Editör

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 16. Mektubu

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 16. Mektubu

Cümle ibâdât u taat tezkiye-i nefis ve tasfiye-i kalb içündür.

Ezelin ezelinde bilinmeyi ve sevilmeyi murad ederek muhabbetiyle âlemleri halk eden ve bu muhabbetle âlemleri muhît ve cami olan muhabbetinin cazibesini ve zevkini âlemlerin bekası içün kuvvet eyleyen, beşeriyeti muhabbetle îmâna sevkedüp İslâm ile müşerref kılan, ihsanıyla dünya ve ahiret nimetleri lütfedip kullarına vadettiği nimetleri asla değiştirmeyen kelâmı güzel, kendisi güzel, cemâliyle güzelliğinden cümle âlemi nasibdâr kılan Cenâb-ı zü’l-Celâl, ve’l-Cemâl, ve’l-Kemâl ve tekaddes Hazretleri’ne aşk u şevk ile hamdolsun.

Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetinin mazharı, rasûllerdeki nurun menbaı, lî maallâh tahtının şâhı, sübhânellezî esrâ bi ‘abdihî’nin mazharı, mahbûbu’l-kulûb, mürebbi-i vicdan, ekmel-i mahlûkat ve beşerin yani benî Âdem’in mefhari Hazret-i Fahr-i âlem Efendimiz’e, muhabbetle halkolunan âlemler adedince muhabbetle salât ü selâm olsun.

Cenâb-ı Hakk’ın kabul eylediği bu hamd ü senâ ve salât ü selâmdan Allah Rasûlüne tâbi olan cümle ehl-i îmâna, hassaten ehl-i beyt-i Mustafa’ya, ashabına ve etba’ına en güzel şekilde ikram ve ihsan olunsun.

Oğlum İhsan Efendi, esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtuhû

Güzel evlâdım, Allah seni iki cihanda azîz eylesin. Maddî ve manevî müşkillerini hall u âsân eylesin. Halini ahsenü’l-hâl ve ekmelü’l-hâl üzere dâim eylesin.

Tarikatın sırr-ı sâdık bendegâna meftuhtur (Sadâkatle yola devam edenler için tarikatın incelikleri ve güzellikleri kendini gösterir, onlara açılır). Zira sırra mahrem olmak bir haneye veya kişiye mahrem olmak gibidir. Aşinalık akrabalığı, akrabalık da mahremiyeti celbeder. Mahremiyetten öte kişiye lâzım olan muhabbettir. Nasıl ki kişi bir aile edindiğinde o ailenin kendi içindeki zâhirî şartlarını yerine getirir. Yuvalarında huzur olur mesut olurlar.

Mahremiyet muhabbete mâni değildir, muhabbet ise mahremiyet hususunda kişiyi laubaliliğe sevk etmemelidir. Aile içinde bunu teessüs edenler saadet marifetine erişirler. Aynı bunun gibi kişinin ibadet ve taatında ilk önce o mahrem hudutları yani zâhirî çerçeveyi bilmesi ve bu hudutlara ta’zîm göstermesi îcab eder. Ancak bu kâfi değildir. Hürmetle riayet ettiği bu hudut içerisinde muhakkak muhabbet neşesini tahsil etmelidir. Muhabbet olmazsa ne hâsıl olur? Hiç. İbâdât u taat, kulluk haddini bilmek Allah Teâlâ’ya kurbiyyeti (yakınlığı) tahsil etmek ve muhafaza etmek içindir. Cenâb-ı Hakk âdem sûretimizde cevherini sırladığı gibi bu sır dahî muhabbet eseridir. Muhabbetini de ibâdât u taatın zâhirînin içerisinde sırlamıştır. Ol sebepten Cenâb-ı Hakk’ın şeriatını tahrif, tezyif, tahrip ederek ve bu hususta lakayıt olarak muhabbetin sırrını ve Cenâb-ı Hakk’a kurbiyyeti bulmak mümkün değildir. Bir şeyler bulsa da, bu bulduğunda muhabbet eseri olsa da hududa riayet etmediğinden bu muhabbeti muhafazası da mümkün değildir.

Kişinin Allah Teâlâ’nın emirlerine ve nehiylerine meyletmesi, hürmetle, ta’zîmle bunları yerine getirmeye gayret etmesi doğru bir halde olduğuna işarettir. Sevdiğinin izini süren âşık gibi ilk önce kulda, Cenâb-ı Hakk’a muhabbetin şevkiyle O’na kulluk etme zevki başlar. O zevk kişiyi o sahanın ilmiyle ve ilm-i haliyle meşgul eder. Amma işlediği güzel amellerin içinde saklı olan bir sırr-ı muhabbet vardır ki işte onun tadına doyum olmaz.

