Ver Elini Filistin…

Sonra zeytin ağaçlarını sayıyor, kuş bakışı seyrediyoruz eski şehri, Beytu'l-Makdis’i, Kudüs’ü…

Senelerce niyetlendiğim ve nihayetinde gerçekleşen bir yolculuktu Filistin’e gidişim. İlk kıblemiz, Peygamberimizin Miraç’a yükseldiği yer... Bu yazımda yönümüzü Filistin’e çeviriyoruz. Tel Aviv’e iniyoruz bir yaz sabahı, sıkı gümrük kontrollerinden geçtikten sonra otobüsle eski şehir Kudüs’e başlıyor yolculuğumuz. Yaklaşık bir saatlik yolculuğumuzda bir sağımıza bir solumuza bakarak, 700 km uzunluktaki utanç duvarına, tel örgülerine takılıyor gözlerimiz… Ülkeyi ikiye bölen bu utanç bu zalimlere yeter! Nasıl oluyor da kafa tutuyorlar tüm Dünya’ya? Nasıl oluyor da umursamıyorlar o çok söylenen İnsan Haklarını?! Takılıyor gözlerimiz Filistinli kardeşlerimizi yerlerinden yurtlarından edip, yuvalarını yıkıp kendi yerleşim yerlerini inşa eden işgalcilere! Yollara bakıyoruz, takılıyoruz plakalardaki iki yüzlülüğe, iki standarda, Filistinlilere karşı ayrımcılığı görüyoruz!

Zeytin dağında ziyaret ediyoruz sahabelerden Selmân-ı Fârisî (r.a.)’ın makamını… O Selmân-ı Fârisî (r.a.) ki, Ashab-ı Suffe’den olan, aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz’e kavuşmak için nice zorluklar çeken… O Selmân-ı Fârisî (r.a.) ki peygamber (s.a.s)’in “Selmân bizdendir, Ehl-i Beyttendir!”(1) iltifatına nail olan… İlk sufilerden, Allah dostu olan Rabiatü’l Adeviyye Hazretlerinin makamını ziyaret ediyoruz…  Sonra zeytin ağaçlarını sayıyor, kuş bakışı seyrediyoruz eski şehri, Beytu'l-Makdis’i, Kudüs’ü… Selametin olması gerektiği yerde zeytin dalı elimizde seyrediyoruz altın kubbeyi…

Akşam namazını eda etmek için hızlıca yürüyoruz Mescid-i Aksa’ya doğru… Yüksek ve ihtişamlı duran surlardan içeri giriyoruz. Aşınmış taşlardan yürüyüp bir an önce Kubbet'üs-Sahra’ya, Kıble Mescidine kavuşmayı diliyoruz. Mescid-i Aksa’ya yaklaşınca ki durgunluğumuzla karşılıyor bizi ağır silahlanmış ama kalplerini korku salmış korkak İsrailli askerler! Allah’ın bize bahşettiği imanla, metanetle, ferasetle rüzgar gibi geçiyoruz yanlarından yüce Mâbedimize doğru… Böyle mi olmalıydı Mâbedimize karşılama?  diye düşünürken en kısa zamanda fetihler nasip olsun duamızı ediyoruz. İlk olarak asırlık zeytin ağaçları karşılıyor bizi Mescid-i Aksa’nın alanında. Yukarı doğru gittikçe Kubbetü’s-Sahra’nın güzelliği ışıl ışıl parlıyor… Ezan okunuyor ve Allah Teâlâ’nın “etrafını mübarek kıldığı”(2) mekana, aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin bastığı topraklara ayak basıyoruz sevinçle… Rasûlullâh (s.a.s)’in üç mescitten birine namaz kılmak için yolculuk yapılabileceği buyurduğu: uzak olan o mescit(3), Mescid-i Aksa…

