Editör

Sohbet, Abdülkâdir GEYLÂNÎ (k.s)

Sohbet, Abdülkâdir GEYLÂNÎ (k.s)

İslâm olunuz ve günahlarınıza tevbe ediniz.

Peygamber (s.a.s) Efendimiz şöyle buyurur: “İslâm dinini kabul etmiş biri, herhangi bir şahsa zenginliği için saygı gösterirse dininin üçte ikisi gider.

Ey ikiyüzlüler! Bu yüce kelamı işitiniz. Bu hadîs-i şerifte belir­tilen saygı, sadece önünden kalkmak manasını taşır. Kişi ya orucunu, na­mazını ve haccını zengin kişiler için yaparsa ne olur? Ya akşam sa­bah o zenginlerin eteğini öpen dindarlara (!) ne buyrulur?

Sizin ne Peygamber’den haberiniz var, ne de O’nun kelamından… İslâm olunuz ve günahlarınıza tevbe ediniz. Ancak imanınızı hâlis tevbe kurtarır. İkan duygunuz, o zaman büyür. Tevhid haliniz gelişir, bütün varlığı ile sizi arşa çıkarır.

Ey evlat! İman bahçene bakar, ağaçlarını büyütürsen, Hakk seni maddî varlığından alır. Artık ne kendi dış varlığına, ne de başkala­rına ihtiyaç arz edersin. Ve çalışmanın, kazanmanın hakikî yolları­nı öğrenirsin, hiç birinde hakikî tesir görmezsin. Seni Hakk (c.c) doyurur, kalbini ve sırrını da nurla doldurur. Kapısı önünde oturtur, zikir, ülfet hâlleri ile zengin kılar. Yakınlığı sayesin­de kimseden bir şey talep etmez olursun.

Dünyadan bol nasip alıp onunla meşgul olana bakma. Elinde maddî varlık taşıyana göz atma. Senin bakışların onun içine ağırlık verir. Her bakışında ‘elimde olanı alacak’ diye çekinir, ruh sıkıntısına düşer, ayrıca onu üzüntüye soktuğun için hata etmiş olursun.

Ey bilgi iddiasında olan, dünya ehlinden mal talep eden ve bil­gisini paraya çeviren! Allah, seni bildiklerinle batırıyor, ilmin bere­keti senden gitti. Özün çürüdü, kabuğu kaldı.

Ve sen ey Hakk’a kulluk eden… Hâlbuki kalbin kullara bağlı. On­lardan bir şeyler bekliyor, herhangi bir isteğini vermezler diye kor­kuyorsun. Dıştan Allah içinmiş gibi görülen kulluğun, içten halk için oluyor. Her arzun ve çaban, kulların elindekine göre. Onların elinde bulunan saman çöpü kadar kıymetsiz şeylere tenezzül ediyor­sun. Onların övmesini, yüceltmesini bekliyorsun. Onların kötüleme­sinden ve seni bırakıp gitmesinden çekiniyorsun. Elindekini alırlar diye titriyorsun. Onlardan alacağın bir şey için, sabahlara kadar uy­kunu kaçırıyorsun. Ümitlerini o kadar uzatıyorsun ki, hile yapmaya mecbur kalıyorsun. Kapılarına gittiğin zaman, içinden gelmediği hâl­de ince ve yumuşak konuşuyorsun. Sebebi; sana bir şeyler versinler.

Yazık sana, için bozuk olmuş. Hep gösteriş peşindesin. Din yoluna girişin babadan kalma gibi. Kendini İslâm’ın emirlerine veremi­yorsun. Kalplerde dönüp dolaşanı bilene karşı büyüklük satana yazıklar olsun. Hain göz taşıyana yazıklar olsun. Dilinde “Allah, en büyüktür.”, kalbinde “Hayır, yaratılmışlar daha büyüktür.” diyene yazıklar olsun.

Kalbinde böyle şeyler varsa dön, tevbe et. İyi işleri sadece dün­ya için yapma. Halka gösterişe kalkma. Yalnız Allah’ın pâk vechini dileyenlerden ol. Yaratıcının hakkını öde. Övülmek için iş yapma. Vermek-al­mak ümidini gönlünden at.