Ol sebepten din-i mübîn-i Ahmediyye yaşanınca anlaşılır, anlaşılınca yaşanmaz. “Ben hele iyice bir hikmetini öğreneyim de sonra kulluk yaparım.” diyen hiçbir kimse muvaffak olamamış, sâlih âmel işleyemeden göçüp gitmiştir. İşte tarîkat, öğrendiğini hemen hayata tatbik etmektir. Evvelce söylediğim gibi hikmet değildir, lezzettir. Tasavvuf erbâbının hikmetleri bu lezzetten sonra gelen hikmettir.

İhsan Efendi oğlum!

Sofilerin tezkiye-i nefis ve tasfiye-i kalb diye beyân ettikleri usûlü tahfif ederler (hafife alırlar). Hâlbuki cümle ibâdât u taat tezkiye-i nefis ve tasfiye-i kalb içündür. İslâm beş esas üzere bina olunmuştur. Binayı niçün yaparlar? Öylece dursun diye mi? Binanın inşasında bir maksûd vardır. Lezzetle müşahede edildiğinde bu beş esasın tezkiye-i nefis ve tasfiye-i kalb için olduğu ârif olanların ve birazcık insaf sahibi olanların nazarından kaçmaz. Bu beş esasın ilki şehâdettir.

“Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûluhû...” Yani şehâdet ederiz. Ne deriz, “Yâ Rabbi, ben kendi benliğim vehmindeydim. Amma ruhlar âlemindeki sözümü hatırladım ve bu nefis benliğinden sıyrıldım. Bu zevk ile Senin birliğini müşahede ettim. Ben yokum Sen varsın Allah’ım. Buna şahidim ve benim kendi şeraitim, kendi aklım ve fikrim Sana kulluk etmek üzere kurban olsun. Ben bu zevk ile Senin gönderdiğin Rasûlü’nü tasdik ettim. Kendi yoluma değil, kendi nefsimin çektiği yere değil, Rasûlü’nün yoluna gitmek zevkine eriştim ve ona tâbi oldum.

Benliğimi Muhammed’in yolunda sarf ettim, hakîkî kulluğu onda müşahede ettim, diyerek şehâdet etmez miyiz? Bak gördün mü, şehâdet bizlere tezkiye-i nefsi ve tasfiye-i kalbi nasıl işaret ediyor. Cenâb-ı Hakk son kelâmlarımızı kelime-i tevhîd, son nefeslerimizdeki müşahedemizi de o kelime-i şehâdetin şehâdet mertebesinde eylesin. Âmin.

Savm yani oruç, nefsi Allah Teâlâ’nın rızası için helâlden dahî alıkoymak değil midir? Nefsin iştihasını Allah Teâlâ’ya kurbiyyet için tehir eder, rahmanî hudutlar içerisinde rahîmiyyet kokularını alırsın.

Hal sahibi zâtlar mâsivaya oruçludurlar. Şöyle beyân edelim: Nasıl ki bir insan oruçlu iken iftar vaktine kadar kendisini nimetlerden alıkoyar, hâşâ nimetlerden alıkoyar dedim fakat esasında en büyük nimet îmândır. Fâni olan ikramları bakî olan ikrama değişmeyeceğini fiilen gösterir. Amma düşün ki bir adam imsak ettiği vakitte ağzıyla bir şey yemese de iftar vaktine kadar hep “Ah keşke yemek olsaydı, ah keşke şunu yeseydim, şunu işleseydim, şöyle etseydim.” dese o orucun feyzini alabilir mi? Alamaz.

Demek ki kalbindeki niyetle başladığı o amel ifsad olmasın diye o niyete uygun amel ve ahvâl içinde olmalı. Peki, bir kişi Allah Teâlâ’ya muhabbet ve kurbiyyet niyetindeyse artık mâsivaya (Allah’ın gayrında olan şeylere) meyleder ve yalanıp durursa kalbindeki bu imsak layıkıyla iftara erişir mi? Erişmez. Amma biz sözün başına dönelim. Oruç ibadeti de gösterir ki, bu nefis tezkiye edilmeli ve kalb tasfiye edilmelidir.


Editör diğer yazıları