Genç KALEMLER

Şems-i Tebrizî (k.s)

Şems-i Tebrizî (k.s)

Sana esrârdan ve hakîkatlerden bir şey hâsıl olmuyor mu?

 

Konya’ya gelen büyük velîlerden. İsmi Muhammed bin Ali’dir. Tebriz’de doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. Şems-i Tebrîzî lakabıyla meşhûr oldu. 1247 (H.645) tarihinde Konya’da şehîd edildi. Mevlânâ’nın medresesinde defnedildi. Şemseddîn-i Tebrîzî hazretleri, Tebriz’de ilim öğrendi ve edeb üzere yetişti. Daha küçük yaştayken manevî hallere, üstün derecelere kavuştu. Kendisi şöyle anlatır:

“Henüz ilk mektepteydim. Daha bülûğ çağına girmemiştim. Peygamber efendimizin sevgisi bende öyle yer etmişti ki, kırk gün geçtiği halde, O’nun muhabbetinden aklıma yemek ve içmek gelmedi. Bazen yemeği hatırlattıklarında, onları elimle yahut başımla reddederdim. Göklerdeki melekleri ve yerde gayb âlemini, kabirdekilerin hallerini müşahede edebilirdim. Hocam Ebûbekr, hallerimi başkalarına haber vermekten beni men ederdi. Bir gün babam bu hallerimden ürktü ve beni karşısına alıp;

- Yavrucuğum! Ben senin acayip işlerinden bir şey anlamıyorum. Bunun sonu nereye varacak? Korkarım ki sana bir zarar erişir? dedi.

Ben de ona:

- Babacığım! Bir tavuğun altına konan bir ördek yumurtasından çıkan ördek yavrusunun dereye dalıp yüzdüğü gibi ben de manevî deryâya dalmış bir haldeyim, diye cevap verdim.          

Şems-i Tebrîzî hazretleri, Ebûbekr-i Kirmânî’den ve Baba Kemâl-i Cündî’den feyz aldı. Onunla beraber, Baba Kemâl’in yanında, Şeyh Fahreddîn-i Irâkî de ders aldı. Şeyh Fahreddîn, her keşf ve hâlini, şiirler hâlinde Baba Kemâl’e arz eder, bildirirdi. Bir gün Baba Kemâl, Şemseddîn-i Tebrîzî’ye;

- Sana esrârdan ve hakîkatlerden bir şey hâsıl olmuyor mu? Neden hiç söylemiyorsun? dedi.

Cevabında;

- Ondan daha çok oluyor. Fakat ben onun gibi şiir söyleyemiyorum, dedi.

Bunun üzerine Baba Kemâl;

- Allahü Teâlâ, sana öyle bir arkadaş ihsân eder ki, o senin adına her marifet ve hakîkatleri söyler, buyurdu.

 

Şems-i Tebrîzî hocalarını çok sever, derslerine çok çalışırdı. Bu bağlılık ve çalışmalarının sonunda, manevî ilimlerde yüksek derecelere ulaştı.

Şems-i Tebrîzî hazretleri dünyaya hiç kıymet vermez, haram ve şüphelilerden son derece sakınır, mübâhların fazlasını terk ederdi. Bir yerde durmaz, talebelerin bulundukları yerlere giderek onları yetiştirirdi. Bu şekilde bıkmadan, yorulmadan pek çok yerler dolaştı. Bunun için kendisine “Uçan güneş” dediler. Şems-i Tebrîzî hazretleri seyahat ettiği yerlerde, uğradığı memleketlerde iyi bir dost bulunması için duâ ederdi.

 

Aradığın Veli

Kendisi anlatır:

“Bir zaman Rabbime, beni kendi velîleri arasına koyup onlara arkadaş et” diye yalvarırdım. Bunun üzerine bir gece rüyamda bana;

- Seni bir velîye arkadaş edeceğiz, dediler. Ben de;

- Peki, o velî zât nerede bulunur? dedim. Bana;

- Aradığın velî Rum diyârındadır, dediler. Sonra onu bir zaman aradım. Bana rüyamda;

- Daha bulacağın zaman gelmedi, dediler. Bir zaman geçtikten sonra bana;

- Ey Şems-i Tebrîzî! Senin en şerefli dostun ve arkadaşın Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleridir, diye ilham edildi. Bundan sonra Rum diyârına gitmek ve o sevgili zât ile görüşmek ve yolunda başımı fedâ etmek üzere yollara düştüm.”

 

Şems-i Tebrîzî hazretleri bu ilhâm üzerine tam bir doğruluk ve büyük bir aşkla Tebriz’den Anadolu’ya hareket etti. Önce Şam’a oradan Konya’ya geldiği de rivâyet edilmiştir. Bu yolculuğu esnasında başından birçok hâdiseler geçti.

Şems-i Tebrîzî hazretleri uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra 1244 senesi Ekim ayında Konya’ya geldi. Büyük kapıdan şehre girerek bir han sordu. Gösterilen Şekerrîzân Hanına yerleşti.

