Editör

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (28)

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (28)

Muhterem İhsan Efendi oğlum,

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize ve gönlü sizinle beraber bulunan kardeşlerimizin üzerine olsun.

İhsan Efendi oğlum,

Evliyanın sözlerine kibâr-ı kelâm denir. Velîler peygambere vâris olan zâtlardır. Binâenaleyh onlar, zuhûr etmedikçe ve gönüllerine ilhâmât havale olunmadıkça mümkün mertebe söz sarf etmezler. Konuştukları zaman da bir sebebe binâen konuşur, hele hele sohbet açtıklarında yahut hitap ettiklerinde muhakkak emr-i manevî ve zevk-i ilâhî ile kelâm ederler. Evliyâullahın isimlerini bilmek, en azından tarîkinin silsilesinde bulunan ve cümle tarikat ehlinin gönül silsilesinde mevcut olan velî zâtların ismini bilmek zât-ı âliniz için elzemdir. Evvelce zikrolundu, evliyâullahın ruhları, isimleri anıldığı demde bundan haberdar kılınır, zikredildikleri meclise ilâhî rahmetle ve nurla nüzûl ederler.

Şeyhim, sultânım; fakîre şöyle tarif ederdi: Oğlum, uyuyan kuşları bilirsin, boyunlarını kanatlarının altına doğru sokar, öylece tünerler. Seslendiğin vakit hemen başlarını kaldırır, dikkat kesilirler. İşte evliyâullah hazerâtının ruhaniyetleri de böyledir. İsimleri anıldığı vakit hemen başlarını kaldırır, o meclislere ruhen intikal ederler. Tabiî ki bu sözler manevî zevki olan kalbi uyanıklar içindir. Derdimiz münkiri ikrara getirmek değildir amma hiç böyle şey olur mu, diyenlere küçük bir îkazım var. Şeytan -şerrinden Allah’a sığınırız- ismi zikredildiğinde yahut onunla alakalı bir fiil işlendiğinde hemen o mecliste hazır olur. Allah’ın lanetinde olan şeytan bile anıldığında hemencecik orada bitiveriyorsa Allah Teâlâ’nın kabz-ı rahmânında ve ikramında olan velîler niye intikal etmesin? İşte bu kadarcık söz bunu kabul etmeyen münkirlere kâfi gelir. Hz, Ömer (r.a) üç aylık mesafedeki komutanına sesleniyor ve o kumandan da Ömer Efendimizin sesini duyuyor. İşte aynı sır bu halin vârisleri arasında cereyan etmektedir, vesselâm.

Pek kıymetli İhsan Efendi oğlum,

Efendimiz (sav)’i Medine-i Münevvere’de, evinde misafir eden mihmândâr-ı Resûlullah Hz. Hâlid Ebâ Eyyûb el-Ensarî ve yine Efendimiz’in “Ne güzel kumandandır!’ diye müjdelediği Fâtih Sultan Mehmed Han Efendimiz’in makamları gözümde tütüyor. İstanbul’da yaşayan insanlar ne kadar şanslı! Her sokakta, her semtte velîler makam tutmuş. Pîr Hüsameddîn-i Uşşakî, Pîr İsmail-i Rûmî, Pîr Sümbül Sinan, Pîr Musa Musluhiddîn Merkez Efendi, Seyyîd Nizam Hazretleri, Pîr Mehmed Emîn Tokadî, Pîr Abdulehâd en-Nûr-i Sivasî, Pîr Ümmî Sinan, Pîr Muhammed Nasûhî, Bayramî ricâlinden Pîr Himmet Efendi ve Şazeliyye, Bedeviyye, Rıfaiyye ve Nakşibendiyye’nin birçok meşayihi bu güzel beldede medfundur. Bu mübarek belde-i tayyibeye şöyle bir nazar eylesen “Lâ ilâhe illallah Muhammedür Rasûlullâh” kelime-i tayyibesini aşikâre görürsün. Yeryüzünde Müslüman şehri olduğunu bu kadar bâriz vaziyette gösteren başka bir şehir yoktur dersem mübalağa etmiş olmam. Şehrin caddelerini ve sokaklarını dolaşan insanlar bile Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine ve zikrine, muhakkak bir şekilde nail oluverirler. Zikretmeden, Fâtiha okumadan burada yaşamak nerdeyse mümkün değildir. Semâlarında “Allahu Ekber” sesi, zemininde de şehit kanları vardır. İşte İstanbul’un “Dersaâdet ve Âsitâne” olarak şöhret bulması boşuna değildir.

