedefe odaklanarak, kendi duruşumuzdan taviz vermek anlamında da değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o, onlardandır.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031)

İhlas sahibi bir mü’minin kişilere şirin görünmek gibi bir derdi de olmaz. Onun işi, vazifesine bakmaktır. Silah atış talimlerindeki şu usûl, aslında bizlere bir hakikati fısıldamaktadır: Hedef puslu görülür, gez ve arpacık ise net. Eğer tam tersi olursa atış, başarılı olmaz.

Zaten batıl ehline benzedikten sonra kime, ne tebliği yapılabilir? Batıl yok olmaya mecbur bir icattır. Ki zaten günümüz insanı materyalist anlayışlardan usanmış, nefes almak için mistik hayat tarzları da merakları cezbetmeye çoktan başlamıştır. Bu da olayın başka bir yönüdür.

Bazı tecdidler de kaçınılmazdır. Tasavvuf yolları da diğer ilim erbabının usulleri gibi yetkili kimselerce bazı noktalarda içtihada açık olan yollardır. Örneğin eski zamanlarda yapılabilen uzlet, çilehaneye girmek gibi nefis ıslah uygulamaları, günümüzde halk ile beraberken yaşanan sıkıntılara tedbil olunmuş ve bu uygulamalar yetkili mürşidi kâmillerce kaldırılmıştır. Fakat bu durumu “tasavvufun zamanının geçmesi” ifadesiyle dile getirmek çok yanlış olur. Güncellenemeyen, dinamik olmayan, hususen kul icadı olan bir şeyin ancak zamanının geçebilmesi beklenir.

Ahir zamanın fitnelerinin kol gezdiği günümüzde Mürşidi Kamiller, şefkat kanatlarını indirmiş, bir yandan bazı müminleri Allah dostları olarak yetiştirmeye çalışmakla beraber, diğer yandan akın akın cehennemlere koşan günümüz insanlığını kurtarmak, veli olmaları nasip olmasa bile ümmet-i Muhammed’i, “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” itikadı üzere sabit kadem tutmak adına gerekli hizmetleri de yürütmektedirler. Ehl-i Sünnet itikadını muhafaza etmeye ilaveten, hiç yoktan evliya-ı kiram hazeratına muhabbet besleyebilmek de günümüzde kendini Müslüman olarak tanımlayanlara bakılacak olursa, hiç de küçümsenmeyecek bir hizmettir.

Günümüz tasavvuf yollarındaki ehliyetsiz şeyhlere gelince… Bu kimselerin sayısı hakkında araştırmacıların verdiği rakamlar gerçekten de yüksektir. Böyle kimselerden bahsetmek; günah olmayacağı, gıybetlerine cevaz verildiği gibi bilakis toplumun bilinçlenmesine katkı sağlayacağından hayırlı bir ameldir. Ama insaf etmek gerekir ki, bunun adı da “tasavvufun zamanının geçmesi” değildir. Taşlar arasında cevherlerin azalması, taşların çokluğuna bakılarak cevherin kıymetini düşürmez. Aksine daha nadir bulunduklarından pek kıymetli olurlar. Dikene takılıp da gülden yüz çevirmek olmaz.


Mizan diğer yazıları