Rızkın azalmaz ve çoğalmaz. Hakkında hükmedilen, hayır ve şer gelecekse gelir. Bunları düşünüyorsan, yazık… Hırsını azalt. Ümitlerini kıs. Ölümü göz önüne al. Bunları yapar­san ıslâh olursun. Bütün hâlinle dinî emirleri yerine getirmeye ça­bala.

Ey cemaat! Yanımızda İslâm dinine uyan bir hâliniz kalmadı ki. Onu, zahirde elinizden bıraktınız. İç âleminize zaten geçemediniz. Nefsin hilesine kandınız. Allah’ın hilmine aldandınız. Her gün biraz daha dinden uzaklaştınız. Allah Teâlâ Hazretleri’nin hilmi sayesinde bu âlemde gazaba da uğramadınız. Bir gün burayı bırakır, öbür âleme göçerseniz. O gün Mevlâ her yanınızdan tutar, azaba atar.

Ölüm gelir, kabre inersin. Oranın sıkıcı darlığına uğrarsın; be­lânı bulursun. Oradan kolay kurtulmak yoktur. Kıyamet kopmayınca oradan çıkarılmazsın. Kıyamet oldukta sana haber gelir; kalkar, kör pişman gidersin. İğneden ipliğe hesaba çekilirsin. Saati ve daki­kası ile her yaptığın işin hesabını verirsin.

Sen, boş bir put gibisin; kuru deriden ibaretsin. Ne manan var ki? Kuvvetin de yok. Yalnız ateşe yararsın. Kulluğuna bakılsa ihlâs yok. Hâlbuki ihlâs ibadetin ruhudur. Ruhsuz olan şey Hakk’a ya­ramaz. Yaptığın kullukla birlikte ateşte yanacaksın. Yalnız yanmak­la olsa neyse; ayrıca yapılan sitemli çıkışların verdiği sıkıntı da ca­ba. İhlâsla yapılmayan hiç bir şeyin faydası olmaz; bunu iyice bil.

Sen çalışan ve istediğine erensin, ama neye? Dünyada bol bol ça­lışıp yorulan, boş yere kendini yorduğu için de öbür âlemde ateşe atılan… Ancak tevbe seni kurtarabilir, ölüm gelmeden, tevbe et, kurtul. Tevbeni iyi yap. İhlâsa sarıl. İmanını tazele, Allah’a dön. Ölümün gelmesini bekleme, ölüm anında bütün kapılar yüzüne kapa­nır, tevbe etmeye gücün yetmez olur.

Allah’ın ihsan kapısı kapanmadan önce, kalp adımlarınla Allah’a açıl. Allah’ın ihsan kapısı kapanırsa, nefsin sana yük olur. Malın ağırlık verir. Kuvvet işe yaramaz bir yük olur. Elinde bulunan hiç bir şeyin yararını göremezsin. Altınların sana put oldu. Bütün düşüncen paraların. Bunlara dalıp Hakk’ı unuttuğun için yakında fermanın verilir. Bu hâlinden utanmaz mısın, yazık sana?

Dükkânını ve malını, çocukların rızkı için çalışma vesilesi yap. Çalışırken din emirlerini unutma. Sakın, malın ve dükkânın tesirini görme. Kalbini Allah’a bağla. Tevekkül sahibi ol.

Senin ve çocuklarının rızkını Allah’tan dile. Çalışmanda da fazla bir tesir görme. Sen bir vesilesin. Kalbini Allah’a verirsen, yakınlık bulursun, Hakk’la ülfet edersin. Kalbin zengin olur. Yavruların gözü tok olur. Her ümit kalbine verilir. Ve denir; “Şu sana, şu da çocuklarına.”

Bugün şirk içindesin. Anlattığımız makama bu hâlinle eremez­sin. Bütün dünyayı verseler gene de doymuyorsun. Kalbini kilitle. Yabancı her şeyin ona girmesi ümidini kes. Ora­ya yalnız Hakk Teâlâ’nın zikrini koy, yeter.

Yaptığın hatalar için tevbe üstüne tevbe et. Kötü işlere cesaret ettiğin ve kötü edebin için pişmanlık üstüne pişmanlık duy. Kötü iş­lerine ağlamayı arttır. Elinde mal varsa, biraz fakirlere dağıt. Ya­kında onları bırakıp gideceksin. Dünyadan göçeceğine inanan iman sahibi cimri olmaz.