Şemseddîn-i Tebrîzî önceleri çok riyâzet eder, nefsini ıslâh ile uğraşırdı. On veya on beş günde bir kerre iftar ederdi. Gıdası yarım bayat çörek parçasıydı. Onu da paça suyuna doğrar, tirid yapardı. Bir gün çorba pişiren onun bu hâlini öğrenip çorbaya biraz fazlaca yağ karıştırmıştı. Şemseddîn hazretleri bunu görünce o dükkân sâhibiyle bir daha alışveriş yapmadı.

 

Âşık Maşuka Kavuşmak İster

Şems-i Tebrîzî hazretleri her nerede bir cenâze görse;

- Âh! Bu cenâzenin yerinde ben olsaydım. Onun yerine beni defnetselerdi, derdi. Bunu işitenler;

- Niçin böyle söylüyorsun? dediklerinde onlara;

- Âşık olanlar mâşuklarına bir an önce kavuşmak isterler. Maksatlarına en kısa zamanda ulaşmaları makbûl değil midir? diye cevap verirdi.

Kendisine bir şey ikrâm etseler veya bir şey istediğinde getirseler, onlara mutlaka karşılığında bir şey verirdi. Ayrıca bu iyiliği yapanlara teveccüh ve duâ ederdi. Onun duâsına kavuşanların kalb gözleri açılır, keşif, kerâmet sâhibi olurlardı.

Şems-i Tebrîzî hazretleri güzel halleri ve kerâmetleri ile meşhûr oldu.

 

Mübarek Ceset

Şems-i Tebrîzî hazretleri, Mevlânâ’yı velîlik makamlarının en yüksek derecelerine çıkarmak için elinden gelen bütün tedbirlere başvuruyor, her türlü riyâzet ve mücâhedeyi yaptırıyordu. Günler bu şekilde devam ederken halk, Mevlânâ’nın hiç görünmemesinden dolayı Şems’e kızmaya başladı. Bir gün bu söylenenleri Şems-i Tebrîzî işitince, Sultan Veled’e;

- Ey Veled! Hakkımda yine sû-i zan etmeye başladılar. Beni Mevlânâ’dan ayırmak için, söz birliği etmişler. Bu seferki ayrılığımın acısı çok derin olacak! dedi.

1247 senesi Aralık ayının beşine rastlayan Perşembe gecesiydi. Mevlâna ile Şems hazretleri yine odalarında sohbet ediyorlar, Allahü Teâlâ’nın muhabbetinden ve çeşitli velîlik makamlarından anlatıyorlardı. Bir ara kapı çalındı ve Şems hazretlerini dışarı çağırdılar. Şems-i Tebrîzî, Mevlânâ’ya;

- Beni katletmek için çağırıyorlar, dedi ve dışarı çıktı.

Dışarda bir grup kimse, bir anda üzerine hücum ettiler. Şems-i Tebrîzî hazretlerinin “Allah!” diyen sesi duyuldu. Mevlânâ hemen dışarı çıktı, fakat hiç kimse yoktu. Yerde kan lekeleri vardı. Derhal oğlu Sultan Veled’i uyandırıp, durumun tetkîkini istedi. Yapılan bütün araştırmalarda Şems-i Tebrîzî hazretlerinin mübârek cesedini bulamadılar. Bu cinâyeti işleyenler yedi kişi idi. İçlerinde Mevlânâ’nın oğlu Alâeddîn de vardı. Yedisi de kısa bir süre sonra çeşitli belâlara yakalanarak öldüler.

Bir gece Sultan Veled, rüyasında Şems-i Tebrîzî’nin cesedinin bir kuyuya atıldığını gördü. Şems-i Tebrîzî hazretleri ona;

- Ben falan yerdeki kuyudayım. Beni buradan alıp defneyleyin, buyurdu.

Sultan Veled uyanınca, yanına en yakın dostlarından birkaçını alarak, gördüğü kuyuya gittiler. Cesed hiç bozulmamıştı. Bulunduğu yerden alıp cenâze hizmetlerini gördüler ve Mevlânâ’nın medresesine defnettiler.

***

Şems-i Tebrîzî hazretlerinin aşkla söylediği beyitlerinden bazıları şöyledir:

 

 

Bi-hamdillah direm Allah

Alıp aklımı fikrullah

Dilimde zâtın esmâsı

Bana üns oldu zikrullah

Salâtullah selâmullah

 

Bu tevhidden murâd ancak

Cemâl-i zâta ermektir

Görünen kendi zâtıdır

Değil sanma ki gayrullah

Salâtullah selâmullah

Aleykeyâ Resûlallah

 

Ben ol pervaneyim geldim

Düşüp aşk oduna yandım

Yanuban küllü yandım

Beni yaktı aşkullah

Salâtullah selâmullah

Aleyke yâ Resûlallah           

 

Gönül âyinesin sûfî

Eğer kılar isen sâfî

Açılır sana bir kapı

Ayân olur Cemâlullah

Salâtullah selâmullah

Aleyke yâ Resûlallah

 

Şems-i Tebrîz bunu bilir

Ehad kalmaz fenâ bulur

Bu âlem küllü mahvolur

Hemen bâkî kalır Allah

Salâtullah selâmullah

Aleyke yâ Resûlallah

 


Genç KALEMLER diğer yazıları