Tasavvufa Dair

Kul farz ibadetlerinde olduğu gibi, ahlâkını güzelleştirme hususunda da sabretmeli ve istikâmet göstermelidir.

Yaşantımızda her alanda bir öğrenme zorunluluğu içerisindeyiz. Dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren anne-baba ve içerisinde bulunduğumuz çevreden farkında olarak veya olmayarak birçok şey öğrenir, bir eğitim sürecinden geçeriz. Basit anlamda kaşığın nasıl tutulması gerektiğinden yaşamımızı sürdürürüz. Okula gitmeden matematik, edebiyat öğrenemeyiz. Bir eğitmenin bilgi ve tecrübesinden faydalanmaya her alanda ihtiyaç duyarız.
 
Durum böyleyken ahirette sonsuz bir hayata iman eden biz Müslümanların hiç şüphe yok ki çıkacağı mutlak olan bu uzun yolculuk içinde birtakım hazırlıklar yapması gerekir. Bunun yolu da KUR’AN ve SÜNNET ışığında tefsir, hadis, fıkıh, kelâm gibi o alana dair bilgi ve tecrübesiyle söz sahibi olan üstatlardan ders alıp onların tecrübesinden istifade etmekten geçer. İnsanın ruhunu eğitmesi, nefsine dur diyebilmesi, hakikat hedefine ulaşabilmesi ancak manevi bir terbiye ile mümkündür.
 
Rehberlik eden, kılavuz, önder manasına gelen Mürşitler, manevi öğretmenlerdir. Bir mürşitle gönül bağı kurup, ahlâkını terbiye etmek isteyen kişiler, bilhassa günümüzde çok dikkatli olmalıdırlar. KUR’AN ve SÜNNETE aykırı hiçbir yol hak değildir ve kabul edilemez. Ancak unutmamak gerekir ki güneş balçıkla sıvanmaz. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Mevlâna Celâleddin-i Rumî, Yunus Emre, Aziz Mahmut Hüdaî gibi nice büyük şahsiyetler, tasavvuf hamurunda yoğrulup yetişmişlerdir.
 
Ebu Ali Dekkak şöyle ifade etmiştir. “Bir ağaç onu diken ve bakan biri olmadan kendi başına büyürse, yaprak açar fakat meyve vermez, verse de tadıyla yenmez.” Aynı şekilde müridinde her zaman kendisinden terbiye ve feyz alacağı bir üstadı yoksa o, nefsinin kötü arzularına kulluk eder, tek başına ondan bir kurtuluş yolu bulamaz. Öyleyse HAKK yoluna çıkmaya talip olan bir mürit, İslâm’ı, RASULULLÂH (s.a.v)’in bildirdiklerini bilmeden, ALLAH’ın hükümlerine teslim olmadan, ibadet ve taati ciddiye almadan mürit olamaz . Kadın olsun, erkek olsun her Müslüman muhakkak dinini öğrenmelidir.
 
Zaten imtihan edilmek üzere geldiğimiz bu dünya hayatında pek tabii birçok sıkıntılara göğüs geriyoruz. Aslında rızaya talip olan mürit, bu sıkıntılarla en doğru şekilde nasıl mücadele edeceğini kalp tabibi olan Mürşidinin tasavvufi öğretisi üzerine yaşamaya çalışarak öğrenir.
 
Sufilikte “kapı eşiği” anlamına gelen derviş kelimesi, derviş olanın, kapı eşiği gibi ayaklar altında çiğnense bile, bütün sıkıntılara katlanması gerektiğini ifade eder. Bu sebeple eskiler kapı eşiğine dervişe olan saygıdan dolayı edeben ayakkabı koymazlarmış.
 
Elbette kulun sıkıntılara katlanması kolay değildir. Bir mürşidin terbiyesinde yetişmeye çalışan dervişlerin önlerinde uzun ve zorlu bir yol vardır. Ancak HAKK rızasına talip olan müridin gönlünde de  mürşidine karşı duyduğu sevgi ve hürmet vardır. Bir de o mürşidin tasavvufi öğretisi ile kuvvetlenen manevi destek hissi bu yolda müridin azığıdır. Öyle ya.. İmam Ebu Bekr b. Furek ‘in buyurduğu gibi; 
"Çekiç darbelerine sabretmeyeceksen, niçin örs oldun?" 
 
Zülcenaheyn Hazretlerinin buyurduğu gibi ; “ Ağır ağır giden yol alır, hızlı giden yolda kalır .” Kul farz ibadetlerinde olduğu gibi, ahlâkını  güzelleştirme hususunda da sabretmeli ve istikâmet göstermelidir.
 
Tasavvuf, keşif- keramete ermek için çıkılan bir yolculuk değildir. Tasavvuf yolunun büyükleri ; “ Asıl keramet, istikamettir. “ buyurmuşlardır. Kerametler, rüyalar, bir takım olağanüstü haller, bu yolda var olabilecek hususlarsa da asla gaye değildir.
 
Asıl gaye iyi bir kul olup, rıza-yı  ilâhiye ermektir. Ebedi saadet yurduna kavuşmaktır. Cenab-ı Hak ; “ Bana yönelen kimsenin yoluna uy.”  (Lokman 15 ) diye emretmiş, diğer bir ayet-i kerimede ise; “ Ey inananlar! ALLAH´ tan sakının ve doğrularla beraber olun .” (Tevbe 119) buyurmuştur.    Kâmil bir mürşit bulmak zordur. Bulduktan sonra bu nimetin kadrini bilmek ve ondan istifade etmek gerekir. Her çiçekten bal alınmaz derler. Kişi önce mürşidine bağlanmalı ve sözünde sadakat göstermelidir. Çatal kazık yere batmaz, iki kalpli yola gelmez, denilmiştir.
Bağlılık, bağlılık, bağlılık…
 
Yüce ALLAH Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:  ”Ey iman edenler! Sözlerinizi yerine getirin.) (Maide 1)
 
O halde bağlı bulunduğu yola sadakat göstermek cümle müridana gerektir. Kur’an ve sünnet ışığında gidilen bu yolda ALLAH (c.c) hepimizin yâr ve yardımcısı olsun. İnsanların birbirlerinin hak ve hukukuna saygı göstermediği, sudan sebeplerle kavgaların, cinayetlerin işlendiği, şiddetin arttığı, bir ilim kapısı olan tarikatların hor ve hakir görüldüğü, ehil olmayan insanlar tarafından kirletilmeye çalışılan bu temiz okyanusun kıymetini önce kendimiz anlamalı daha sonra da anlatmaya gayret etmeliyiz. Tasavvuftaki naif düşünce sistemi duyguların hunharca katledildiği bu çağa bir ilaçtır aslında.
 
Anadolu’da; “Ana doğurur, baba doyurur, mürşit yoğurur.” derler. İnsan-ı kâmil olabilmek için vücudumuzla birlikte ruhumuzu da beslemeliyiz.” Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Ahmet b. Hanbel 2/381) buyuran Rasulullâh (s.a.v)’in açtığı yolda, O’nun izinde yürümeliyiz. 
 
Bu yolun mahsuplarından, mensuplarından olabilme duası ile. ALLAH (c.c) hepimize yol selâmeti versin. AMİN.                                                                                 
                                                                                                        
       


Yeşim Gezmiş TORTUM diğer yazıları