Peygamberimizin Duygusal Anları
Resûl-i Ekrem’in huzuruna gelmiştim...
Peygamber Efendimiz (s.a.s), Yüce Allah’ın en sevgili kuluydu, pek kıymetli bir elçisiydi. Beşeri yönüyle ümmeti için üsve-i hasene/en güzel örnek olan Efendimiz (a.s); gerek kendi hayatında, gerekse insani münasebetlerde zaman zaman hüzünlü ve duygusal anlar yaşamıştır.
Hz. Peygamber’i namaz kılarken gören bir sahâbi, izlenimlerini şöyle anlatıyor:
“Resûl-i Ekrem’in huzuruna gelmiştim. Bu esnada namaz kılıyordu. Üzerinde sanki bir ağlama hâli vardı. Bu durum, o kadar belirgindi ki, kendisinden çıkan ses, ateş üzerine konmuş kaynayan çömleğin kaynamasından hâsıl olan seda gibiydi.” (Tirmizî, 53; H. M. Raif Efendi, Muhtasar-ı Şemâil-i Şerîf Tercemesi, s.221; Hüsameddin Nakşibendî, Şerh-i Nakşî, 257.)
Bundan anlaşıldığına göre Peygamber Efendimiz, kullukta kemâl-i huşu sahibiydi. Her iki cihanın sevgilisi ve şefaatçisi kılındığı halde, Allah (c.c.) korkusu ve O’na olan şevkinden, kalbi, galeyan halinde bulunuyordu.
Abdullah b. Mes’ud Hazretleri ise, Kur’ân okurken Peygamber Efendimiz’in gözlerinin yaşardığını söylüyor. Olay şöyle:
“Bir gün Hz. Peygamber, benden biraz Kur’ân okumamı istedi, Ben:
‘Yâ Resûlellâh, Kur’ân size vahyolunduğu halde ben huzurunuzda nasıl okuyayım?’ dediğimde,
‘Ben, Kur’ân’ı başkasından dinlemeyi severim’ buyurdu.
Bunun üzerine ben de Resûl-i Ekrem’in emrine uyarak Nisâ Sûresi’ni okumaya başladım... “...Her ümmete bir şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?” (Nisâ, 4/41) âyetine gelince, mübarek gözlerinden yaş aktığını gördüm.” (Tirmizî, 54; Raif Efendi, a.g.e., s.222; Şerh-i Nakşî, 257)
Ölüm olayları karşısındaki tavrını ve bu konudaki ağlamasını da şöyle nakledebiliriz:
İbn Abbas Hazretleri şöyle anlatır:
“Resûl-i Ekrem Hazretleri, bir kız çocuğunu kucağına aldı, bir saat kadar böyle kaldı ve kız çocuğu, ruhunu Hakk’a teslim etti. Bu sırada Ümmü Eymen yüksek sesle ağlamaya başladı. Hz. Peygamber, feryad ederek ağlamaktan onu engelleyince “Ben seni ağlarken görmedim mi ya Resûlellâh! Zaman zaman siz de ağlamıyor musunuz?” dedi. Bu esnada Peygamberimiz şu cevabı verdi: “Ey Ümmü Eymen, benim ağlayışım sabırsızlıktan kaynaklanan feryâd-ü figan tarzında değildir. Ben, merhametimden ağlarım. Şüphesiz mü’min her durumda hayr ister, hayr üzeredir. Ruhun kabzolunuşu, onun için bir hayırdır, bu yüzden Allah’a hamd eder.” (Raif Efendi, a.g.e., s.224.)
Şârih, bu konuda şu açıklamayı getiriyor:
“Peygamberimiz demek istiyor ki: “Ey Ümmü Eymen, sen ölüye ağlıyorsun, hâlbuki ölü, durumundan memnundur. Durumundan memnun olana ağlanır mı?” (Aynı kaynak)
Hz. Âişe naklediyor:
“Peygamberimiz’in sütkardeşi Osman b. Maz’un Hazretleri ölmüştü. Peygamberimiz gelerek sütkardeşini iki gözü arasından öptü. Bu sırada gözlerinden yaşlar dökülüyordu.” (Aynı kaynak)
Enes b. Mâlik (r.a.) naklediyor:
“Peygamberimiz’in kızı Ümmü Gülsüm’ün cenazesinde bulunmuştuk. Resûl-i Ekrem, kabrin bir yanına oturmuş ağlıyordu.” (Raif Efendi, a.g.e., s.225)
Bu konuda son bir nakilde bulunalım:
Peygamberimizin Mısır’lı Hz. Mâriye’den doğma bir oğlu vardı. Peygamberimiz, onu çok sevmiş ve yaşadığı sürece babalık şefkatini göstermişti. Yavrucak yaklaşık 18 aylık olunca hastalandı. Hastalığı hızla ağırlaştı. Bu esnada Peygamberimiz, oğlunu kucağına almış ve onu son defa bağrına basıp öpmüştü ve merhamet dolu gözyaşlarını tutamayarak “Allah’ın takdiri karşısında elden ne gelir ey İbrahim!” demişti. Nihayet yavrucak, ruhunu teslim etmişti ki, Peygamber Efendimiz gözleri yaşlı şöyle diyordu:
“Göz yaşarır, kalb mahzun olur. Biz Allah’ın rızasına uygun olmayan bir söz söylemeyiz. Ey İbrahim, senin ölümün sebebiyle derin bir üzüntü içindeyiz... Bu, Allah (c.c.)’ın bir emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonra gelenler öncekilere kavuşmayacak olsaydı, senin ölümüne daha çok üzülürdük oğlum!”
Gözyaşlarını gören ashâb, Peygamberimize, “bunun kendilerine yasaklanmış olduğunu” hatırlatınca da şöyle buyurdular:
“Ben üzülmeyi yasaklamış değilim, bağıra-çağıra feryâd ederek, dövünerek ağlamayı yasakladım. Bende gördüğünüz gözyaşları kalpteki sevgi ve acımanın eseridir...”
İbrahim’in naşı, mezarlığa götürüldü. Peygamberimiz namazını kıldı, kabre defnolundu. Sonra üzerine su döküldü, ayrıca bilinmesi için bir nişan konuldu. (Bk. Müslim, Fedâil/62-63)
Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL diğer yazıları
- 06 Kasım 2014 Müslümanların Sırlarını İfşa Etmek
- 03 Haziran 2014 Sümâme b. Usal’ın Müslüman Oluşu
- 08 Şubat 2014 Yâsir Ailesi (radıyallâhü anhüm)
- 17 Eylul 2013 Hicretten İbretlik Sahneler
- 25 Mayıs 2013 Hz. Ali’nin Şahsiyeti
- 16 Şubat 2013 Hz. İnsan
- 03 Kasım 2012 Örnek Müslüman
- 11 Ağustos 2012 Peygamberimizin Ramazan Müjdeleri
- 29 Aralık 2011 Devlet Adamı Kriterleri
- 05 Ekim 2011 Câhiliye Devrinde Arap Kültürü
- 28 Haziran 2011 Üç Ayların Değerlendirmesi
- 15 Nisan 2011 Peygamber Efendimizin Şefkat ve Merhameti
- 26 Şubat 2011 Vefakârların Önderi: Fahr-i Kâinât Efendimiz
- 25 Aralık 2010 Ehl-i Beyt Sevgisi
- 12 Ekim 2010 Rahmet Peygamberinden Esintiler
- 08 Ağustos 2010 Peygamberimiz (s.a.s) ve Ramazân
- 22 Temmuz 2010 Hz. Peygamberde Vefâ Duygusu
- 31 Mart 2010 Muhabbet Yeli