Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL

Rahmet Peygamberinden Esintiler

Rahmet Peygamberinden Esintiler

O (s.a.s), Allah’ın rahmetinden herkesin kana kana yararlanmasını isterdi.

Ashab-ı Kiram’ın bize haber verdiğine göre âlemlere rahmet Hz. Muhammed, insanların en güzeli, en cömerdi, en cesuru idi. Simaca da ahlak itibariyle de güzeldi. Aile hayatında mütevazı, sosyal hayatta, insanî münasebetlerde müsamahakârdı, kindar değildi, öç almak gibi bir huyu yoktu. O (s.a.s), sadece Allah’a karşı hürmetsizlik ve dinî değerlere saldırı yapıldığı zamanlarda gazaplanırdı.

Hayâ sahibi olup, bunun kişiyi olgunlaştıran ve davranışlarını dengeleyen en güzel hasletlerden olduğunu söylerdi. Azimliydi, cesurdu, sıkıntılara karşı sabırlı, tahammüllü, tedbirli, planlı idi; en zor zamanlarda bile asla ümitsizliğe düşmez, her şartta ve ortamda yapılacak bir hizmet bulur yapardı, böylece istikbale ümitle bakardı.

Cömertti, çocukları çok sever, onlarla ilgilenir, psikolojik planda onların dünyalarına girer, paylaşır, öğretir, eğitir, en iyi bir şekilde yetiştirilmeleri için çaba gösterirdi. Herkese olduğu gibi onlara da merhametliydi; onları hakkıyla sevmeyi, ilgilenmeyi, çeşitli tehlikelere karşı korumayı cehennemden kurtuluşa vesile sayardı.

Sahabe, Hz. Peygamber’in çoluk çocuğuna, diğer çocuklara, aile fertlerine, eli altındakilere, birlikte iş tuttuğu herkese merhametli olduğuna, merhametli davrandığına şahitlik ediyorlar. Gençlerin şahsiyeti, bilgi, davranış ve meslekî hayat itibariyle en sağlam biçimde yetişmelerine özen gösterirdi. Onlara hür düşünce ortamını hazırlar, fikrî şahsiyetlerinin olgunlaşmasına yardımcı olur, yaptığı görevlendirmelerle ve verdiği yetkilerle inisiyatif kullanma kabiliyetlerini geliştirirdi.

Gerek Mekke, gerekse Medine döneminde en mühim görevlerde daha çok, iyi yetişmiş genç ve orta yaş gurubunun bulunması bu açıdan fevkalade dikkat çekicidir. Bu alanda Hz. Ali, Mus’ab b. Umeyr, Sa’d b, Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. el-Avvam, Talha b. Ubeydullah, Muaz b, Cebel, Zeyd b. Erkam ve Hz. Peygamber’in tavsiyesiyle yabancı dil de öğrenen Zeyd b. Sabit söz konuşu gençlerden sadece birkaçıdır.

O (s.a.s), Allah’ın rahmetinden herkesin kana kana yararlanmasını isterdi. Toplumda birlik ve beraberliğe, mahallede komşuluk ilişkilerine önem verirdi; bütün inananları birbirine merhamette, muhabbette, lütufkârlıkta organlarından biri rahatsızlanınca diğerleri de buna iştirak eden bir vücuda, mü’minin mü’mine bağlılığını da taşları birbirine kenetli yalçın duvara benzetiyordu.

Komşular arasında güven ve huzur ortamını bozucu davranış sergileyenlerin gerçekten iman olgunluğuna erişemeyeceğini, inancın manevî hazzını gereği gibi hissedemeyeceğini söylerdi. Tertemizdi, herkesin de kıyafet, eşya, ev, sokak, çevre temizliğine özen göstermesini ister, gerek kıyafet, gerekse ev eşyasında sadeliğe, estetiğe önem verdiği kadar gönül safiyetine de aynı derecede önem verir, bu münasebetle gönül aynasını dışa yansıtan dil terbiyesine dikkat çeker; yalan, dedikodu, kovu, gıybet, iftira, fisk u fücur ve fitneyi şiddetle yasaklardı.

İncinmemek, incitmemek onun prensibiydi, başkaları ile uğraşmayı zarafete, nezakete aykırı bulurdu. Herkese, başkalarıyla uğraşmaktan vazgeçip kendi kusuruyla meşgul olmasını tavsiye eder, hiç kimse hakkında kendisine kötü bir şey ulaştırılmasına razı olmazdı, çünkü o insanlar arasına kalbi arınmış (selîm) olarak çıkmak isterdi.

