Ateşteki Maşa

Maşadan kasıt henüz terbiyeye maruz kişidir. Yani kapıdaki eşiktir (derviş).

Terbiye kelimesinin eş anlamlısı, anlamdaşı olarak eğitim denilmektedir. Eğitim; kişide bilinen ve istenilen yönde davranış değişikliği meydana gelmesi(1) denilmektedir. Biliniyor; zira daha önceden o davranışın iyiliği tecrübe edilmiştir. İstenilmesi ise muteber kişiler tarafından itibar gören bir durum olmasındandır.

Kişinin, dervişin, talebenin bu şekilde davranışını içte ne dışta nasıl değiştirmek, eğitmek gerekir ki kalıcı olsun. Köşeyi dönünce bir daha ondan çıkmasın. Buna en iyi misallerden birsi maşa olsa gerek. 

Maşalar var; kimisi ile ateşi karıştırırız. Kimi maşalarla ocaktaki yemeğin içindeki kızgın yağda pişen yiyeceği çeviririz. Kimi maşalarla büyük fırınlardaki ateşi oradan oraya aktarırız. Dikkat edilir ise maşaların girdiği yerler hep çok sıcaktır. Ateşin hararetin son raddesine vardığı yerlerde kullanırız. Bununla insanların faydasına olan işler yaparız. Her maşayı da bir el tutmakta, onu yönlendirmektedir. El nereye götürür ise maşa o yöne hareket eder. Hiç itirazı olmaz onu kullanan ele.

- Beni oraya sokma, o ateş çok hararetli veya

- Otavaya beni ittirme. O kızgın yağ ile beni buluşturma diyen, dile gelen bir maşa henüz görülmemiştir dünyada. Öyle ya onun işi ne emredilir ise onu yapmaktır.

İşte maşadan kasıt henüz terbiyeye maruz kişidir. Yani kapıdaki eşiktir (derviş). Onu tutan el nereye yönlendirir ise oraya gider. Kızgın ateşlerden maksat celal tecellisi ile terbiyeye maruz kalmaktır ki zordur Allahualem. Şems (ks) hazretleri şöyle buyurmuşlardır; “Celal ve cemal tecellisi kişini (terbiye görmesi) kemaline sebeptir.”(2)

Yakar kişiyi (manevi) kemiklerinin iliklerine kadar. Ham olan aş bu ateş ile yemek olur. Devşirilir yeni bir hale. Faydalı olur etrafına.

Yanmaktan maksat olgunlaşmak, istikamet sahibi olmak, İslam’ın emirlerine dışta ve içte tam bağlanmaktır. Bu celale maruz kalan er kişi sabır gösterir ise hep bir üst makama dâhil olur. Zira haller geçici olup bir süre sonra uçar gönül penceresinden. Fakat makamlar(mertebeler) ise omuza takılan apoletler gibi kalıcı olur. Kişi ile daim kalır. Velev ki çok bariz bir hata yapmaya.

İşte maşanın itiraz etmeyişinin sebebi bu terbiye sonunda bu müthiş getiriyi bildiği içindir. Peki, bunu nerden bilir ki maşa. Bilir çünkü daha önce bu merhaleden geçmiştir. Yavaş yavaş ateşin harareti arttırıldığında eski tecrübesinden sonunda kazanacağı durumu bilir. “Derviş hürdür, nefer memiş değildir”(3) denilmiş. Yani hep aynı yerde beklemez, beklememelidir. Tecrübe sahibidir. İrfan sahibidir. Olumsuz görünen şey de olsa bekler işin sonunu. Bakalım sonu hayır mı, şer mi? Demiyor mu Yüce Mevlâ: “... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (4) diye. İşin sonu önemlidir. Akıbeti önemlidir. Eğer hayırsa tutar kaldırır. Eğer şer ise çevirir yüzünü. İstikametini ondan alır. Derviş kişi istikamet sahibi olmalıdır, buyurulmuştur.

Burada maşayı tutan el ise dervişin ustası yetiştiricisi (onun tapusunun!) sahibi olan kişidir. Manevi yol gösterici Allah dostlarıdır. Zira o daha önce o ateşe girmiş, her türlü sıkıntı ve meşakkati görmüş, tecrübe etmiş, onunla yaşamış sonunda ateşte pişen aş gibi olgunlaşmıştır. Bilir yolun nereye varacağını. Sonunda pişen aşın uygun kıvamda yanması ile güzel bir sofraya konacağı gibi, bu manevi ateş ile pişen kişinin de (Allah’ın izni ile) istikamet sahibi olup, garezden, ivazdan, yalandan, desiseden, tecessüsten, kovuculuktan... vs. kötü huylardan temizleneceğini bilir. Çünkü pir-ü paktır kendisi.  Allah (cc) onu fazlı kereminden insanlara hakikati kalplerine ayan etmesi için ezel-i takdirde seçmiştir. Niye seçmiş ve bize göstermiştir yüce Yaradan? Seçmiş çünkü bu maddi âlemin ağır bunalımlarından ancak onu yaşayan bir örnek olarak diğer insanlara rehber yapmıştır.

Peki, Kuran ve Sünnet var iken buna ne gerek var dersen cevabımız şudur. Bu yolda Peygamberimize (sav) Hz. Cebrail arkadaşlık, yoldaşlık edivermiştir. Sonra Hz. Ali’ye (kv), Hz. Muhammed Mustafa(sav) Efendimiz yoldaşlık edivermiştir. Bu iş yaşayan kişiden yaşaya kişiye aktarılarak günümüze kadar gelebilmiştir. Kesin şart budur.

Yunusemre’ye (ks) Hz. Tabduk Emre (ks) yoldaşlık, yol göstericilik etmedi mi? Mevlana(ks) Hazretleri’nin ufkuna Şems-i Tebrizi (ks) bir güneş gibi doğmadı mı? Ak Şemseddin(ks), Hacı Bayram-ı Veli’nin (ks) çadırından geçmedi mi? Bu usül böyle olagelmiştir. Tasavvufta değişmez kaide olarak ta “usulsüz vusül olmaz” denilmiştir. Herkes usule uyar ise bu dünyadan, vuslat âlemine vasıl olabilir. Vasıl olabilir, erebilir, erdirilebilir. Hem de keremi çok sultanın, Cenab-ı Allah’ın (cc) erdirmesi ile.

İşte böyle harc etmeli insan ömrünü Allah (cc) için, din-i İslâm için. Durduk yerde testi dolmaz denilmişkırk yıl geçse bile.(5)

Biz, bize verilmiş böyle güzel emaneti, bize kadar zahmetlerle gelmiş bu güzel dini anlatalım, güzel ahlakın kokularını üzerimize sürelim ki yanımıza gelenler bu kokudan duysun da böyle güzelliklerin olduğu bahçeyi arasınlar. Bu gül kokularının olduğu İslami yaşayış bahçesine dâhil olsunlar. Ne demişler; “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”(6)

Allah’ın selamı, rahmeti, feyiz ve bereketi üzerinize olsun.

 

 

  1. http://www.tdk.gov.tr
  2. Şems-i Tebrizi (k.s)
  3. Rıza Tevfik Bölükbaşı – Derviş İmanım şiiri
  4. Bakara Sûresi, 216
  5. Ümmin Sinan (k.s) – Erenlerin Sohbeti şiiri
  6. Atasözü – Deyimler sözlüğü


Yalçın ALBAYRAK diğer yazıları