Toplumsal Süreçte Bireyselleşme Gruplaşma
Herkesin fikir birliğine vardığı bir akşam kayıp bir akşamdır.
Son zamanların en büyük kaosunu bilgi oluşturuyor. Doğru yanlış ortaya atılan, yazılıp çizilen, iddia bombardımanı altındayız. Cephanemiz tıka basa dolu kuşkusuz. Bu cephaneyi gerekli gereksiz, isabetli isabetsiz tasarruf etmekte ne yazık ki masumun canını yakıyor.
Siyasi konuların hemen her ortamda konuşulduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu, bir bakıma güzel olmakla birlikte, sakıncalara da gebe olan bir durum hâliyle… Zira bilenin bilmeyenin, konuya vakıf olanın olmayanın bir şekilde sentezlendiği bir sürecin ortasında sağa sola yalpalıyoruz. Bir adım birine atıp diğerinden on adım kaçarken gereksiz ya da anlamsız bir düşmanlığın arasında tarafgirsizliğin canımızı yakacağı düşüncesiyle bir ortam, bir dünya kuruyoruz kendimize.
Nihayetinde sosyal olan, hak ve özgürlüklere sahip olan her bireyin; siyasi düşüncesini beyan etmesi ve fikir edinmesi, edindiği bu fikri meşru yollarla hayata geçirmesi en doğal hakkıdır. Fakat yaşadığımız dönemden önce bir fikri olmadığı, siyasetten olanca uzak durduğu halde; şu andaki bilgi karmaşasının içinde, doğrunun yanlışın netleşmediği bir ortamda siyasi fikir edinmek birey için arafta kalmakla eşdeğer. Hele birbirinden farklı düşüncelere ve çevreye bir şekilde fikir veya meyil bağı varsa yanmayın gitsin haline. Zira birey fikir ayrılıklarının yoğun yaşandığı dönemde gerek alenen gerekse sinsi bir elle illa taraf olma zorunluluğu ve dayatmasıyla kuşatılmakta. Dolayısıyla bu da toplumları bir şekilde aşırı kutuplaşmalara sürüklemekte...
Hâlbuki onca düşünür, onca düşünce gördü bu dünya. Nice ideolojiler öne sürdü, nice fikirler geliştirdi. Hangisi kati suretle kabul edildi? Hangisi ebediyete kadar hükmünü icra edebildi. Kesinlik var mı peki? Tek doğru mümkün mü? O vakit kişiler üzerinde illa ben doğruyum baskısı kurmak onları fanatizmin gayya kuyusuna atmak olmaz mı? Oysa gökkuşağı renklerinde de yaşamak mümkünken hayatı… Bu minvalden soruların sıkça sorulması lazım aslında ve ötelenmemesi ve ertelenmemesi lazım…
Ama ne var ki aşırı tarafgirlik dönemlerinde birey olarak özgürce düşünmenin karmaşasını yaşar insan. Bu karmaşanın en aza indirgeneceği durum ise ya bir seçeneğe sıkı sıkı bağlanıp kolektif hareket edecek, bir gurubun içinde yönlenecek ya da sair zamanda yaptığı gibi tam gayret uzak kalacak gündemden, guruplardan, kendini tam manasıyla özgürce ifade edemediği her türlü oluşumdan… Bu da tabii kişinin yalnızlaşması ve soyutlanması anlamına gelecek iyiden iyiye.
Zira insanın yapısı güvensizliği kolay hazmedemez. Risk alamaz. Risk oluşturacak hemen her şeye karşı mesafelidir. Kaygıyı bünyesi kaldırmaz. Ana rahminden dünyaya adımını atar atmaz kendini güvenli bir limanda hissetmek ister. Huzur arayışı ta o günden başlar. Bu güveni bulamayınca ise beşer şaşar durumu peyda olur. Yani Yerkes-Dodson yasası olarak bilinen kaygı anlarında en doğal en basit işlevleri dahi hayata geçiremez. Yani en doğal yeteneği olan düşünme yetisini dahi kullanamaz.
Kolektif hareket etme tam da bu durumlarda oldukça elzem bir vazife üstlenir. İnsan toplumsallaşma isteği duyar. Yani toplumun fikrine ayak uydurmak ister. Yönlendirilme gereksinimi vardır. İki seçeneği vardır; ya denizi tek başına kayıkla geçecektir ya da kolektif düşünüp kaygılardan uzak kalacaktır! Ya topluma uyar ya da tek fikir olmanın riskini alıp toplumdan dışlanır! Ama toplumdan dışlanma korkusuyla genel olarak topluma ayak uydurmak daha kolay kapıya çıkar. Çünkü daha en baştan sürüden ayrılanı kurt kapar düşüncesiyle yetişmiştir.