İsa peygamber ve şeytan arasında geçen şöyle bir konuş­ma anlatırlar. Hz. İsa:

Halktan en çok kimi seversin?” diye sorunca şeytandan şu cevabı almıştı:

İmanlı olmakla beraber cimri olanı.” Bundan sonra sevmediği kimseyi sordu:

Cömert olan fâsık/günahkâr kişiyi sevmem.” cevabını aldı. Bunun sebebini sordu. Şeytan onu da şöyle anlattı:

İmanlı cimri, bir gün cimriliği sonunda imanını kaybedebilir; fâsık kişi ise, cömertliği yüzünden iyilere katılabilir.

Dünya ile yalnız dünya için meşgul ol. Çalışmak, kazanmak iyi­dir. Çünkü Hakk’a kulluk için yardımcı olur. Ama sen, bu iyiliği unuttun. Bütün servetini günah işlemekte harcadın. Çalışmak için namazı ve diğer hayırlı işleri bıraktın. Malın zekâtını vermedin. Dai­ma isyan bayrağı çektin. Kulluk yolunu tutmadın. Çalışman, yol kesicillk gibi bir şey. Yakında ölüm gelir. Onun gelişi iman sahibini sevindirir, küfür ehlini ürkütür, münafıkları korkutur.

Peygamber (s.a.s) Efendimiz şöyle buyurur: İman sahibi öldüğü zaman, Mevlâ’sının iyiliklerini görür, yaptığı iyi işlerin karşılığını seyre dalar. ‘Ah, dünyada biraz daha kalsaydım; hayır işlerimi artırsaydım’ der.

Tevbe edip sebat eden nerede? Yaptığı hatalar yüzünden Yaratan’dan utanan nerede? Her hâlinde O’nu gözeten, ne oldu? Yalnız kaldığı zaman ve herkesin yanında olduğu zaman, harama bakma­yan nerede? Kalp ve kalıp gözünü günahtan ayıran nerede kaldı?

Peygamber (s.a.s) Efendimiz: Bu iki göz zina eder. buyurur. Gözün zinası harama bakmaktır. Gözlerin günde kaç defa zina ediyor, biliyor musun? Kadınlara ve çocuklara kötülükle bakıyorsun. Allah Teâlâ’nın şu kelâmını işitmedin mi: İman sahiplerine söyle, gözlerini çevirsinler. (en-Nûr, 24/30)

Ey çaresiz, sabırlı ol. Dünyanın çaresizliği çabuk geçer. Yüce Peygamberimiz (s.a.s), Hz. Âişe’ye şöyle buyurdu: Yâ Âişe, dünyanın acılığını, âhiretin iyiliği için iç!

Çalış, geçmişte verilen hükme güvenme. Orada isminin hangi defterde yazıldığını bilemezsin. Şaki veya said olduğunu göremezsin. Bu sır, ilâhî bilgi hazinesinde saklıdır; karışma, karışacak olursan dinden çıkarsın.

Çalış, yapacağın işler acı gelse de yap. Geçmişte verilen hüküm, seni ilgilendirmesin. Yapacağın işlere bak. O derin bilgiyi ne sen, ne de başkası bilir. Buna ‘kader bahsi’ denir. Kader ilmini ne sen tam bi­lirsin; ne de başkaları.

Allah yoluna baş koyanlar, dünya yatağını dürdüler ve Mevlâ’­nın huzurunda durdular. Hep günlerini O’nun uğruna harcadılar. Dünyadan ancak geçim miktarı aldılar. Onlar, keyif için yemek ye­mezler. Zarurî ihtiyaçlarını alırlar. İbadetlerine iyi niyetle kuvvet verirler. Şeytan mekrinden, şehevî duygularını esirgerler. Her husus­ta olduğu gibi, şehvet duygularında da Yaratan’ın emrini gözetirler. Hz. Peygamber’e uymaktan geri durmazlar. Bütün meşgaleleri, emri tut­mak, sünneti yerine getirmek. Onlar gayretli kişilerin başında gelir, feragatleri tamdır.