Seyyah İhsan Efendi oğlum,

İstanbul hakkında çok güzel bir menkıbe var. Mademki yeri geldi, hem rahmete hem de ecdadımızı hayırla yâd etmeye vesile olur inşâallah. Fâtih Sultan Hazretleri İstanbul’u fethettikten sonra hocası Akşemseddîn-i Velî’ye:

“Bu fetih bize müyesser oldu lâkin merak ediyorum tekrar küffar eline geçmesi mukadder mi yahut bu beldenin Müslümanların elinden çıkmaması için nasıl tedbir alalım?” diye sormuş. Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri’nin halîfesi olan Akşemseddîn-i Velî Hazretleri bu meseleyi Cemâleddîn-i Halvetî Hazretleri’ne havale etmiş.

“Bera­berce gidelim, Hz. Şeyh’ten bunu suâl edelim.” demiş. Hz. Şeyh Cemâleddîn Aksarayî Halvetî, Fâtih Sultan Efendimizin bu sorusunu izn-i ilâhî ile şöyle cevaplamış:

“Ey oğul, bu belde-i tayyibenin (güzel beldenin, İstanbul’un) kıyamet sabahına kadar küffâr eline geçmesini istemiyorsan öyle bir nizam kur ki, her gün yetmiş bin kelime-i tevhîd bu mübarek beldenin semâlarına yükselsin. İşte o zaman düşman istilasından emin olur.” Hemen bunun üzerine Sultan Fâtih Mehmed Han, zikir halakalarının bulunduğu yerler ikame eylemiş. Meselâ Ayasofya Câmii -ki diğer adı “Câmi-i Kebîr’dir- Halvetîlere, Edirnekapusu’ndaki Kâriye Câmii ricâl-i Nakşiyye’ye havale edilmiş. Bunun gibi birçok sokak ve caddelere mescidler inşa edilmiş. Şerîat üzere bina olunan o mescidlere tarikat ehli sûfiler tayin edilmiş.

Bundan dolayı İhsan Efendi oğlum, yeryüzünde en çok câmi, mescid, tekke ve zâviye olan şehir İstanbul’dur. Hatırıma gelmişken şunu da arz edeyim:

Sultan Fâtih, Cemâleddîn-i Halvetî Hazretleri’ne hürmeten şehrin bir semtine “Aksaray” ismini ve bir mahallesine de “Sofular” ismini vermiştir. İnşâallah ziyaret ettiğinde Fâtiha ve dualarını bu mekânlarda bol bol yaparsın. Bir velîyi göçtükten sonra ziyaret etmek, hal-i hayatında elini öpmekten farksızdır.

“Görenedir görene, köre nedir köre ne…”

Cenâb-ı Hakk ziyaretle­rini şimdiden kabul buyursun. İstanbul’daki bir mühim makam da şehrin yani sur içinin en yüksek mahalli Edirnekapı civarında Hz. Pîr Nureddîn Cerrahî Efendimiz’in kabridir. Bu zât pîrimiz Ramazaneddîn-i Mahfî Hazretleri’nin yolundan gelen çok büyük bir zâttır. Hakkında muhtasar malumât yerinde olacaktır. Zîrâ bu zât hâtemü’l-mûctehidîn’dir. Tabiî şimdi bunu da anlatmak lâzım.

İhsan Efendi oğlum,

Hâtemü’l-evliyâ ile, hâtemü’l-müctehidîn ayrı mefhumlardır. Hâtemü’l-evliyâ kişinin velayet makamının nihayetinde olması manasına gelir. Yani herkesin kendine göre bir manevî kabiliyeti vardır. Bu manevî kabiliyet nisbetinde de velayet derecesi vardır. Velâyet derecesinin nihayeti nübüvvet makamı­nın başlangıcıdır. Hiçbir velî, nebî olamaz; muhaldir. Fakat velîler muhakkak nebîlerin ve bilhassa Nebiyy-i Zîşan Efendimiz’in bir cihet­ten vârisidirler. Velîler nebilerden feyiz alır, ümmetin velîleri tâbi oldukları peygamberin feyzinden hissedar olurlar. Dolayısıyla birden fazla velî hâtemü’l-velâyet makamına çıkabilir. Amma hâtemü’l-müctehidîn, tarîkatta içtihad eden pîrlerin sonuncusu demektir. Yani bu pirden sonra ehl-i tarikata yeni esmâ nizamı yahut evrâd tertibi verilmeyeceğine işarettir. Bu hazretin, Efendimiz (s.a.v) ile acayip benzerlikleri vardır. Şöyle ki:

Efendimiz’in ism-i âlisi Muhammed, peder-i muhtereminin ismi Abdullah, vâlide-i ismet penâhlarının ismi Âmine, refîka-i hür iffetlerinin ismi ise Hatice’dir. Ayrıca velâdet-i mübarekeleri (mübarek doğumları) 12 Rebîu’l-Evvel isneyn gecesidir (Pazartesi). Hâtemü’l-müctehidîn olan bu zât-ı âlinin de ismi Muhammed, babasının adı Abdullah, vâlide-i muhteremelerinin adı Emine, zevce-i muhteremelerinin adı Hatice’dir ve acayip ki veladetleri (doğumları) 12 Rebîu’l-Evvel İsneyn (Pazartesi) gecesidir.

