Editör

Köstendilli Ârif-i Billâh Halil Efendi’den (k.s) Müridi İhsan Efendiye Mektup (2)

Köstendilli Ârif-i Billâh Halil Efendi’den (k.s) Müridi İhsan Efendiye Mektup (2)

Efendi Hazretleri, merakımı mucib oldu, sizi bu kadar düşündüren nedir?

Sâdık ve sâlim İhsan Efendi oğlum!

Ârif ona derler ki; kalbi vesveseden, teşvişten (karışıklıktan) yani bulanıklıktan beri (uzak) olandır. Ve böyle ârifler, kendilerine karışık haldeki insanlar ve hâdiseler geldiğinde onları sükûnete erdirenlerdir. Binaenaleyh, (bununla birlikte) kalbinin safasını bozmayasın, bozacak meclislerden, konuşmalardan hatta imâ ve işaretlerden dahi uzak durasın. Cemiyetinde fark edilmeye başladıktan sonra nefsi için senden istifade etmek isteyenler, kör muhabbetle sana ülfet etmek isteyenler, haset veya câhilane meraklarından dolayı seninle bulunmak isteyenler muhakkak olacaktır. Temkin üzere olasın, zamanı geldiğinde bunları nasıl bertaraf edeceğini inşallahü Teâlâ size ifşa edeceğim. Böylece sizin ayırmanıza hâcet kalmadan nefsinizin ve böyle kimselerin şerrinden min tarafillah (Allah tarafından) gelen inayetle muhafaza olunacaksınız. Cenâb-ı Hakk ihlâsınızı ziyade kılarak dâim eylesin.

Bir latifeyle hem sizi neşelendirmek hem de dertleşmiş olmak isterim. Cenâb-ı Musa (a.s) Hakk Teâlâ’ya mülâki olduğunda ümmetinden şikâyet etmiş:

“Ya Rabbi, ümmetim her fiilimi çekiştiriyor! Senin izninle onlara imanı, İslâm’ı ben öğrettim, anlattım. Senin buyruklarını, ahlakını tebliğ ettim. Lâkin hakkımdaki dedikoduları, arkamdan konuşmaları beni usandırdı. Senin izninle bunlardan haberdar oluyorum hatta alenî olarak da söyler hale geldiler.” Cenâb-ı Hakk da Musa’ya (a.s):

“Beyhude üzülürsün ya Musa! Sen ki nihayetinde bir beşersin, beşerin beşeri çekiştirmesi muhal (imkânsız) değildir. Ben Allah’ları olduğum halde beni bile çekiştiriyorlar!” buyurarak peygamberini teselli eylemiş. Pek hoş bir latife! Benim şeyhim de bir gün sohbetinde birkaç kişi kaldığımız vakit, ocakta yanmakta olan ateşe uzun uzun baktı sonra sağ eliyle sakalını tuttu ve:

“Fesubhanallah, ne iştir?” diyerek acı acı tebessüm etti. Bendeniz de o zaman böyle pîr-i fâni değilim, gençlik var, biraz da tezcanlıyım:

“Efendi Hazretleri, merakımı mucib oldu, sizi bu kadar düşündüren nedir?” diye sorunca döndü, tebessüm ederek yüzüme baktı.

“Evlâdım, yeni bir mesele değil, senelerdir çözemediğim bir mesele.” dedi. Ben de iyice meraklandım, böylesi bir mürşid-i âgâhın senelerce çözemediği mesele nedir diye taaccüb (hayret) ettim. Şaşkınlığımı, kalbimi ve nazarımı çok iyi bilen mürşidim hemen bunu fark etti.

“Evlâdım!” dedi,

“İki sevdiğim insanı dost etmeye, birbiriyle tanıştırmaya korkarım, zirâ ne acayiptir ki bir zaman sonra beraber olup beni yıkmaya çalışıyorlar; bu hangi tecellinin ve nasıl bir hikmetin neticesidir, senelerdir bu meseleyi çözemedim.”

İşte İhsan Efendi oğlum, sizin fakire gönderdiğiniz mektupta, alenî olmasa dahi şeyhimin ve bu fakirin başına gelen imtihanlara maruz kalmaya başladığınızı fark ettiğimden sizinle dertleşmek ve biraz olsun derdinizi hafifletmek istedim. Hatta geçmişte bizlerin yaşadığı bu imtihanlara sizin düçar olmanız fakiri neşelendirdi, pek keyif aldım. Cenâb-ı Hakk’a şöylece yalvarınız:

“Ya Rabbi! Benim şerrimden insanları ve cümle mahlûkatı muhafaza eyle, insanların ve cümle mahlûkatın şerrinden de beni hıfz û emin eyle!”

“Hizmet Dervişleri”ni bekleyen imtihanlardan biri de hizmete soyunmuş lâkin eksikliğinden haset illetine (kıskançlık hastalığına) tutulmuş sözüm ona dervişlerdir. Mürşid bunları da bilir. Bu kimselerin eziyet ettiği mazlum dervişleri de bilir. Bilmelidir de… Cenâb-ı Mevlânâ’ya sormuşlar:

“Kalabalık arasından mürşid-i kâmil, nâkısı hemencecik nasıl seçer ayırır?” O zât-ı âli de şöyle cevap vermiş:

“Pirinçte beyaz taşlar olur. Göz onu seçemez. Pilava kaşığı daldırıp ağzına atarsın. Bir kaşık dolusu pirincin arasından o bir tane taşı dilinde seçer, tutup dışarı çıkarırsın. Bu marifeti düşününce kâmil mürşiddeki bu hâli de anlayabilirsiniz.”