Allah’ım, bizi onlardan eyle, onların bereketini bizden uzak kıl­ma. Âmin!

Ey evlat! Dünya sevgisi içini sardıkça, sâlih kulların hâlini gö­remezsin. Halktan bir şey umdukça kalp gözlerin açılmaz olur. Dün­ya ve âhireti kalbinden atmadıkça, manevî hâllerden sana söz düş­mez. Hak yolunda cihad ehli ol. Böylelikle başkalarının görmesine im­kân olmayan şeyi görürsün. Âdet harici kerametler senden zuhur eder.

Küçük hesapları bırak, büyükleri kendiliğinden gelmeye başlar. Her hâlinde Allah’a dayanırsan, açık ve kapalı yerlerde O’na isyan etmekten çekinirsen, tahmin edemediğin yerden rızkın gelir. Sen elindekini bırak, daha iyisini alırsın. Henüz olgun olmadığın için istiyorsun, sonra bunu da bırakırsın.

Dünyada bırakılanları öbür âlemde alırsın. Bu yola ilk girenler, şehvet duygularını ve diğer dünyalık işlerini zorla bırakırlar. Gayret sarf eder, kalplerini esirgerler. Sonra korkmadan nasiplerini alır yer­ler. Çekinmek, ittikâ sahiplerinin vasfıdır. Korkmadan ölmek ise Allah yolunda varlıklarını harcamış olanlara haktır.

Ey gösterişçi, ey içi dışına uymayan, ey şirkçi! Büyüklere zahmet verme. Elden kaçırdığınızı bulmak için onlara yanaşmayınız. Onların hâline ermeyi aklınıza getirmeyiniz. Elinizde bulunan yaramaz şey­ler, sizi onlarla olmaktan uzak kılar. Onlar âdetleri ve resmî hâlleri bıraktılar. Sen onların bıraktığını kaptın. Şüphesiz onlar tarafından bırakıldığı hissini duyan şeyler, kendiliğinden ayrılıp gitmiştir. Çün­kü onlarda, yoktan gayri şey kalmayacaktır.

Sen uyuduğunda onlar uyanıktı. Sen bol dünyalık içinde iken onlar oruçlu gezdiler. Sen emniyet içinde iken onlar korkarak ağla­dılar. Her şeyini saklarken onlar varlarını dağıttılar. Onlar işlerini Hakk uğruna yaptılar, sen kullara gösteriş yaptın. Onlar Hakk’ı ara­dılar, sen başkasını. Onlar işlerini Allah’a ısmarlarken sen tek başı­na yapmaya kalktın. Hakk’a cephe aldın. Onlar dillerine sahip oldu­lar; Hakk’ı kullara kesmediler. Sen onların yapmadığını neden yap­tın? Acılara sabırla karşı koydular, tatlı oldu. Kudret bıçağı onları kesti, ama aldırmadılar. Etleri doğranırken hiç bir üzüntü duymadı­lar. Çünkü yapanı biliyorlardı. O’nun uğruna varlığını harcayan, yaptığı ufak darlığa dayanamaz mı? Halk, o büyüklerin dilinden emindir. Onlardan hiç bir kula eziyet gelmez.

Büyük insanlar, karıncayı dahi incitmezler. Bu sözü o büyükler­den biri demiştir. Çünkü o karınca ufacık hâli ile çalışmaya bakar. Büyük insan, o karıncanın halkla iyi geçim ettiğini görür. Kendi ara­larında yine hoş geçim üzere olduklarını görür. Hâli böyle büyük olan küçük mahlûka eziyet edilebilir mi hiç?

Büyük insanlar her şeyle iyi geçinirler. Bu yüzden Hakk yakınlığına ererler, hoş olurlar. Öbür âleme göçünce, cennetin güzel nimet­lerini görürler. Allah Teâlâ’nın kelâm sıfatının tecellisini orada sey­rederler. O’nun zâtına varır, verdiği armağanı kabul ederler.