Konuyu daha da açacak olursak; grup ve birey çatışması modern kentleşmeler döneminde farklı boyutlara ulaşmıştır. Eskinin, geleneksel olanın aksine modern kentleşmelerin olduğu toplumlarda çıkar ilişkileri ön plandadır. Geleneksel guruplarda genellikle kendi fikrinden ziyade gurubun liderinin veya lidere direkt ulaşılamadığı yerde lideri temsil edenlerin fikirlerine bağlı olunur ve itaat sonsuzdur. Lidere de fikrine de kutsallık atfedilir. Bu anne kucağı sıcaklığındaki güven duygusu sebebiyle de birey olmanın verdiği farklılıklardan uzak kalınır. Yenilikler ve farklılıklar kabul geleneksel toplumlarda, gruplarda görülmez.
Modern gruplaşmalarda ise daha çok fikir beyan edilmesine karşılık yine ortak bir fikir benimsenir. Ancak ne zaman fikirler iyiden iyiye çatışır, sıyrılma ve dahi ayrışma başlar, anlaşmazsızlıklar ötelenmeler içinden çıkılmaz hale gelir. Geleneksel gruplaşmaların aksine modern gruplarda bağ daha zayıftır. Bu gruplaşmalar toplumun sık sık değişik katmanlara ayrılmasına sebep olur, ayrıca zeminin sağlamlığından ziyade kayganlığına sebep olur. Çıkarlar vesilesiyle kurulan bağlar haliyle kısa soluklu olmaya mahkûmdur. Tüm açmazların peşi sıra sonuçta biri diğerinden daha üstün olmamakla birlikte her iki gurup şeklinde de fikirlere açık olmayan, sivrilen, ötekileştiren bir üsluba bürünülür maalesef. Beğenilmeyen aforoz edilir…
Birey olamama meselesi kuşkusuz bir tek siyasette değil, diğer birçok alanda da mevcut. Sanatta ve dahi edebiyatta da bu böyle... Şüphesiz Enformasyon çağının da bir getirisi olarak aynılaşma birçok alanda mevcudiyetini sürdürmekte. Bu da “Moda” diye adlandırdığımız küresel olguyla çıkar karşımıza. Modern dünyanın küresel gruplaşma şeklini şemalandırır gözlerimizin önünde… Küresel gruplaşmaların sonucu olarak da aynı giyinen, aynı beslenme şekline sahip olan, aynı müzikten, sinemadan hoşlanan insanlar oluveririz. Aynı fikrin fakihleri olmaktan gocunmayız. En popüler olan, en çok kabul gören, beğenilen ne ise onun etrafında çember oluştururuz. Çizgiyi geçmek oldukça zordur. Öteki olmayı kimse arzu etmez zira.
Farklı düşünemediğimiz, düşünmeye yeltensek kabul görmediğimiz, popülizmin çılgın hayranları olarak mütemadiyen Einstein’ın şu sözü aklıma geliyor;
“Herkesin fikir birliğine vardığı bir akşam kayıp bir akşamdır.”
Hâsılı kelam kaybedişin kıyısında seyreyliyoruz ne yazık ki meçhul olan akıbetimizi. Ne var ki farklılıklarla, zıtlıklarla bezelidir dünya. Siyahı görmeseydik hakeza beyazın varlığını bilmeseydik ikisini birbirinden ayırt etme özelliğimiz de olmayacaktı. Seçebilmeli insan! Özgürce, yargılardan uzak bir şekilde… Denemeli en azından. Sinmemeli, sindirilmemeli. Bir oraya bir buraya çekilmemeli zincirlerle. Sevdiği, hak verdiğini de eleştirebilmeli. Söz sahibi olmalı, su küçüğün laf büyüğün gibi bir haksızlığa maruz kalmamalı. Körü körüne değil; doğrusuyla yanlışıyla analiz edebilmeli. Ümit ile ümitsizlik arasındaki ince çizgide dururken denemekten kaçmamalı? Umarım son zamanlarda yaşadığımız bu buhranlı atmosfer gelip geçicidir. Kendimizi, insanımızı sevdiklerimizi tüketmeyelim kavgalarımızla, geçimsizliklerimizle, anlayışsızlıklarımızla. Kulak verelim her sese.
Diyorum ya yeni bir şeyler deneyelim, çözümler üretelim en azından.
Dünyanın sonu değil ya?
Ayşegül SAYIN diğer yazıları
- 31 Ocak 2016 Dobra Dobra mıyız? Yoksa Kalp Kırıcı mıyız?
- 31 Ekim 2015 Fala İnanma
- 27 Şubat 2015 İsmail Ol Diyorsun…
- 06 Kasım 2014 Kurban Etmeden Önce Ateşlerde Yanan İbrahim Olmalı!
- 03 Haziran 2014 Ne Mutlu Dost/Doğru Olana!
- 08 Şubat 2014 Taşlaşmış Kalpleri Eritsek Merhametimizle
- 25 Aralık 2010 Zamana Değer Verenler