Kötülüğü delilleriyle sabit olmadıkça herkes onun gözünde tertemizdi, insanlara önyargısız ve hüsnü zanla bakardı. Bu münasebetle müslümanın, elinden dilinden diğerlerinin zarar görmediği, başkalarıyla iyi ilişkiler kurabilen, ülfete, sohbete, dostluğa açık bir kişiliğe sahip olması gerektiğini vurgulardı.

O’na göre insanî ilişkilerin düzeni ve kıvamı sürekli iyi niyete dayalı yardımlaşmaktaydı. Sıkıntıyı gidermek, bir kusuru gizlemek, din kardeşine Allah için yardım etmek esastı. Böyle davrananın da sıkıntıları Yüce Allah tarafından giderilecek, kusurları örtülecekti. Yalancılık, sözünde durmamak, emanete ihanet nifak belirtisiydi. Bunlara müptela olanlara güvenilmezdi. Müslüman kişiliğine ise bu yakışmazdı.

Müslüman, güvenilir bir kişi olmalıydı. Öyle yetişmeli, öyle bilinmeli, öyle olmalıydı. Sözü dinlenen, her zaman görüşüne başvurulan, aranan bir şahsiyet olmalıydı. O, emîndi, dürüsttü, gayretliydi, planlı, tedbirli, dualı, mütevekkildi; başarı için olanca çabayı gösterir, Hakk’a teslim olur, tefvîz-i umûr ederdi.

Sağlıklı ve yaşı uygun kişilerin dilenmesine razı olmaz, böylelerini iş hayatına sevk ederdi. Her müşkili olan onun huzuruna girebilir, sorusunu sorabilir ve cevabını alabilirdi. Hastaları ziyaret eder, cenazelerde bulunurdu. Müsamahalı idi, insanların yanlışlıklarını onların kişiliklerini zedelemeden ve psikolojik bir sıkıntı meydana getirmeden umumi ifadelerle düzeltirdi, cezalandırmayı değil, ıslahı hedef alırdı. İlme önem verir, âlimlerin önemini vurgulardı. Hayatı boyunca Medine’de Suffe Okulu öğrencilerine ve öğrenci konumunda olan diğerlerine fevkalade ilgi gösterir, ihtiyaçlarını karşılar, önemli görevlerde yetkili kılarak kendilerine değer verirdi.

Annesinin şefkat ve merhametini hatırladıkça gözleri yaşarırdı. Dadısı Ümmü Eymen-Bereke’ye “Sen benim ikinci annem sayılırsın” diye iltifat eder, sütannesi Halime’ye “Anneciğim! Anneciğim!” diye nezaket gösterir, Ebû Talib’in eşi olan yengesi Fatıma Hanımefendi’yi, “O benim annem mevkiindeydi” diye hürmetle anardı. Kayınvalide durumundaki hanımlara ve genel olarak bütün hanımlara nazik davranır, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenir, problemlerini çözmek için elinden gelen gayreti gösterir, dînî hayatın gelişiminde, İslâm’ın tebliğinde, sosyal hayatın akışında onlara gereken önemi verirdi. Onun zamanında hanımlar dinî, sosyal ve kültürel hayata en etkili biçimde katılırlardı. Cuma, bayram ve diğer vakit namazlarına şevkle iştirak ederler, Hz. Peygamber’e dînî alanda bilmediklerini serbestçe sorarlardı. Hz. Peygamber bundan çok memnun olurdu. Böylece sosyo-kültürel hayatta hanımlar kanalıyla bir canlılık ve coşku hissedilirdi.

Gururu, kibri sevmez, mağrur ve mütekebbir davranmayı yasaklardı, aksine tevazuun en güzel örneklerim verirdi. Alışverişini kendisi yapar, aksine ısrar olsa bile eşyasını bizzat taşımayı tercih eder, ölçü ve tartıda doğruluğa dikkat çeker, aksine davrananların, aldatanların, kandıranların imanda olgunluğa erişemeyeceğini belirtirdi. En hayırlı kazancın kişinin kendi el emeği ve alın teriyle kazandığı şey olduğunu, rızık temininde helal yoldan ayrılınmamasını hatırlatırdı. Bir kişinin pazarlığı sonuçlanmadan aynı şey için pazarlığa girişilmesini, müşteri kızıştırılmasını, üreticinin malının hile ile ucuza kapalı imasını, satılan malın kusurlarının gizlenerek olduğundan farklı gösterilmesini, işçiye haksızlık yapılmasını, bir malı ucuzken toplayıp pahalanınca piyasaya sürülmesini, halkın ihtiyaç duyduğu maddelerin toplanmasını (karaborsacılığı ve stokçuluğu) doğru bulmazdı.