Ey zavallı! Anlattığımız büyüklerden sana bu hâlinle nasip gel­mez. Tevbe ile uğraş. Günah kirlerini yıka. Rabb’ine karşı seni rüsva edecek şeyi bırak. O’nun yasak ettiği şeyleri yapma. Kötülük etme, cüretini bir yana at. Allah’tan utanılır; kullardan O’nun kadar utanılmaz. Her şeyden önce O’nun varlığı vardır. Bütün varlığın sahibi olandan utanmalısın. Varlığı sonsuz olan zâttan utanarak hatalarını bırakmalısın. O Ke­rimdir; zulmü sevmez. Zalimlik sıfatı başkalarına yüklenir. O’nun zenginliği sonsuzdur. Kâinatta olan her şey O’na muhtaçtır. O’nun âdeti vermek, başkalarınınki ise almak. Bütün ihtiyaçlarını O’na arz et. Başkasından istemek iyi olmaz. O, hepsinden yücedir. Yaptığı işler delilin olsun. Çizdiği yolları aşma. O’nun takva yoluna koş. Tak­va üzere olursan O’na varırsın. Yapılmış şeylere gönül kaptırma. O’na varmak için delil ara. Yalnız O’nu an, âhireti de bırak. Dünya ve âhiret metaından sana meyilli olan gelir, seni kaybetmez. Hakk’ın zâtından gayri şeyleri bir yana at. O’na güven, kalbini üzüntülerden temizle.

Kalbin, Yaratan’a götürecek delili sana göstermiyorsa akılsız bir yaratıksın. Bulunduğun karanlık âlemi bırak; akıllı olan kişileri ara. Akılları, onları Mevlâ’ya götürmüştür. Aklın ne olduğunu onlardan öğren. Onların gösterdiği akılla nefsini tanı.

Ömrün sona eriyor, bundan haberin yok. Yazık sana… Öbür âlem­den ne zamana kadar yüz çevireceksin? Dünyaya daha ne kadar sa­rılacaksın? Sana yalnız acınır. Yiyeceğini başkası almaz. Yerin cen­net ise ne âlâ, gidersin. Cehennem ise ona da gidecek yine sensin. Gaflet seni tapuladı. Hevâya esir düştün. Bütün derdin yemek, iç­mek, evlenmek, uyumak ve kötü arzularına kavuşmak.

Çalışman, münafık ve müşriklerinkine benziyor. Tek karnın doy­sun; ister helâl, ister haram olsun düşünmezsin. Sanki kalbini diril­tecek bir dine sahip değilsin.

Zavallı kişi, nefsinin perişanlığına ağla! Bir çocuğun ölse, kıyamet kopmuş gibi gözyaşı akıtırsın. Kalbindeki inancın ölürse hiç düşün­mezsin; ne ağlar, ne de aldırış edersin. Aklın yok, olsaydı dinsizliğe ağlardın.

Sermayen var fakat hiçbir zaman onunla iş tutmak aklına gel­medi. Kalbindeki hayâ duygusu ve başındaki akıl birer sermayedir. Sen, onları iyilik için kullanmaya hiç bir zaman kalkmadın.

Bilgi ile amel etmedin. Aklından fayda almadın. Yaşaman boş. O hâlde hikmet-i vücudun nedir? İçinde durulmayan eve benzersin. Yeri bilinmeyen hazine gibisin. Yenilmeyen iyi yemek neye yarar? Sen kendi değerini bilmezsin; fakat ben bilirim. Din aynası ben­de vardır. O ayna ile zahire bakılır; hüküm verilir, ilim aynası da bende var. Onunla da iç âlemin hükmü verilir.

Gaflet uykusundan uyan. Ayıklık suyu ile yüzünü yıka. Hâline bak. İslâm mısın, yoksa kâfir mi? İman sahibi misin, yoksa münafık mı? Allah’ı biliyor musun, yoksa O’na şirk mi koşuyorsun? İçinde gösteriş arzusu var mı? Yoksa ihlâsa sarılmış mısın? Allah’ın emirlerine uyuyor musun, yoksa muhalefet mi ediyor­sun? Mevlâ’dan razı mısın, yoksa O’na darılıyor musun? Aziz ve Celil olan, senin razı olmana ve darılmana bakmaz. İkisinin de faydası sana aittir.

Allah; Sübhân, Kerîm ve Halîm’dir. Her şeyi lütfü ve rahmeti deryasına almıştır. Eğer bize O’nun lütfü ve keremi olmasaydı helak olurduk. Bizim yapmakta olduğumuz hatalara karşı tam mukabele etseydi, topumuz birden yıkılırdık.

