Genç KALEMLER

Tarikat-ı Kâdiriyye ve Sıdk

Tarikat-ı Kâdiriyye ve Sıdk

Hakk yolunda yürümek için sadakat ve marifet nuruna ihtiyaç vardır. Çünkü marifet güneşi ancak sıddîkların kalplerinde sürekli parlar.

     “Evvelkilerin güneşleri söndü, gitti. Bizim güneşimizse sönmez ebedî. Gökyüzünün en yüce yerinde...”

İslâm tasavvuf ve tarikat kültürü denilince Abdülkadir Geylanî ismi ilk olarak karşımıza çıkan isimlerdendir. Hazreti Pir Seyyid Abdülkadir Geylanî´nin şahsiyeti ve Kadirî kültürü, gerek ilim gerekse kültür hayatımızın ve manevi tarihimizin önemli unsurları arasında yer almaktadır.

Gavsu’l-Azam Hazretleri zâhir ve bâtın ilimlerde zirve yapmış, binlerce kişinin İslâm’la müşerref olmasına vesile olmuş ve evliya mektebi olarak nitelendirebileceğimiz dergâhında binlerce müridini kemâlâta erdirmiş abide bir şahsiyettir. Medrese ile tekkenin yan yana bulunduğu iki kanatta da hizmetini sürdüren Pir, ömrünün son nefesine kadar Hakk’a hizmet etmiş ve hayatının son anlarında  oğlu Abdülvehhab´a şu tavsiyelerde bulunmuştur:

“Takvaya ve tâata sarıl. Allah´tan başka hiç kimseden korkma. O’ndan başka hiç kimseden isteme. İhtiyacını Allah´tan iste. Her şeyi O’ndan talep et. O’ndan başka hiçbir kimseye bağlanma. Sadece O’na güven. Tevhid, tevhid, tevhid !... Her şeyin başı tevhid…”

 

İki âlem padişahı Şâh Abdülkâdir,

Âdemoğlunun serveri Şâh Abdülkâdir.

Arş, Kürsü ve Kalem´in ay ve güneşi.

Nur-i azamdan bir kalp nuru Şâh Abdülkâdir.

Bahaeddin Nakşibend

 

Abdülkadir Geylanî küçüklüğünden itibaren ilme ve tasavvuf büyüklerine karşı derin bir heves ve iştiyak duymaktadır. Zamanın ilim ve kültür merkezi olan Bağdat´a gidip ilimle iştigal ve sâlihleri ziyaret etme hususunda annesinden izin ister. Bunun üzerine annesi babasından kalan bir miktar parayı oğluna verir ve ondan her ne olursa olsun yalan söylemeyeceğine dair söz alarak, gözyaşları ile onu uğurlar. Yolda Abdülkadir Geylanî´nin de içerisinde bulunduğu kafileyi haramiler basar. Herkesten kıymetli eşyasını alırlar. Haramilerin reisi Abdülkadir Geylanî´ye nesi olduğunu sorar. O da elbisesinin altına dikilmiş bir kese içerisinde kırk dinarı olduğunu söyler. Reis önce karşısındaki gence inanmak istemez. Ama olayı tetkik edip de gencin tarif ettiği yerde paranın hakikaten var olduğunu görünce, onun dürüstlüğüne hayran kalır ve yaptığı işten pişmanlık duyarak tevbe eder.

Bu menkıbeyi bekli de bilmeyenimiz yoktur. Ancak ilim için yola çıkan ve kemalâtta “gavs” olan Abdülkadir´in, özü ile sözü ile daha yolun başında doğruluğu ilke edinmesi büyük hikmetler gizlemektedir. Bu yaşananlar tabiî ki de alelade şeyler değildir.

Peki; sıdk, doğruluk nedir? Pirimizin hayatının mihenk taşı olan “sıdk” pirimiz tarafından nasıl açıklanmıştır? Dilaver Gürer Hocanın araştırmalarından istifadeyle siz okurlarımızla paylaşmak isteriz.

“Efendim, tasavvufta sıdk; özüyle, sözüyle, fiil ve hareketleriyle, kısacası bütün yönlerden dosdoğru olmak, en küçük bir yalan ve nifak izi taşımamaktır. Sadakat, felahın müjdesidir.