Miraç gecesini hatırlıyoruz…. Bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya buyur edilen o güzel Nebi… İşte şurada Mescid-i Aksâ’ya giden merdivenlerden çıkmıştı… İşte buraya bineği Burak’ı bağlamıştı… Kubbet'üs-Sahra’nın içinde bulunan muallak taşının üzerinden göğe basamak basamak yükselmişti. Ve âlemlerin Rabbi olan Allah ile buluşmuştu. Ne güzel bir yolculuk, ne güzel bir buluşma bize anlatılan… Ne güzel hediyelerle dönmüştü Allah Rasûlü tekrar yeryüzüne…

Peygamber annesi olan, Allah tarafından bir nebat, bir bitki, bir gül gibi yetiştirilen, Hz. Zekeriya’ya bakım görevi verilen, Cennet hanımlarından olan Hz. Meryem’in mabedini ziyaret ediyoruz Mescid-i Aksa’da… Ruhullah olan Hz. İsa’nın taşın içinde oyulmuş beşiğini görüyoruz. Meryem ve Âl-i İmrân surelerinden âyetler canlanıyor gözümüzün önünde…

Peygamber oğlu peygamber hükümdar olan, kendisinden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık verilmesi için dua eden, rüzgar ve cinler emrine verilen, Mescid-i Aksa’yı inşa ettiren, Hz. Süleyman’ın Mescid-i Aksa’da tahtının olabileceği yerde soluklandık bir sabah namazı sonrası… Âsasına dayalı vaziyetteyken ağaç kurdunun âsâyı kemirip Hz. Süleyman’ın yere düşünce vefat ettiğini tarif eden âyeti hatırladık….

Ağlama duvarını, Yahudilerin inançları gereği sallanarak dua edişine, dualarını kağıda yazıp duvarların arasına sıkıştırdıklarını ve böylece Tanrı’ya ulaştırdıklarına inandıklarına şahit oluyoruz. Ve saygı duyuyoruz… Via Dolorosa’da, Çile Yolunda Hristiyanların Hz. İsa (a.s.)’ın sırtında çarmıhla ızdırapla yürüdüğünü hayal edip tefekkür ettiklerine şahit oluyoruz. Ve saygı duyuyoruz… Kâfirûn suresini kendimize hatırlatarak: “Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.", ne güzel bir dine mensup olduğumuzdan dolayı şükrümüzü eda ediyoruz.

Uzaktan seyrediyoruz Sodom ve Gomore şehirlerinin altında kaldığı Lut Gölünü, Ölü Denizi. Deniz seviyesinden 400 metre aşağısında olan, tuz oranı çok fazla olan bu denizin inkarcıların sapkınlarından dolayı yere battığını düşünerek, “yeryüzünde gezip dolaşın da öncekilerin âkıbeti nice oldu bir bakın.”(4) âyet-i kerîmesine uygun ibretle bakıyoruz…

Sion tepesinde ziyaret ediyoruz hükümdar olan, kendisine Zebur verilen, elinde demir yumuşatılan peygamber Hz. Davud (a.s.)’ın makamını... Cenâb-ı Allah’ın âyet-i kerîme’de: dağların ve kuşların “Onunla birlikte tesbih edin.” emrine itaat edişini tahayyül ediyoruz…
Meryem oğlu Hz. İsa (a.s)’ın son akşam yemeği yediği mahalde Maîde suresinin 112-114 âyetleri canlanıyor gözümüzün önünde… Hz. İsa (a.s.)’ın havârilerin isteği üzere gökten bir sofra indirilmesi için dua edişini hatırlıyoruz…

