Zakir

Âlimlerin Mürşide İhtiyacı

Âlimlerin Mürşide İhtiyacı

Ey Enes! Sen Allah Rasûlü Efendimizin ve Ehl-i Beyti’nin yıllarca hizmetinde bulundun...

Âlimler söz, davranış ve bilginin kendilerinde hâl olması, kalplerindeki bazı değişikliklerin sükûnet bulması ve ilme’l-yakin bildiklerini ayne’l-yakin görebilmeleri için ehil bir mürşide ihtiyaç duyarlar.

Nitekim Hz. Ömer el-Fârûk (r.a), Enes b. Mâlik’in (r.a) huzurunda diz çöküp, mütevazı bir edâ içinde oturdu ve:

“Yâ Enes! Siz yıllarca Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in hizmetinde bulundun, Binaen aleyh O’nun huzuru saâdetlerinde ömrünüzü geçirdin. Bu sebeple münafıkların hallerini, kalplerinde nifak bulunup bulunmadığını çok rahat kestirebilirsin. Benim kalbimde de nifak alâmeti var mıdır?”diye rica ettiği zaman, Hz. Enes hüngür hüngür ağlamaya başladı. Hz. Ömer, Hz. Enes’in bu ağıt ve gözyaşlarını kalbinde nifak izleri taşıdığına hamlederek, onu bastırırcasına daha şiddetle ağlamaya başladığında Hazreti Enes:

“Ey Ömer! Lütfen sus ve sakin ol! Fârûk olan sen bile nifak belâsından bu kadar korkmaktasın. Bu yüce hassasiyetine bakıyor ve ben kendi başıma yanıp ağlıyorum.”cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

“Ey Enes! Nifak ve imtihandan ancak müna­fıklar emin olur. Allah’ın mekr ve imtihanından emin olma!”buyurdu.

Burada söylenen nifaktan maksa­dın şirkle değil riyâ ile ilgili olduğu unutulmamalıdır.

İmam Kuşeyrî meşhur Risâle’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Tarikat şeyhi durumunda bulunan sûfîler; naklî, aklî ve zâhirî ilimleri ilme’l-yakin bilmekten, ayne’l-yakîn görme derecesine yükselmiş kimselerdir. Öyle ki, insanlar için gaybî olan bir şey, onlar için apaçık ve gözleri önünde seyredilebilir. Diğer insanlar taklit ve istidlâl, onlarsa tahkik ve vuslat ehlidir.”

“Leylâ, bizler senin güzelliğinle aydınlanmaktayız, insanlar ise karanlıkta kalmaktadır.”denilmiştir.

Fahreddin-i Râzî’den bu konuya ışık tutmak üzere şöyle bir rivâyet anlatılmaktadır.

Bağdat’a gitmek üzere yola çıkan Râzî, şehrin gi­rişine yaklaştığı vakit, ihtiyar bir kadın dışında bütün yöre halkının kendisini karşılamak üzere beklediğini görür. Kadının hayret verici bu hareketi Râzî’ye haber verilince, onun bu davranışı merakını celbetmiş ve ziyaret etmek maksadıyla yanına gitmiş, karşılamaya çıkmamasının sebebini sormuştu. Bunun üzerine kadın:

“Sana tazim ve hürmet göstererek debdebe ile karşılamanın sebebi nedir? Ne özelliğin var ki böyle davranmak gerekiyor?”şeklinde cevap verdi. Râzî ise:

“Ben Allah’ın varlığı ve birliğini binlerce delil ile ispata muktedir bir ilim adamıyım, O yüzden olsa gerek”deyince yaşlı kadın ibret verici ve düşündü­rücü şu cevabı lütfetti:

“Allah ü Azimüşşân’ın varlığı ve birliği konu­sunda bir şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Dolayısıyla O’nu ispat için bir delil ve dayanak aramak ihtiyacını da hissetmiyoruz. Zira biz Cenâb-ı Hakk’ın tevhid denizinin dalgaları arasında gark olmuş, müşahede ve vuslat ehliyiz. Siz ise taklit ve istidlâl ehlisiniz.”

Fahreddin-i Râzî, kadının marifet ve irfan dolu bu cevabını gönülden tasdik etti.

Sûfi ve meşâyih huzurunda mezhep imamları bile her zaman saygı hissi duymuşlar, onları kendi nefisleri üzerine tercih etmişlerdir. Eğer meşâyihte cezbedici böyle bir meziyet bulunmasaydı, duru­mun tam tersiyle tecelli etmesi gerekirdi. Kaldı ki, İmam Şâfii’nin ümmi şeyh Şeybân-ı Râî’ye gösterdiği saygı gözlerimizin önündedir. Bütün celâl, azamet ve büyüklüğüne rağmen Hz. Ömer el-Fârûk, Enes b. Mâlik’in önünde mütevazi bir şekilde diz çökerek oturur ve şöyle derdi:

“Ey Enes! Sen Allah Rasûlü Efendimizin ve Ehl-i Beyti’nin yıllarca hizmetinde bulundun. Muhakkak ki Allah ve Celle ve Alâ münafıkların du­rumunu ve iç görüntülerini sana öğretmiştir.”

Nitekim Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:

“Kalplerinde hastalık olanlar, yoksa Allah’ın, besledikleri kinlerini ortaya çı­karmayacağını mı sandılar? (Hem Hz. Peygamber’e, hem de mü’minlere kin besleyen münafıklar kâ­firlere yardım ediyor, buna karşılık iman ve cihat gibi İlâhi hoşnutluğa sebep olacak davranışlara yönelmiyorlardı. Bu yüzden görünürdeki amelleri boşa gitmiştir.) Biz isteseydik onları sana gösterirdik de sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki, sen onları konuşma üsluplarından tanırsın, Allah bütün işlediklerini bilir.”(Muhammed, 47/29-30)

Bu âyetin nüzulünden sonra Hz. Peygamber’e hiçbir münafık gizli kalmadı. Hepsini simalarından tanırdı.

***

Dağıstanî (k.s)


Zakir diğer yazıları