Ey evlat! Nifak, gösteriş ve unutkanlıkla ibadet edersin, bu iba­detinde iyilik umarsın. Hata ile işlediğin şeylere lütuf beklersin. O uygunsuz hâllerinle iyi kulların yanında kalmak dilersin. Sen nere­de, onları anmak nerede? Onlar gibi marifet davasına girmek sana çok ırak.

Ey sahibinden kaçan, dağınık ve perişan adam, hâlin nice olur? Şu büyük ümmetin ihlâs sahiplerinden de ayrıldın. Sana ağlanması için ağla. Musibet işlerine otur ağla. Onları gidermek için üzüntü duymazsan, yazık olur. Kötü işlerini öldür, son­ra taziyeye otur. Başkaları da sana taziyeye gelir. Senin gözlerinde perde var; bundan haberin var mı? Bazı büyükler şöyle buyurmuşlar: “Hak nurundan perdelenmiş oldukları hâlde hâlini bilmeyenlere yazıklar olsun.”

Kalbin nerede? Aklın kime takıldı? Kime hâlini şekva ediyorsun? Kimden yardım istiyorsun? Kiminle bu kadar uyuyacaksın? Herhan­gi bir darlığa düştüğün zaman, kime dayanacaksın? Bu hâlinle hep yalnız kalacaksın. O büyükler, gafletin için, sana yardımcı olmaya­caklar. Ne dilersen söyle. Her sözünü bilirim. Onların yalanını, doğru­sunu çıkarırım.

Sizden doğru olanın, hizmetçisi ve kölesi olurum. O isterse, beni alır, çarşıda köle gibi satabilir. Beni kendine mal etmek isterse, ça­lışır kıymetini öderim. O doğru insan üzerimden elbisemi alsa, sesimi çıkarmam. Dilendirmek isterse yaparım. Tecrübesi kolay, arzu edi­yorsa hemen yapsın. Seni neylerim; doğruluğun yok. Sözünü tutman kabil değildir.

Tevhid ve imana yanaştığın yok. Oluk kapatan ot kadar kıymetsiz­sin. Ayrık otuna benzersin. Kurumuşsun, yalnız yanmaya yararsın.

Ey cemaat! Dünya biter, ömür tükenir. Âhiret yakında gelir; ona karşı düşünceniz nedir? Ne gibi hazırlık yapmaktasınız? Onu dü­şünmediğinizi görüyorum; bütün gayretiniz dünyada. Siz Allah’ın nimetine düşmansınız. O’ndan işinize gelmeyen bir iş gelirse, her tarafa yayarsınız. İyiliği gelecek olsa saklar kimseye göstermezsiniz. Allah’ın nimetini saklar kimseye vermez, şükrünü de edâ etmezseniz yakında elinizden alır. Peygamber (s.a.s) Efendimiz şöyle buyurur: “Allah, kullarına verdiği nimeti açıktan görmek diler.

Allah yolcuları bir gaye beslerler, kalplerine bir şey saklarlar, birçok şey değil. Onlar, ibadetlerini görsünler, işitsinler şüphesin­den beri kılarlar. Siz nifakın kulu ve desinlerin kölesisiniz. Onlar, yaptığı bütün kulluğu Rab’lerine verdiler. Kullara kulluk etmektesiniz, övülmek için iyilik yapmaktasınız. Tam kulluk yapa­cak kimse, içinizden çıkamaz. Ancak kul, Allah’ın dilediğini yapan­dır.

İnsanlara bakıyorum; sanki bana şöyle bir şeyler deniliyor: “Şuna bak: Dünyaya ibadet ediyor; dünyada kalmak istiyor. Kıyamet kopmasından ödü kopuyor. Şuna bak: Kullara kulluk edi­yor, onlardan yardım diliyor. Bir de dön şuna bak: Ateşe tapıyor, ce­hennemden korkuyor. Şu da cennet için kulluk peşinde. O, ateşe ta­parken Yaratan’ı düşünmüyor. Bu da cenneti isterken sahibini aklı­na getirmiyor.”

