Prof. Dr. Mustafa TATÇI

Yola Düşüp Dosta Gitmek /1

Yola Düşüp Dosta Gitmek /1

Sensiz yola girer isem çarem yok adım atmağa Gövdemde kuvvetim sensin başım götürüp gitmeğe

Sensiz yola girer isem çarem yok adım atmağa

Gövdemde kuvvetim sensin başım götürüp gitmeğe

(Yâ Rab! Sensiz yola girersem, adım atmaya çarem yoktur. /Ben ancak seninle adım atabilir, senin verdiğin güçle bir iş yapabilirim. /Başımı alıp gitmeye /yürümeye, yaşamaya /bedenimde kuvvetim sensin.)

Varlığın aslı, zuhuru ve döneceği yer, ebedi diri (hay) ve varlığı kendi zatıyla kâim olan, kendi kendine yeten, başka bir varlığa muhtaç olmayan; başka bir varlık kavramıyla birlikte her türlü ikiliği kabul etmeyen, her şeye can verip ayakta tutan (Kayyum olan) Hak´tan ibarettir.

Cenab-ı Hak aynı zamanda “Kadir-i mutlak” tır. Zerreden küreye, karıncadan deveye bütün varlıkta gücünü sergileyen, bilen, bilinen, bildiren, gören, görünen, gösteren, hülasa, olan ve olduran O´dur.

Cenab-ı Hakk´a ait bütün bu özellikler, velayet erbabının diploması ve Kuran´ın kalbi diyebileceğimiz “Ayete´l Kürsi” de şöyle anlatılmaktadır.

“Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. O hayydır, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (Hiçbir şey O’na gizli kalmaz.) O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar, O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O,  pek yücedir,  pek büyüktür.” (Bakara, 255)

Bu ayette işaret edilen nükte, Hay ve Kayyûm olan, uyumayan, göklerde ve yerdekilerin sahibi olan yaratıcı karşısındaki duruş, başka bir ifadeyle arifane tavır, “uyur iken uyanmak” , “Hak” kavramının farkına varmakla ilgilidir.

Böyle bir yaratıcının ne zaman farkına varılır? diye sorulursa, bunun cevabı; ne zaman seyr ü sülûk edilir, emmâre nefs, ne zamana mutmaine, raziyye ve marziyye olursa, kelime-i tavhidle başlayan esma ne zaman gönül çocuğunu diriltip Ona ilahi hayat ve kayyumiyet (kendi kendine yetme yeteneği) verirse, işte o zaman yaratıcının farkına varılacaktır.

Yunus´un bu beytinde, içinde yürüdüğü bir yol, bu mana yolunda uyanıp da fark ettiği kendisini ayakta tutan (Kayyum olan), gövdesinde bir kuvvet (yani, cân) olup ona hayat veren (Hay olan) bir varlık söz konusudur.

Âşık salik bu bilince cem´den farka gelince ulaşır. Nefs mutmainneden raziyyeye ve marziyyeye geçer, Hak, Hay ve Kayyum der. “Lâ fâile illâllah” diyerek ondan başka yapıp edenin olmadığını anlar.

Dolayısıyla bu beyitte ve devam eden beyitlerde cem ve cem´den sonra fark bilincini yaşayan âşık ve arif bir Yunus söz konusudur.

Yunus´un yol kavramından kastı, hiç şüphesiz, eskileri “meslek-i aliyye” dedikleri “mana yolu” , yani seyr-i sülûktur.

Âşık salik, tevhid yoluna girip aşk ve irfan ile Hakk´ın varlığını ve birliğini anlamaya başladıkça kendisine ait zannettiği benlik, ef´al ve özellikleri vücûd-ı vâhide terk eder. Yok oldukça var olur. Terk ettikçe Hakk´a yol bulur. Fakrı çoğaldıkça zenginleşir.

Âşık salikin ulaştığı, halkın bâtın, Hay ve Kayyûm olan Hakk´ın ise zahir olduğu bu noktaya cem makamı denir. Âşık ´ın bu makamda gözünden bakan Hak ayağından yürüyen Hak, kulağından işiten Hak´tır.

Âşk ve irfan sahibi âşık, cemden farka yönelir, telvinden temkine geçer. Buradan da “Hüve Hak” diyerek cem´ül cem´e, bütün varlıkta var olan Hak sırrına sefer eder. Cem´ül-cem´de karar ettiğinde, dışından halk ile içinden Hak ile yaşar…

Bu beyitten ve şiirin tamamından anlaşıldığı üzere, Yunus, benliğini Hakk´a verip terke ulaşan ve cem´ (çoğulu nefsinde birleme, halkın yokluğu Hakk´ın birliği) idrakinde seyr eden bir saliktir. Manzumenin diğer beyitlerinde bu hal değişik misallerle anlatılmaktadır.

Devam edeceğiz…


Prof. Dr. Mustafa TATÇI diğer yazıları