Şimdi Hizmet Dervişi’ne düşen; sabırla, muhabbetle cemaatine devam etmektir. Muhabbet olursa, sabır kendiliğinden gelir. Muhabbet, aşka tekallüb ederse (dönüşürse) sabra dahi hâcet kalmaz. Aşk gelince vücut kalmaz, akıl kalmaz ki halkın eziyetine sabretsin. Böyle hâl sahiplerine ancak mâşukuna vâsıl olmak için sabır lâzımdır.

Aşk tâlibi İhsan Efendi Oğlum! Sen hamlıklara, kıskançlıklara maruz kaldığında gülerek geçiver.

Mürşidler de seyr u sülûkta senin gibi bu imtihanlardan geçmiştir. Senin hâlin onlara hususi olarak bildirilmese dahi tecrübe ile yine bilirler. İnşaallah tenbihatımı can kulağı ile dinlersiniz.

Şunu da beyan edeyim ki; ihvan ile ve mürşidi ile laubâli halde bulunan derviş sûretindeki kişilerle fazla oturup kalkma. Kulaktan duyduğun bir söz seni hasta eder. Ciddiyetsizliği maharet zanneden, böylece kendilerini de olmuş zannedenler avunup dururlar. Hazreti Peygamber Efendimiz (sav) buyurdular ki:

Bir kişiye Allah’ın gazap ettiğinin alâmeti o kimsenin hiçbir işe yaramayacak fillerle meşgul olmasıdır.” Eskiden tekkelerde nefesi dahi boş yere sarf etmemeyi öğretirlerdi. Maalesef şimdilerde boş zaman geçirmek için, laklak etmek için, fıkra anlatmak için tekkeleri mekân edinenler çıkmaya başladı. Korkarım ki bu hastalık birçok meclisin bozulmasına sebep olacak ve tekkelerin manen sırlanmasına sebep olacak. Hakk sillesinin, ne sadâsı, ne devâsı, ne de davâsı olur. Allah muhafaza eylesin…

Yani tarîka ne rütbe, ne makam, ne esmâ, ne tâc ü hırka, ne kıdem, ne keramet ne de “desinler” diye sülûk etmemeli. Olursa ne olur? Zâhiren şirk koşmuyormuşsun gibi olabilir ama bâtınen münkir olur ve şirk-i hafî işlemiş olursun. Bu yollarda tuzaklar çoktur. Kervanın yükü kıymetli olunca, o yolun eşkıyası da çok olur. Cenâb-ı Hakk seni muhafaza ede, âmin.

Bu hâlis niyet ve arzu ile mürşide varılır. Hem mürşide, kerâmet göstersin, havada uçsun, suda yürüsün, tayy-i zaman eylesin diye gidilmez. Mürşid, seni yukarıda beyan eylediğimiz özelliklere ulaştırmak için lazımdır. Sana uçması, kaçması ne lazım? Bunları fodul kimseler merak eder. Hiç faidesi olmayan işlerdir.

Oğulcuğum! En büyük kerâmet, Peygamberimizin ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bundan daha üstün bir hâl ve kerâmet yoktur. Manevî muhabbet, hep yukardan aşağıya intikal eder.

Ayrıca meclisinde onu imtihandan hazer ediniz (kaçınınız). Bazı mürşidler fevkalâde naziktir, hatta nazlıdır. Böylesi durumlarda ya hemen kendilerini setrederler (saklarlar) ya da ondan muhabbetinizin kesilmesi için, zâhiren yanlış bir fiil yaparak bozuk niyetle geleni sû-i zanla (kötü düşünmeyle) baş başa bırakır, başlarından savuştururlar.

Bu bozuk niyete, muhabbeti kendinden bilmek de dâhildir. Şiddetle bu türlü ahvalden kaçınasın. Sonra imtihanın çok olur. O mürşide vardığında bunları tahattur edesin (hatırlayasın).

Pek kıymetli evlâdım! Seyr u sülûkta tesbihatın artmasına veyahut artırılmasına sevinip üzülmeyesin. Bazen kişiye yukarıda beyân ettiğim gibi hasta olduğundan da ilaç verirler. Bazen şeyhler bu hususta perhiz ederler, bazen de bol keseden dağıtırlar. Sultânların da bazıları çok para dağıtır, istikbâl vaadeden kişileri böylece o kalabalık arasında saklar. İnsan-ı kâmil kabiliyetinde olanların hasetçisi de çoktur. Velhâsıl mürşidin tasarrufuna teslim olasın ve akıbetinin de Allah’a yakın kulların akıbeti gibi olmasını hep niyaz edesin.

Allah’a vâsıl olmuş, yakîn olmuş kulların muhabbetleri, himmetleri üzerinize olsun. Nebiler, sıddıklar, şehitler, sâlihler sana yâr ve yardımcı olsun. Üzerinde hakkı bulunan cümle zevât-ı kiram senden hoşnûdu râzı olsun. Allah Teâlâ’nın rızası, rahmeti ve bereketi Resulullah Efendimizin (s.a.s) muhabbet nazarı, şefaati daima sizlerin ve bizlerin üzerine olsun. Âmin.

Dua, niyaz ve muhabbetlerimle…

es-Selâmü Aleyküm


Editör diğer yazıları