Halk nedir ki? Cehennemin ne önemi var? Hakk’ın gayri neye yarar? Allah Teâlâ şöyle buyurur: Onlar, yalnız Hakk’a kulluk ve O’nun uğrunda pâk, temiz ve ihlâsla ibadet yoluna girmeye emrolunmuşlardır. (el-Beyyine, 98/5)

İrfan sahibi bilgin kişiler, yalnız Hakk’a kulluk ederler. Başkası­nı bilmezler. Yaratan’ın hakkını verirler. Hakk’a yaptıkları kulluk, O’nu sevdikleri ve emrine uydukları içindir. Başka manaya gelmez. İbadet eder, O’ndan yardım isterler.

Siz suretten ibaretsiniz. Yalnız dış görünüşte varlık sahibisiniz, iç âleminiz boş. Ama o büyüklerin iç zenginliği vardır. Siz binanın dışı olabilirsiniz, onlar içi. İç yönü onlar istilâ etmişlerdir. Siz sadece bağırıp şamata edersiniz, onlar iç âlemlerine çekilir, dururlar. O yolcular, peygamberlerin sağında ve solunda yürürler. Peygamberlerin çevresini onlar sarmıştır. Peygamberlerin tattığı taamı onlar da ta­dar. İçtiği şarabı onlar da içer. Peygamberlerden öğrendikleri bilgi ile amel ederler; bu yüzden onlara vâris olurlar. Peygamber (s.a.s) Efendimiz bu manaya işaret olarak şöyle buyurur: Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.

Bu veraset peygamberlerin yoluna giden ve ilmi ile âmil olan her iman sahibine nasib olur. Bu nasip sayesinde peygamberlerin vâ­risleri olabilirler. Bu hâle ermek yalnız dış ilimle olmaz. Ona bir iç eklemek lazım olur. Senetsiz dava ispat edilemez. Amelsiz ilmin ya­rarı olmaz.

Peygamber (s.a.s) Efendimiz şöyle buyurur: “İlim ameli çağırır; icabet ederse pekâlâ; aksi halde gider. Geriye yalnız ders zahmeti kalır.Yalnız kabuğu kalır, içi bozulur.

Ey ameli bırakanlar! Hâlinize beliğ şairin süslü sözü ne fayda verebilir? Onun derin manasına nüfuz etmedikten sonra neye yarar? Kalbini temizlersen, bütün duyguların pâk olur. Kalp bütün duy­guların şahıdır. Padişah iyi olursa, iyilik bütün halka geçer, ilim kabuk, amel onun özüdür. Kabuk özün saklanması için durur, iç de yağı alınması için saklanır, iç olmazsa kabuk neye yarar? Özün yağı olmayınca onu saklamak neden gerekli olsun ki?

İlim gitmiş sayılır. Amel olmadıktan sonra ilim de yok sayılır. Bir şeyin varlığı ondan faydalanmaya bağlıdır. Faydası olmayan var, yok gibidir.

Ey bilgin kişi! Bildiklerini iyiye kullan. Dünya ve âhirette hayır bekliyorsan, bilginin gereğini yapmaya bak. Bildiklerini insanlara belletmekten sakınma.

Ey zengin, dünya ve âhirette iyilik bekliyorsan, malından fakir­lere dağıt. Peygamber (s.a.s) Efendimiz şöyle buyurur: “Hakk katında insanlar bir aileden ibarettir; içlerinde hangisi fazla iyilik yapıyorsa o daha sevgilidir.İnsanların ihtiyacını insanlarla gören ve bu hususta hüküm ve­ren Allah Sübhân’dır.

Ey zengin! Benden kaçma, senden bir şey alıyorsam senin için­dir. Ondan gelecek büyük hayır sanadır. Bana senin malından bir şey gelmez. Allah beni varlığı ile zengin kıldı ve sizin derdinizi gör­mek için gönderdi.

İbrahim Ethem, fakirlik hâli için nefsinde sabırsızlık sezer ve şöyle derdi: “Yâ Rabbi, bize bol dünyalık ver; ama kalbimizi koru. Bizi öte atıp dünyalığa rağbetimizi arttırma, onu ararken yıkılırız.

Allah’ım, verdiğin hüküm ve kader işlerinde bize lütfünü bol eyle!


Editör diğer yazıları