Nurdan ADAK

Bir Sahabi Tanıyalım

Bir Sahabi Tanıyalım

Ey Muâz! Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun?”diye sordu. Muâz (r.a): “Allah ve Rasûlüdaha iyi bilir”, diye cevap verdi.

"Sahabe” kelimesi sözlükte “bir kişiyle birlikte bulunmak, onunla dost arkadaş olmak” anlamındaki sohbet kökünden türeyen sahȃbe (sȃhibin çoğuludur). Sahȃbe ile birlikte ashȃb da sıkça kullanılmaktadır. Bunun tekili sahȃbȋdir. Sȃhip ve ashap kelimeleri lugat manalarıyla Kur’ȃn-ı Kerim’de birçok ayette geçmektedir. Sahâbî, Peygamber (s.a.s)’le bir araya gelen, O'na iman eden ve bu iman ile ölen kişidir. Gerek Kur'an-ı Kerim'de gerekse Hadislerde sahâbeye yönelik övgüler yer almaktadır. Peygamber (s.a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olursanız hidayete erersiniz.” (Aclûnî¸ Keşfü'l-Hafâ¸c. I¸ s. 132.)

İşte o yıldızlardan sadece biri. O, Peygamberimizin (s.a.s) Ashâbından ikinci akabe biatında Müslüman olan 70 Medine'liden Muaz b. Cebel (r.a). Asıl adı, Muaz b. Cebel b. Amr b. Evs el-Ensâri el-Hazrecî idi. Künyesi, Ebu Abdurrahman'dı. Muâz, Müslüman olduğunda on sekiz yaşındaydı. Gençliği, yakışıklılığı ve uzun boyu ile insanların dikkatini çekerdi. Güzel giyinir, az ama hikmetli konuşurdu. Başta Bedir Gazvesi olmak üzere Huneyn ve Tâif dışındaki bütün gazvelere katılmıştı. Her zaman Rasûl-ü Ekrem’in (s.a.s) yanında bulunmaya gayret eder, merak ettiği konuları sorup öğrenirdi. Hz. Peygamber (s.a.s) de onu sever, bazen Ufeyr adlı binitinin terkisine bindirirdi. Günlerden bir gün Rasûlullah (s.a.s) yine Muâz'ı (r.a), Ufeyr adlı binitinin terkisine oturttu ve aralarında şöyle bir diyalog geçti. Peygamber (s.a.s) Muâz'a (r.a):

- “Ey Muâz! Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun?”diye sordu. Muâz (r.a):

- “Allah ve Rasûlüdaha iyi bilir”, diye cevap verdi. Peygamber (s.a.s):

-“Allah'ın kullar üzerindeki hakkı O'na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır”, diye buyurdu. Peygamber (s.a.s) bu kez:

- “Allah'a ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmayan kulların O'nun üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin?” diye sordu. Muâz (r.a):

- “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir”, dedi. Peygamber (s.a.s):

- “Onların Allah üzerindeki hakkı O'na şirk koşmadıktan sonra onlara azap etmemesidir.” Muâz(r.a) bu müjdeyi duyduktan sonra:

- “Ya Rasûlullah! İnsanlara gidip bunu müjdeleyeyim mi?” diye sorunca Allah Rasûlü (s.a.s):

- “Hayır, bırak amel işlesinler yoksa buna güvenerek tembellik yaparlar”, (Buhârî, İlim 49; Müslim, Îmân 53)diye buyurdu.

 Yine bir gün Peygamberimiz (s.a.s) Muâz'ın (r.a) elinden tutarak şöyle buyurdu:

- “Ey Muâz, vallahi ben seni çok severim. Sana şunu tavsiye ederim. Her bir na­mazın arkasından, ‘Allahümme einnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsn-ü ibadetike’ (Ya Rabbi, Seni zikretmek, Sana şükretmek ve güzelce ibadet etmek için bana yardım et) demeyi terk etme.” (Ebû Dâvûd, Vitir 26. Ayrıca bk. Nesâî, Sehv 60)