El Halil şehrine hareket ediyoruz… Halîlullah olan, ateşe atılan, Nemrutla mücadele eden, yumuşak huylu, evvah olan Hz. İbrahim (a.s.)’ın makamını, oğlu Hz. İshak (a.s.)’ın ve torunu Hz. Yâkub (a.s.)’ın makamlarını ziyaret ediyoruz. Rüyaların yorumu öğretilen, önce zindanlarda hapsedilen sonra Mısır’a aziz olan peygamber Hz. Yusuf (a.s.)’ın makamında Yusuf suresini hatırlıyoruz… Kur’ân-ı Kerîm’de ismi en çok geçen, İsrailoğullarıyla ve Firavunla çok mücadele eden, Ulu'l-Azm peygamberlerden olan Hz. Musa (a.s.)’ın makamında Fatihalarımızı bağışlıyoruz. Ve unutmuyoruz ki Rasûlullâh (s.a.s)’in Ravza-i Mutahhara’sı dışında hiçbir peygamberin kabr-i şerîfleri kesin belli olmadığına… Bu yüzden peygamber makamları olduğuna ve bağışladığımız surelerin elbette onlara ulaştığına inanıyoruz…

Her yerde buram buram âyet-i kerîme rayihası yükseliyor… Her yerde buram buram hadis-i şerîf rayihası yükseliyor… Her yerde buram buram maneviyat kokuyor… Allah tarafından mübarek kılınan, Müslümanlar tarafından önemli sayılan, Peygamberler izi taşıyan Kudüs, Filistin… Her Müslümanın mutlaka gidip görmesi, Mescid-i Aksa’da namaz kılması, Kudüs’ü garip bırakmaması, Müslüman kardeşlerimize sahip çıkması gerekiyor… Gitmeye imkan bulamayan da peygamberimizin bu mübarek tavsiyesini hatırlasın: “Şayet oraya gidemez ve orada namaz kılmazsanız, bari oranın kandillerini aydınlatacak yağ gönderin!”(5)

Gelin ey Müslüman kardeşlerim, Peygamberimiz (s.a.s)’in bu mübarek sözüyle Kudüs’e, Filistin’e sahip çıkalım! Oradaki Müslüman kardeşlerimizle gönül bağı kurarak, dualarımızla yanlarında olalım! Filistin’in sesini dünyaya duyuralım, kardeşlerimize maddi-manevi destek olalım!

Gelin bu heyecanı hep birlikte yaşayalım ve dua edelim…

Bir Cuma günü Kudüs’te uyanmak nasip olsun…  Erkenden Mescid-i Aksa’ya gitmek, aşınmış taşlarında hızlı hızlı yürümek nasip olsun… Kubbet'üs-Sahra’da hutbe dinleyip, imamın: “Ey ateş, İbrahim’e serin ve selamet ol!”(6) âyetini okuyup “Ya Rabbi sen Mescid-i Aksa’yı Kudüslülere, Filistinlilere serin ve selamet kıl!” duasına gönülden “Âmin!” demek nasip olsun… Cuma namazını kılmak, Müslüman kardeşlerimizle bayram havasında tebrikleşmek, kucaklaşmak nasip olsun… Müslüman kardeşlerimizin ikramlarından tatmak ve kendi ikramlarımızdan ikram etmek nasip olsun… Büyüklerin ellerinden öpmek, yavruların başını okşamak nasip olsun… Her adım başı size “salli alâ Seyyidinâ Muhammed” diyerek bu mübarek günde Allah Rasûlüne salavat getirmeyi hatırlatanları   duymak, Kudüs sokaklarını salavatlarla süslemek nasip olsun… İlk kıblemiz olan, Peygamberimizin Mirac’a yükseldiği yer, yeryüzündeki en önemli üçüncü yer olan Kudüs’te bir Cuma günü uyanmak nasip olsun…  Nasip etsin Allah’ım bir vakit namaz kılmayı, mübarek ve özgür Mescid-i Aksâ’da… Âmin!

Vesselâm

 

[email protected]

 



1 bn-i Hişâm, III, 241.

2 İsrâ Suresi, 1.

3 Müslim, Hac, 288.

4 Rûm suresi, 42.

5 Ebû Davûd, Salât 14.

6 Enbiyâ Suresi, 69.


Ayşe DEMİRCİOĞLU diğer yazıları