Yalçın ALBAYRAK

Manevi Yol Göstericiler, Gece Çakan Şimşekler Gibidir

Manevi Yol Göstericiler, Gece Çakan Şimşekler Gibidir

Başına sarık sarar, ilim yok neye yarar, Kendine mürid arar, ahir zaman şeyhleri!

Mürid, irade eden demektir diye yazılmış kitaplarda. Neyi irade eder mürid? Kendini manen temizlemeyi irade eder. Kalbini manevi hastalıklardan temizlemeyi isteyen kişidir o. Peki nedir bu manevi hastalıklar? Riya, haset, kibir, ücub, süma, desise, öfke, garaz, kin gibi sonu gelmez hastalıklardır bunlar.

Bu hastalıkların başıysa “dünya sevgisidir” denmiş. Peki, bu kadar sonu gelmez hastalıklar namazla, oruçla, tesbihle-zikirle düzelmez mi ki talebe olup bir manevi öğreticiye tabi olmak gerekir? Öyle ya manevi öğreticiye bağlananlar da aynı ibadetleri yaparlar. Nedir işin aslı?

Düzelir, düzelir elbet. Amma kişiyi kendi başına boş bırakmaz ki şeytan aleyhilla‘ne, kişi kendini düzeltebilsin, kendinden (nefsinden) kurtulabilsin.

Rivayet edilir ki Bayezid-i Bistâmî (k.s) hazretleri hacca gitmiş. Bakmış ki Kabe’nin duvarında birisi var, duvara çıkmış bekliyor. Kolunda bir sürü yular var. Tanımış bu şeytandır. Yanına yaklaşmış, sormuş:

- Tanıdım sen şeytansın! Peki, nedir bu elindeki yularlar?

Şeytan cevap vermiş;

- Kulların boynuna taktığım yularlardır. Benimkiler şimdi tavaf ediyorlar. Bitince tavaflarını tekrar bu yularları onların boyunlarına takıp sırtlarına bineceğim. Onları idare edeceğim.

Beyazid (k.s) hazretleri sormuş şeytana:

- Benimde sırtıma binebilir misin bu yularla? demiş.

Şeytan eğilmiş Hazretin kulağına;

- Hayır! demiş. Senin sırtına yularsız da binerim.

Bunu duyan hazret ürpermiş, ayrılmış onun yanından.

Bayezid-i Bistâmî (k.s) hac görevini yapıp memlekete geri dönerken bir ırmaktan geçecekmiş. Bakmış ki yaşlı bir ihtiyar suyun kenarında bekliyor.

İhtiyar demiş ki Bistâmî Hazretlerine:

- Beni suyun karşısına geçirir misin?

- Olur! demiş hazret. Almış sırtına ihtiyarı başlamış ırmağı geçmeye. Yolun yarısına gelince ihtiyar Bayezid-i Bistâmî’nin kulağına eğilip demiş ki:

- Demedim mi sana yularsız da binerim diye.

İşte böyle gizli oyunları olan şeytan…

Gizliden de gizli istekleri olan hevâ ve arzu sahibi kişi, kendi manevi hastalıklarını bilemez. Bilse de onlardan kendi başına kurtulamaz. Eğer kurtulmuş olsaydı hastalığından, o vakit hastalık anında tabiplere ne gerek vardı! Herkes hastalığını kendi tedavi ederdi. Amma hepimiz hastalandığımızda doktora gider reçete alır uygularız.

Kalbi hastalıkları da ancak manevi doktorlar tedavi edebilirler. Bu yüzden manevi teşhis koyabilen, hastalıkları tedavi edebilen bir doktor, yolu aydınlatan bir rehber olmadan bu ten gözüne görünmeyen hastalıklardan kurtulamayız. Bu arada sahte doktorlara da dikkat edilmesi elzemdir.

Hoca Ahmed Yesevi (k.s) bir beytinde şöyle demiştir:

Başına sarık sarar, ilim yok neye yarar,

Kendine mürid arar, ahir zaman şeyhleri!

 

Karanlık, zifiri bir gecede yürümeye kalksak, iki adım atamayız. Bilemeyiz önümüzde çukur mu var, taş mı var. Amma bir şimşek çaksa her taraf aydınlanır. Ne var, ne yok görürüz.

Manevi yol göstericiler gece çakan şimşekler gibidir.

Sana yolu aydınlatırlar. Sana, senin dahi bilmediğin hatalarını, kusurlarını gösterir, tedavi ederler. Kişinin anne-babasının yapamayacağı terbiyeyi verirler. Bilmez ki anne-baba bu terbiyeyi, tedaviyi versin evladına. Tabi eğer talebe dinlerse!

Peki dinlemeyen olur mu? Eh içeride nefis, dışarda şeytan, dayan sultanım dayan. Temizlenmeyi irade eden yolcuya, talebeye musallat olur elbet. Hem de ne musallat! Bir an boş bırakmaz onu. Ne evde, ne çarşıda. Sırtına binmek (dediğini yaptırmak) için her anı gözetler durur. Bazen yolunu şaşırsa da kişi, manevi doktorun verdiği ilacı içerse tekrar hastalıklarından kurtulur elbet.

Peki, sonunda ne ola ki insan böyle bir temizliğe girişsin? Öyle ya namazı, orucu diğer ibadetleri zaten yapan kişi cennete girmeyecek mi ki bu görünmez hastalıklardan kurtulmaya çalışıyor?

Ey bu yazıyı okuyan kişi! Şehadetle ölen herkes mutlaka cennete gireceğini söylemiş Cenab-ı Peygamber (s.a.s) Efendimiz. Cenneti ise sekiz kat yaratmış Hz. Allah (c.c). Peki bu katların ne amacı ola ki? İşte her teslim olan (kurtulmayı irade edinen) kişi, nefsinden kurtulduğu ölçüde mükâfata nail olacağı için.

Ne demiş Yunus Emre (ks) hazretleri;

Cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri,

İsteyene ver onları, bana seni gerek gerek.

Cennette Cenab-ı Allah (c.c) cemalini gösterecek müslümanlara. İşte bu yüzden nefis belasından kurtulanlar, kurtulduğu ölçüde rü’yete (Rabbini görmeye) devam edeceklerdir.

Allahu a‘lem.


Yalçın ALBAYRAK diğer yazıları