Efendimiz (s.a.v) hâtemü’l-nebiyyîndir. Nebilerin sonuncusudur. Hazret-i Pîr, hâtemü’l-mûctehidîndir. Yani tarîkatta ictihâd edenlerin sonun­cusudur. Bu sebepten dolayı kendisine pîrlerden manevî emanetler verilmiştir. Hazret-i Abdulkâdir Geylânî saç tekbirlenmesini, Pîr Ahmed er-Rıfaî salât-ı kemâliyesini, Pîr Ahmed el-Bedevî Bedevî güllesini, Pîr İbrahim-i Dussûkî manevî terbiyesini, Pîr Bahâüddîn-i Nakşibendî aşr-ı şerifi, Pîr Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî sikke-i şerîfelerini, Pîr Sümbül Sinan dalga tevhîdini, Pîr Azîz Mahmud Hüdaî kendisinden sonra gelen altıncı postnişînine emr-i manevî ile bu hazrete mavi postunu ve daha birçok pîr manevî emanetle­rinden bir veya birkaçını bu mübarek zâta tevdi eylemiştir.

Güzel evlâdım,

Bu kubbe altında nice ehl-i hâl ve velâyet sahibi zâtlar mevcuttur. Hakk Teâlâ cümlesinin feyzinden hissedâr eylesin. Zât-ı âlinize ilk mektubumda evliyânın tarîkleri bir su kaynağının muslukları gibi yani şadırvanın çeşmeleri gibi, demiş idim. Kişi meşrebi ve mizacına göre bu kaynaklardan feyz almalı. Bu büyük zâtların bulunması ümmet-i Muhammed için rahmettir ve çok büyük zenginliktir. Yoksa falanca pîr büyük, filanca pîr ondan küçük, benim şeyhim keramet sahibi, seninkinden daha âli gibi sözleri ancak câhil-cühelâ söylerdir. Azîzler bu sözlerden ve bu sözleri sarf eden kişilerden beridirler.

Hangi Hakk kapısı olursa olsun, ihlâs ile diz çöküp o kapıdan ilâhî rahmeti kana kana almak lâzımdır. Derviş başkasıyla uğraşmaz, samimiyetle bir kapıya bende/köle olur.

Böylece cümle pîrânın feyzinden azamî müstefîd olur. Allah için birbirini seven iki kişiye bile Cenâb-ı Hakk rahmetini yağdırıyorsa hiç samimi dervişler mahrum kalırlar mı? Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Allah bilir dervişlerin halini, vesselam…”

İlâhî Yâ Rabbî,

İsmini andığımız anamadığımız, cümle ehl-i îmânın ruhlarını bizlerden hoşnud u razı eyle. Allah ve Rasûl muhabbetini kalpten kalbe, akıtan her kim varsa Efendimiz’in Livâü’l-Hamd’i altında hepsini cem eyle. Allah için hizmet eden, Rasûlullah’a âşık kulla­rınla kalplerimizi birleştirip Allah için birbirini sevenlerden eyle.

İlâhî yâ Rabbî,

Hakkı hak görüp tâbi olmakla bizi rızıklandır. Bâtılı bâtıl olarak görebilmek ve ondan kaçınabilmekle, rızkımıza mâni olacak ahvâlden bizi uzaklaştır. Bizleri hakka ve hakîkate muttali eyle. Gafletten halâs eyle. Hakk’a karşı âgah ve uyanık eyle. Cümle ihvan-ı yârânımızı gafletten îkaz eyle. Kabahatlerimizi afv ü setreyle. İçimizde ahlâk-ı rezile sahipleri var ise lütfen ve keremen hidayet eyle. Cümlemizi ve cümle Ümmet-i Muhammed’i ıslah eyle. Âhir ve akıbetlerimizi hayreyle.

Sübhâne Rabbike Rabbi’l-izzeti ‘ammâ yasifûn ve selâmün ‘ale’l-mürselîn ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.


Editör diğer yazıları