Editör

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (1. Mektub)

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (1. Mektub)

Danışan dağları aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış.” derler...

   Muhterem İhsan Efendi Oğlum,

Cenâb-ı Hakk’ın selâmı, bereketi ve mağfireti üzerinize olsun.

Oğulcuğum, mektubunuzu muhabbetle okudum. Mütehassis oldum (çok duygulandım). Şu çağlarınızda yanınızda olmayı istemiyor değilim, lâkin malum büyüklerinden dinlemişsindir; bize uzlet gözüktü. Hadd-i zâtında kimseye mektup da yazmıyordum. Ama kendinizin, daha doğmadan müjdesini aldığım, kıymetli oğulcağızım olmanız hasebiyle, sadece sizinle yazışmaya karar verdim. Zuhûratla da tasdik olundu ki ömrüm vefâ ettikçe ve Cenâb-ı Hakk izin verdiği müddetçe, size hizmet etmeye gayret edeceğim. Her türlü müşkilinizi bizlere iletebilir, maddî ve manevî mahrem mevzuatınızı, sadece fakirde kalmak kayd u şartıyla aktarabilirsiniz. Bildiklerimizi söyleriz. Bilmediklerimizi de mahremiyet derecesine göre bilenlere havâle eder, istihâre eder, Allah’ın izni ile öğreniriz.

“Danışan dağları aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış.” derler. Tevfik Allah Teâlâ’dan…

Gelelim ma’rûzâtınıza:

Oğulcuğum; ilmihâlinizi öğrendiğinizi, namazlarınıza müdavemet ve ilim meclislerinde sohbetlere iştirak ettiğinizi, bir yandan da kumaş dükkânınızda nafakanızı teminle meşgul olduğunuzu buyuruyorsunuz. Ve artık manevî terbiye görerek bir mürşide bağlanmak arzusundayken gönlünüzün aktığı bir şeyh efendiden bahisle, intisâb meselesini ve hem bu şahıs hakkında hem de mensubu olduğu tarîkat hakkında malumat soruyorsunuz. Zât-ı âliniz risalesinde başlıca bu konuları tespit eyledim. Eğer eksik bir şey kaldıysa, bendenizin iyice yaşlanmış gözlerinin satırları okumaktaki güçlüğünden ve yorgunluğundandır, mazur görünüz.

Alâ merâtibihim beyân edersek (sırasıyla açıklarsak), muhakkak her mü’minin ilk önce bilmesi gereken ilmihâl bilgisini öğrenmeniz, bendenizi ziyadesiyle memnun etti. Malum, namaz ve ibadet zaten boynumuzun borcu, inancımızın alâmeti. Ancak günümüzde dinî bilgiler, hâlâ âdet gibi, kocakarı hikâyesi şeklinde kulaktan kulağa yayılıp duruyor. Bir üstada gidip diz çöküp sorup öğrenen veyahut ehlinin çizdiği kitaptan okuyan pek azaldı. Korkarım bu gidişle yakında ehliyetsiz, namazsız, niyazsız, hoca ve şeyh müsveddeleri çıkacak, nesilleri iğfal edecek.

Mürşide intisâb etmek niçindir? Bunların sebebini bilip, o niyetle tâbi olmakla ancak netice alabilirsiniz.

Şu hakikati hiçbir zaman unutma ki tarîkat, kişiye tezkiye-i nefs (nefsin kötü sıfatlarını temizleyip, iyi sıfatlara çevirme), tasfiye-i kalb (kalbi yani insanî kalbi, Cenâb-ı Hakk’ın tecelliyâtına mazhar olacak şekilde arındırmak) ve tahliye-i ruh (insandaki emanet ruhu, aslî vatanına gitmesine mani olacak bağlardan, kayıtlardan kurtarma) içindir. Bütün ehl-i sünnet ve’1-cemaat tarîkler, aynı usul üzere taliplerini yetiştirirler ve hepsi aynı güzellikleri işlerler. Şadırvana gelen su aynı, çeşmeler değişiktir. Ve yine unutma ki yolların (tarîkatların) çeşitli olmasının esas sebebi, insanların farklı farklı olmasından, kişilerin değişik mizaçta olmalarındandır. Yoksa hâşâ, bu yolların birbirine tersliği, birbirini beğenmemezliği yoktur. Bunun aksini söyleyenlerden uzak durasın. Onlar, suyu görseler de henüz sudan içememiş susuzlardır, cahillerdir. Bu gerçeği beyanla, “Bir kapıda her kapıda, her kapıda hiç kapıda” demişler. “Peki, niyet nasıl olmalı?” dersen deriz ki niyet, “Hasbeten livechillâh”, sadece Allah için, Allah Teâlâ’nın cemâli için  olmalı.

