Nasihatler; Boş Ver!

Peygamber Efendimiz buyurmuyor mu ki: “Sebep olan yapan gibidir.”

Duyulur bazen, çevredeki insanların çenesi durmaz. Ya filan hakkında şöyle şöyle kötü tecrübeler edindiğini söylerler veya filan kişinin ne kadar ters biri olduğunu gelip seninle paylaşırlar. Sen de sadece dinlersin ve söylenenlerden dolayı belki şüpheye düşersin acaba gerçekten öyle biri mi diye...

Veya içinden geçirirsin “Bu dünyada hiç mi iyi insan yok?” diye...

Neye yanalım? Sana gelip söyleyene mi, yoksa kötü hasletleri olan kişiye mi? Bilemedim...

Başta sana kötü söz söyleyen kişiye kızmalıyız, neden mi? O filan kişi hakkında su-i zan etmene sebep olduğu için. Peygamber Efendimiz buyurmuyor mu ki:

Sebep olan yapan gibidir.

Hâlbuki o bahsedilen kişiyle senin münasebetin daha önemli değil midir?

Diyelim sen o filan kişi hakkında olumlu düşünüyorsun, çünkü münasebetin çok iyidir. Sonra biri kalkıp o filan kişi hakkında kötü şeyler söylüyor. Ne yaparsın? İnanır mısın? “Vay be demek ki foyası ortaya çıktı” mı, “maskesi düştü” mü dersin? Kim bilir, belki de...

Peki ya düsturumuz nasıl olmalı? Gidip o kişiye “Sen ne kadar kötü birisisin” deyip kaba mı davranmalıyız? Hayır!

Peki ya ne yapmalıyız?

O söylenenler bir kulağından girip diğerinden çıkmalı... Aynı dini paylaşıyorsak, aynı ilaha secde edip aynı Peygamberin ümmeti isek, biz din kardeşimize sahip çıkmazsak kim sahip çıkar? Din kardeşi demek, candır, kan bağından da ötedir... Sen herkesin kusurlarını ört ki, Allah da senin kusurlarını örtsün. Hem kim demiş ki bizim de eksikliklerimizin olmadığını? Belki biz o bahsedilen kişiden bin kat daha kötüyüz... Allah katında ne derecede olduğu, kimin kimde olduğunu bilemeyiz. Hem biz kimiz ki? Ne bir nebi, ne de veli. Niyetlerin ne olduğunu beşer olarak nasıl bilebiliriz. Ancak Allah bilir. Biz de O’nun ya “Settâr” ismine hürmeten din kardeşlerimizin kusurlarını Hz. Mevlana’nın dediği üzere gece gibi örtmeliyiz ve onların ıslahları için dua etmeliyiz. Böyle yaparken ilk başta azgın nefsimize seslenmeliyiz. Seslenmek değil de, kükremeliyiz. Herkesi kendimizden üstün görmeliyiz ve karşılaştığımız her kişiden güzel ve dine uygun olan ne ise, ona özenmeliyiz.

Binlerce salât ve güllerce selam olsun o Nebiler Nebisine ki ne güzel buyurmuşlar:

İnsanlara güzel ahlakın gereğine göre davranın.” Anlaşılıyor ki, her ne ki “güzel ahlak” kategorisine giriyorsa, onu uygulamaktır asıl mesele…

Bu, taş atana gül uzatmaktır, kötülük yapana iyilikle muamele etmektir. Sana gelip filan hakkında bir şeyler söylemeye niyetlenen kişiye tek bir söz söyleyebilirsin;

Boş ver!

Çünkü hayat bu kadar basit şeylerle meşgul olmaya değmez. Zaman su gibi akıp giderken, geçirdiğin her vaktin de hesabı sorulacakken nedir ki bu? Hele hele de yapılacak onca hayırlı hizmetler varken, Allah rızası için çalışıp çabalamak varken, insanların hidayetine vesile olmak, hakiki manada örnek Müslüman olmaya çalışmak varken… Neden durup da filan kişi şunu söylemiş, filan kişi arkamdan konuşmuş, şu ne yapmış bu ne etmiş... Bu ve benzeri mevzuları düşünmek değer mi ki?

Değmez

Tasavvufta üç esas vardır kıllet-i kelâm, kıllet-i menâm, kıllet-i taâm.

Bu üç esasta en başta az konuşmak geliyor. Neden? Çünkü çok konuşan çok hata yapar. Malayanilik, ruhu bir nevi boğar... O yüzden bırakalım kelime israfı etmeyi de “Ya hakkı söyle veya sus!” diyen Efendimize uyup da, sessizliğimizi dinleyelim…

Konuşursak bile Rahmân adına konuşalım, Onu tesbih ve zikir edelim. O zaman bu durumda ne mi demeliyiz? Lüzumsuz, boş şeyler mi?

Artık onları BOŞVER,

Rahmân’ın isimlerini ZİKİR EDİVER


Ayşe DEMİRCİOĞLU diğer yazıları