Muâz (r.a), Asr-ı Saâdet’te Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezbere bilen ve Rasûlullah’ın (s.a.s) kendilerinden Kur’an öğrenilmesini tavsiye ettiği dört sahâbî arasında yer alıyordu. Rasûl-ü Ekrem (s.a.s), Muâz’ı helâl ve haramı en iyi bilen kişi olarak gösterir, kendisine “Muâz ne iyi adam!” diye iltifat eder, kıyamet gününde onun âlimlerin önünde yürüyeceğini söylerdi. Sünnete son derece bağlı olan Muâz (r.a) geceleyin bir süre uyuduktan sonra kalkıp Kur’an okur, namaz kılardı. Daha dinç ibadet edebilmek niyetiyle uyuduğunu, bu sebeple uykusundan da sevap beklediğini söylerdi.

Muâz b. Cebel (r.a), Peygamber (s.a.s) mektebinde yetişmiş iyi bir muallimdi. Bu nedenle Allah Rasûlü (s.a.s), onu Kur'an'ı öğretmesi ve İslam'ı anlatması için Mekke, Medine, Şam, Yemen ve Filistin'e gönderdi. Muâz (r.a), aynı zamanda sahâbenin (r.a. ecmain) fakihlerinden olup Peygamberimiz (s.a.s) hayatta iken fetva vermeye başladı. Peygamberimiz (s.a.s) onu valilik yapmak, oradaki halka İslam'ı anlatmak, Kur'an-ı öğretmek ve kadılık yapmak için Yemen'e gönderdi ve ona gitmeden bir takım sorular sordu. İlk olarak Rasûlullah (s.a.s):

-“Sana bir dava getirilince insanlar arasında hüküm verirken ne ile hükmedeceksin?” diye sordu. Muâz (r.a):

-“Allah’ın kitabına göre hükmederim”, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s):

-“Ya onda açıkça bir hüküm bulamazsan o zaman ne yapacaksın?” diye sorunca Muâz (r.a):

-“O zaman Rasûlullah'ın (s.a.s) sünneti ile hüküm veririm”, dedi. Rasûlullah (s.a.s):

-“Ya onda da açıkça bir hüküm bulamazsan” deyince Muâz (r.a):

-“İctihâd ederek hüküm veririm”, deyince Hz. Peygamber (s.a.s) memnun oldu ve Rasûlullah'ın elçisine, Rasûlullah'ı hoşnut edecek şekilde cevaplar verdiren Allah'a hamd etti.  (Tabakât, 3:584; Müsned, 5:230; ibn-i Kesîr, Sîre, 4:199.)

Muâz b. Cebel (r.a), bir rivayete göre 17 (638) diğer bir rivayete göre 18 (639) yılında Ürdün'de Kusayru Hâlid'de Amvâstâunu diye bilinen veba salgınında henüz genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti. Vefat esnasında da şöyle dedi:

-“Allah'ım! Şimdiye kadar Sen'den korkuyordum. Fakat şimdi Sana ümit besliyorum. Allah'ım! Ben sular akıtıp, ağaçlar sulamak ve bahçeler yetiştirmek için yaşamak istemiyorum. Susuzluktan ciğeri yananları sulamak, darda kalanlara genişlik göstermek  âlimlerin sohbetine onlarla diz dize oturmak için istiyorum.” Muâz'ın ölüm sancıları şiddetlenince baygınlıklar geçirdi ve ayıldıkça:

-“Allah'ım! Beni ne kadar sıkıştırırsan sıkıştır, bilirsin ki kalbim Sana bağlıdır”, buyurdu.

Cenâb-ı Hak'tan (c.c) bizleri onun şefaatlerine nail eylemesini niyaz ederiz. Üç ayların sonuncusu ve cehennemden kurtuluşa vesile olan mübarek Ramazan ayını fırsat bilip bu ayı yolumuz aydınlatan ve hayatımızı şekillendirmemizde bize örnek olan Efendimizin (s.a.s) ashâbını daha yakından tanımayagayret gösterelim.(r.a. ecmain)


Nurdan ADAK diğer yazıları