Yani tarîka ne rütbe, ne makam, ne esmâ, ne tâc ü hırka, ne kıdem, ne keramet ne de “desinler” diye sülûk etmemeli. Olursa ne olur? Zâhiren, şirk koşmuyormuşsun gibi olabilir ama bâtınen, münkir olur ve şirk-i hafî işlemiş olursun. Bu yollarda tuzaklar çoktur. Kervanın yükü kıymetli olunca, o yolun eşkıyası da çok olur. Cenâb-ı Hakk seni muhafaza ede, âmin.

Bu hâlis niyet ve arzu ile mürşide varılır. Hem mürşide, kerâmet göstersin, havada uçsun, suda yürüsün, tayy-i zaman eylesin diye gidilmez. Mürşid seni yukarıda beyan eylediğimiz özelliklere ulaştırmak için lazımdır. Sana uçması, kaçması ne lazım? Bunları fodul kimseler merak eder. Hiç fâidesi olmayan işlerdir.

Oğulcuğum! En büyük kerâmet, Peygamberimizin ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bundan daha üstün bir hâl ve kerâmet yoktur.

Gözümün nuru yavrucuğum! Gönlünüzün aktığı zâta gelince, bendenizin fikrini soruyorsanız hazreti tanıyıp tanımamamız önemli değil. Ayda iki kere beldenize (bulunduğunuz yere) geldiğini söylüyorsunuz. Huzuruna gidip bakınız, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine ve Resûlü’nün sünnetine tabi bir kimse ise ve bu ahlâk üzere ise tâbi olunuz. Yoksa orada bulunmanızın size faydadan çok zararı olur. Mamafih (bununla beraber), sizin anlattıklarınızdan kendisi hakkında biz dahi hüsn ü zan ediyoruz (hakkında iyi şeyler düşünüyoruz). Hem şunu da arz edeyim ki o sizi sevmeseydi, siz onu sevmezdiniz. Çünkü manevî muhabbet, hep yukardan aşağıya intikal eder.

Ayrıca meclisinde onu imtihandan hazer ediniz (kaçınınız). Bazı mürşidler fevkalâde naziktir, hatta nazlıdır. Böylesi durumlarda ya hemen kendilerini setrederler (saklarlar) ya da ondan muhabbetinizin kesilmesi için, zâhiren yanlış bir fiil yaparak bozuk niyetle geleni sû-i zanla (kötü düşünmeyle) baş başa bırakır, başlarından savuştururlar.

Bu bozuk niyete, muhabbeti kendinden bilmek de dâhildir. Şiddetle bu türlü ahvalden kaçınasın. Sonra imtihanın çok olur. O mürşide vardığında bunları tahattur edesin (hatırlayasın).

Bir de arzu ettiğin intisâb hakkında sâlih rüya  gösterilirse pek a’la olur. Zira sahih rüya, ümmet-i Muhammed’in   mazhar olduğu  güzelliklerdendir. Belki de, o zât dahi senden bunu isteyecektir. Nihaî olarak şunu da beyan edelim ki intisâb için size söylenen şartlara tâbi olun. Kabul edilirsin veya  tehir olunabilir veyahut nasibinin başka yerde olduğu zuhur edebilir. Her hâl u kârda karara rıza göster, edebe riâyet eyle.

Pek kıymetli evladım!

İnşâallah bu fakiri durumundan haberdar edersen, kuvvet ve  kudretim  nispetince sana himmet ve hizmet etmeye  çalışırım. Sâir mevzuları ba’dehû (bundan sonra) izn-i Hakk’la yazarım. Belki gelebilirsem rûberû (yüz yüze) görüşürüz de.

Şimdilik bu hâl üzere devam eyleyin. Bakalım ne vâki olacak. Malum, “el-Hayru fî mâ vaka’a” (vuku bulan  hadisede hayır tecellisi vardır) buyurmuşlar.

Hayırlar feth olunsun.

Erenlerin duası ve himmeti üzerinize olsun.

Hürmet ve muhabbetle gözlerinizden öperim.

Selametle…


Editör diğer yazıları