Huzur Hâli

Devamlı olarak huzurda kalan huzurlu olur.

Tarife değil ârife sığan, “kal” ile değil “hal” ile anlaşılabilen, kelimelerle ifade edilemeyen, zaman ve mekan kaydı bulunmayan, her gün ve her an ayrı bir “şan”da beliren doyumsuz gerçeği dolu dolu yaşamaya geldiğimiz şu âlemde huzurlu olabilmenin şartlarından ilki, herhalde sürekli olarak, her an her daim huzurda olmak olsa gerek.

Bütün insanlar ama özellikle Müslümanlar için, yarın, hatta bir an sonrası bile söz konusu olamaz. Bu sebeple, bize ikram edilen imkânları bayatlatmamak ve onlara hemen anında hayatiyet kazandırmak durumundayız. Zira:

“Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem!”

Bu “dem”i zamanın sahiplerinin irşad kandilleri altında hep sıcak tutmak ve hiç soğutmamak, aşk aklına malik olanların kârıdır.

Her sözleri ayrı bir hikmet parıltısı taşıyan eslâf/geçmiş devirlerin seçkinleri, zor ve imkânsız gözüken bu “hal”e “halvet der encümen” diyorlar.

Herkesin yaşadığı hayatın içinde, sel gibi akan, yel gibi esen, “ölmeden önce ölme” sırrına eremedikleri için zamana doğamayan ya da gerçeğe uyanamayan uyur-gezer kalabalıkların arasında bile, “konuşulacak yerde konuşarak, susulacak yerde susarak” ve mahrem kalması gereken esrara sadık kalarak, biricik Sevgili ile hep baş başa olabilmenin diğer adı da “kesrette vahdet”tir.

“Hal” de “televvün” olduğu için “hal”den “makam”a geçemeyenler, her an ve her daim huzurda olmanın zevk ve şevkini elbet sürekli olarak muhafaza edemezler. Bu sebepledir ki bu durumda bulunan insanlar, genellikle bî-huzur/huzursuz olur ve taşkın hareket ederler.

Devamlı olarak huzurda kalan huzurlu olur. Gerçi “Kurbu’s-Sultan âteş-i sûzan”dır. Ancak o yanmanın apayrı, anlatılmaz bir zevki vardır.

“Âlem-i nâsût”un/cisimler âleminin derin “kudurât”ı/kederleri, “âlem-i lâhût” ehlini fazla etkileyemez. Onlar; insan, eşya, tabiat ve kâinatta gelişen olaylar karşısında genellikle “sükûn” üzere olurlar. Hâdisâtı mukadderatta damıtarak yaşadıkları için tazyîk altında kalmazlar. Muzâyeka onlara pek yaklaşamaz. Bütün arzu ve isteklerini Hakk’ın mutlak iradesinde imbikledikleri için, hayatın çerinden çöpünden ve tortularından rahatsız olmadan, her şeye rağmen, huzurda huzurla yaşarlar. Kaçınılmaz beşerîlikler hariç hep “birr” ve “ihsan” üzere olurlar.

Ahmed b. Hanbel ve Darimî”nin “Müsned”lerinden Nevevî’nin “hasen” kaydıyla nakline göre Vâbisa radıyallahu anh’ın Efendimiz aleyhisselamla yaptığı bir mülakatta “birr” şöyle izah ediliyor:

Rasûlullah bana:

“Birr”i sormaya mı geldin? dedi. Ben:

“Evet!” dedim.

“Kalbine danış!” buyurdular ve ilave ettiler:

“Birr/iyi ve hoş; bir şeyin insanın içine sinmesi, kalbin o konuda tereddüde düşmemesi, tatmin olması, vicdanın o hususta rahat olmasıdır, insana huzur veren şeydir birr.”

İnsanın içini kurcalayan, “içim cık cık edip duruyor” dedirten, tereddütte bırakan, kalbe huzursuzluk veren ve vicdanı tırmalayan bir şey, fetvalı da olsa “ism” dir. “Kötü ve boş”tur. İnsanda huzur bırakmayan, kalbi kemiren ve içe sinmeyen şeydir “ism.”

“Vahdette kesret” ve “kesrette vahdet” kanunları içinde dönen “devran”da, hayatın mukadder akışı çerçevesinde kalplerini Rablerine raptederek “nazar ber kadem” yaşayanlar, genellikle hep “birr” ve “ihsan” üzere, her yerde her zaman, her an her daim Allah’ı görüyormuş gibi huzurda oldukları için “ism” ve “rafes”ten/fahiş hatalardan uzak dururlar.

Buhârî ve Müslim’in Sahihlerine göre, bu “feyiz” ve “bereket”in içinde yaşayan insanların -en azından- her eklemleri için her gün bir sadaka gerekiyor.

Bu, insana zor ve imkânsız gibi gözüküyor ama değil! Çünkü iki şeyin ortasını bulmak, iki kişinin arasını düzeltmek ve adalet üzere hareket etmek ne de güzeldir... Yaratıklara karşı Yaradan’dan ötürü ılımlı, olumlu ve dengeli davranmak sadakadır. Bineğine binen insana yardım etmek, eşyasını taşıyıvermek, hatta herhangi bir şeyini düşüren insanın düşürdüğü şeyi alıp kendisine verivermek de sadakadır. Evrenin ve devranın çözümsüz gizem dekorlarını deşifre eden kelime-i tayyibe; “Allah’tan başka ilah yoktur ve Hazreti Muhammed aleyhisselam Allah’ın Rasûlü’dür” ilkesinin egemen olduğu inanç ikliminde açılan her tebessüm sadakadır. Güler yüz, tatlı dil ve güzel söz sadakadır. İnsanı damıtan, ona özünü tanıtan, “vatan-ı aslî”sini hatırlatan namaz için atılan her adım sadakadır. Kısacası, yollarda insanlara ve diğer canlılara eziyet veren ufak tefek şeyleri kaldırmaya varıncaya kadar, huzurlu bir toplum inşasına katkıda bulunmakla ilgili olan her şey sadakadır.

Bu muştu içinde mutsuz ve umutsuz kalmak mümkün mü?

Zamanın sahiplerinin irşad kandilleri altında huzurda olmak ve hayatın tortularından kurtulmak için tüm duygu, düşünce ve davranışları onların imbiklerinde damıtmak ne güzel!

Daima huzurda olalım ki daimî huzur bulalım!


Mustafa ÖZDAMAR diğer yazıları