Alışverişte dürüstlüğün bereket vesilesi olacağını, zengin tacirin dînî duyarlılığın bir gereği olarak dînî, içtimaî, malî sorumluluklarının gereğini yerine getirmesinin uygun olacağını, borcun bir ihtiyacı gidermek için alınabileceğini ve zamanında geri ödemenin yapılmasını, darda kalan iyi niyetli borçluya ise mühlet verilmesinin uygun olacağını, yalan yere yemin ile malın sürümünü artırmanın bereketi yok edeceğini, ölçü ve tartıda hilenin toplumların helakine sebep olacağım, üretimi standartlara uygun olarak sağlam yapmak gerektiğini, işin sağlam ve dikkatli yapılmasının Hakk Teâlâ’yı hoşnut edeceğini sık sık vurgulardı.

Kamu hizmeti yürütmekte olan devlet memurlarının bilgili, becerikli, işinin ehli, inisiyatif kullanabilecek muhakeme ve değerlendirme, analiz ve yorumlama yeteneğine sahip olmalarını, halkla ilişkilerde şefkatli, ölçülü, merhametli, tutarlı, sempatik ve hoşgörülü davranmanın uygun olacağını söyler, mesai arkadaşları arasındaki güven ve huzurun başarı ve hizmetin kalitesini artıracağını hatırlatırdı.

Kolaylaştırmak, zorlaştırmamak, müjdelemek, nefret ettirmemek ilkeleri onun kamu hizmetinde bulunanlara her zaman yaptığı tavsiyeler arasındaydı. Zamanını üçe ayırır, bir kısmını ibadetle, bir kısmını aile fertleriyle ilgilenmekle ve istirahatla, bir kısmını da halk hizmetleriyle değerlendirirdi, ancak çoğu defa istirahata tahsis ettiği sürenin yarısını da halk hizmetinde tamamlar, kamu hizmetinden yorgun düştüğü böylesine günlerin gecelerinde yorgunluktan dolayı teheccüd namazını oturarak kılardı. Evinde de hiçbir fevkaladelik göstermez, ayrıcalıklı bir davranış beklemez, ev halkının sevinç ve üzüntülerini aynen paylaşırdı.

Hz. Peygamber olumlu bir yeniliğe ve bu anlamdaki teknolojik gelişmelere her zaman açık olmuştur. O, ilk zamanlarda Mescid-i Nebî’de hutbelerini bir hurma kütüğüne tutunarak irad ederken ilerleyen yıllarda üç basamaklı minber yapılınca memnuniyetle bunu değiştirmiş, bunun gibi, akşam, yatsı, sabah namazlarında Mescid’i ilk defa Şam taraflarından getirdiği kandillerle aydınlatan zata teşekkür ve dua etmiştir.

Taif kuşatmasında (8/630) taş gülle atan mancınık, surları delmek için debbabe, kaleye yaklaşabilmek için deri kaplı yürüyen korunakları ilk defa kullanmıştır. Hz. Peygamber sürekli tavsiyeleriyle Müslümanlarda çevre bilinci uyandırmak istemiştir. Kuru ve çorak bir araziyi işe yarar hale getirene Yüce Allah’ın mükâfat vereceğini, insan ve hayvanlardan yararlanan oldukça ekene, dikene sadaka sevabı verileceğini müjdelemiştir.

Bir serçeyi haksız yere öldürenden kıyamet gününde Yüce Allah’ın hesap soracağını, kuşların yuvalarının bozulmaması, yumurta ve yavrulara zarar verilmemesi gerektiğini belirtmiş, yollarda ve insanların yaşadığı diğer yerlerde onlara zarar veren şeylerin yok edilmesini, meskenlerin çevresinin, meydanların, sokakların, park, bahçe gibi istirahat yerlerinin temiz tutulmasını hatırlatmış, kuşların üreme mevsiminde avlanma yasağı koymuş, Medine ve Taif civarında bazı yeşil alanları korumaya alarak park statüsü uygulamıştır.

Hülasa Efendimiz (a.s), insanlık için bir rahmettir, en güzel bir örnektir.


Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL diğer yazıları