Tevbe sûresinin 121. âyetinde Allahü Teâlâ:

“Ey iman edenler! Allah´a karşı takva sahibi olun ve sadıklarla birlikte bulunun.” buyurarak, inananlara hem kendi aralarında bulunan sadık, doğru, yalandan uzak kişilerle beraber bulunmayı emretmiş, hem de sıdkın kolay bir hadise olmadığını beyan etmiştir.

Âyetten sıdkın bir meleke işi, bir temrin ve riyazet işi olduğu anlaşılmaktadır. Rasûlullah´ın (s.a.s) şu sözleri de bunu doğrulayıcıdır:

“Kul doğrulukta devam eder ve doğru olmanın yollarını arar. Ta ki, Allah katında sıddîk yazılır; yalan söylemekten geri durmaz ve onun da yollarını arar. Nihayet Allah katında yalancı yazılır.” (el-Buhârî, Edeb/68)

Sadakat; sırrın, kalpte olanın dilden çıkan söze uyması şeklinde de tarif edilir. Ancak işin bir de halvet tarafı vardır. Yani insan, insanlardan uzak, yapayalnız kaldığında da Hakk´ı unutmamalı ve her halinde ona sadık kalmalıdır.

Bundan dolayı sıdk, tarikatın direğidir. Tarikat sıdk ile tamam olur ve onunla düzen bulur. Yine sıdk nübüvvetten sonraki ilk derecedir. “İşte bunlar Allah´ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdirler.” ayetinde sıdıklar nebilerden sonra ve şehitlerden önce zikredilmişlerdir.

Sadık olmanın bazı şartları vardır. Evvela sadık, dönek değildir. Sözünden dönmez. Haklı olduğu kararından vazgeçmez. “Allah´ı tevhid de sadık olan nefsinin, hevasının ve şeytanının sözüyle, vesvesesiyle dönmez. Muhabbetullah’ta sadık olan ayıp şeyleri işitmez. Onların kulağına girmesine müsaade etmez. Muhabbetullah´ta muhabbet-i Rasûl´de sadık olan salih bir kul ise münafığın sözü ile fikrinden caymaz.”

Sıdkın tevhid, ihlas, verâ ve tevekkül ile yakından ilişkisi vardır. İnsanlardan hayır işleyenler pek çoktur. Fakat günahı yalnızca sıddîklar terk eder. Sıddîk büyük ve küçük, bütün günahları terk eder ve verâya ulaşır. Sonra verâsı daha da titizleşir ve önce arzu ve istekleri, ardından da mubah ve halleri talep etmeyi terk eder. Gece ve gündüzünün büyük bir kısmını ibadet ile geçirir. Halk âdetlerini yırtar. Bu bakımdan sıdk, verâ ve tevekküle temel teşkil eder. Sıdk olmadan verâ ve tevekkül gerçekleşmez.

Sıddîklar da diğer insanlar gibi zaman zaman bela ve musibetlerle karşı karşıya gelebilir, bela ve musibetlere düçar olabilirler. Fakat onların başına gelen bu gibi hadiselerin özelliği vardır. “Hakk, kalplerini terbiye etmek için küçüklüklerinden yaşlılıklarına kadar sıddîklara, türlü belalar verir. Ne zaman ki onları bir belaya maruz bıraksa, onların sabırlarını ve ünsiyetlerini artmış bulur. Belalar, sıddîkları küçültüp kötü durumlara düşüremez, onlara yetişemez. Nasıl yetişsin ki? Bela yürüyerek gider; onların kalpleri ise kuşların kanatları üzerinde uçar. Vah, o, sıddîkların kalplerine eziyet edenlere!

Hakk yolunda yürümek için sadakat ve marifet nuruna ihtiyaç vardır. Çünkü marifet güneşi ancak sıddîkların kalplerinde sürekli parlar. Ne gece, ne de gündüz, hiçbir zaman batmaz. Sâlik bu nur vasıtasıyla emin adımlarla yolunda yürümeye devam eder. Hak tarikinin tamamı sıdktır, doğruluktur. Sufilerin sadakatinde asla yalan olmaz. Yalan söyleyen, sözünde, özünde, fiilinde doğru olmayanın sufilikle alakası yoktur.” (Dilaver Gürer, Abdülkadir Geylanî, İnsan Yayınları - 2009)


Genç KALEMLER diğer yazıları