Yusuf Selim

Mehmed’i FATİH Yapan AKŞEMSEDDİN

Mehmed’i FATİH Yapan AKŞEMSEDDİN

Fâtih, Ayasofya’ya girer girmez atından inip secdeye varır ve o yüce Peygamberin...

 

“İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu feth eden komutan ne güzel komutan ve onu feth eden asker ne güzel askerdir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 225)

 

 

 

 

Hadis-i şerifte fethin müjdelenmesi; mücahidlerin “güzel kumandan ve güzel asker” olarak vasfedilmesi İslâm hükümdarlarını heyecanlandırmış, güneşin üzerine doğmak için sabırsızlandığı bu güzide şehir “fetih hadisinin” sırrına ermek isteyenler tarafından defalarca kuşatılmıştır. Sonunda Cenâb-ı Allah, 29 Mayıs 1453 tarihinde bu fethi Osmanlı Sultanı II. Mehmed’e nasip etmiştir.

 

 

 

Sultan II. Mehmed; dehâ, azim, irade, cesaret ve sabrın tastamam anlamını bulduğu bir devlet adamıydı ki, istisnasız bütün dünya tarihçileri bu hususta hemfikirdir.

 

 

II. Mehmed; hem din ilimleri, hem de yaşadığı dönemde revaçta olan ilimlerle meşgul olmuş; madden ve manen donanımlı hale gelmiş, dokuz yabancı dil öğrenerek dünya konjonktürünü yakından takip etmiştir.

Tüm bunların ötesinde II. Mehmed’i “Fâtih Sultan Mehmed” yapansa O’nun manevî, yani tasavvufî yönü idi. Mürşidi Akşemseddin olmasa Fâtih, Fâtih olamazdı.

Bu yazımızda Fâtih’i Fâtih yapan Akşemseddin Hazretlerinden ve fetihteki manevî sırlardan bahsetmek istiyoruz.

Akşemseddin Hz.leri Şam’da doğmuş, yedi yaşında babası Şeyh Hamza ile Amasya’ya gelip yerleşmiş ve İslamî ilimleri bitirdikten sonra Osmancık müderrisliğine getirilmiştir.

Henüz 25 yaşlarında iken ününü duyduğu Hacı Bayram Velî’ye intisap etmek istemişse de O’nun müridleri ile birlikte dükkân dükkân dolaşıp, halktan yardım topladığını görünce dilencilik yaptığını zannederek vazgeçmiştir. Oysa toplanan yardımlar ihtiyaç sahipleri içindir.

Osmancık’tan ayrılan Akşemseddin, Haleb’e Şeyh Zeynüddin Hafî’ye intisab için yola çıkar. Haleb’e varır ancak rüyasında bir ucu kendi boynuna takılmış, diğer ucu Hacı Bayram’ın elinde bir zincirle Ankara’ya doğru çekildiğini görür. Bu rüyadan kendine göre ders çıkartarak önce Osmancık’a, sonrada Ankara’ya giderek Hacı Bayram Velî’ye bağlanır. Bir süre tasavvuf eğitimi aldıktan sonra Hacı Bayram Velî ona irşad hilafeti de verir.

Akşemseddin, Hacı Bayram Velî’nin vefatından sonra yaptığı irşadı ile etrafı aydınlattığı gibi âlimler arasında da nazarları üzerine çekmektedir.

Şöyle ki; Fâtih İstanbul’un fethi ile ilgili istişare toplantısı yapar. Âlimlerin ortak kanaati; Benî Asfar ile yapılan savaş sonrası Mehdi’nin yardımı ile İstanbul’un fetholunacağı, dolayısıyla İstanbul’u kuşatma sevdasından vazgeçilmesi gerektiği yönündedir.

Akşemseddin ise tam tersi görüş belirterek; önce İstanbul’u Sultan Mehmet’in fethedeceğini, Mehdi’nin fethinin bu hadiselerden sonra olacağını dile getirir. Bunun üzerine Fâtih, İstanbul’un kuşatılmasına karar verir. Kuşatmanın elli günü dolduğunda zaferden ümidini kesen devletin ileri gelenleri ve âlimler padişaha gelip:

“Bir sufînin sözüyle bu kadar asker zayi oldu, bunca hazine telef oldu. Şimdi Avrupa’dan da kâfire yardım geldi, fetih ümidi kalmadı…” derler.

Sultan Fâtih vezir Velîyüddinoğlu Ali Paşa ile Akşemseddin’e haber salarak:

“Kale fetholmak, orduya zafer bulmak ümidi var mıdır?” der. Hatta bununla da yetinmeyip veziri Mezburî gönderir. “Tayin vakit eylesin” der. Akşemseddin ise bunun üzerine:

“Rebiülevvel ayının 20. günü seher vaktinde sıddık-ı himmetle filan canibden yürüyüş eylesinler. Ol gün fethola…” müjdesini kati olarak verir ve son sözlerini şöyle bağlar:

“Yarın şu kapıdan (Topkapı) hisara yürüyüş ola. İzn-i Hüdâ ile bâb-ı zafer feth olup ezan sedası ile surun içi dola, gün doğmadan gaziler sabah namazını hisar içinde kılalar” ifadeleri ile moral vermiş, gerçekten de onun belirttiği vakitte fetih gerçekleşmiştir.

Fâtih, fetihten sonra AKŞEYH’İN ellerini öpmüş, İstanbul’u atbaşı beraber girerken Bizans kızları, Pir-i Fânî Akşemseddin’i Fâtih sanarak çiçekleri ona uzatmışlar, fakat Akşemseddin Fâtih’i göstererek:

“Çiçekleri ona veriniz !” der. Fâtih ise:

“Verin verin çiçekleri, ona verin. Padişah benim ama o benim Hocam’dır” diyerek karşılıklı tevazu örnekleri sergilerler.

Fâtih, Ayasofya’ya girdiğinde patriğe:

“Ayağa kalk, ben Sultan Mehmed! Sana ve arkadaşlarına söylüyorum ki; bugünden itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkunuz” fermanıyla, Bizans halkının teveccühünü kazandığı gibi özgürlük dersi de vermiş oldu.

Fâtih, Ayasofya’ya girer girmez atından inip secdeye varır ve o yüce Peygamberin:

“İstanbul muhakkak feth olunacaktır. Onu fetheden ne güzel kumandan ve onu fetheden ne güzel askerdir” sözlerinin şükrünü eda eder.

Ayasofya üç gün içerisinde camiye çevrilir, orada ilk Cuma hutbesi de Akşemseddin tarafından okunup, onun üç kere iftitah tekbiri alıp ancak üçüncüsünde başlattığı imametiyle ilk Cuma namazı gerçekleşir.

Artık Ayasofya, İstanbul’un gözü olmuştur Akşeyh’in ve Fâtih’in ellerinde…

Fetihten sonra Fâtih, Akşeyh’den, Eyyûb Sultan (Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensarî) Hz.lerinin mezar yerinin bulunmasını rica eder.

Malum olduğu üzere Ebû Eyyûb el-Ensarî (r.a), Emeviler devrinde İstanbul kuşatmasına katılmış ve hastalanarak vefat edince surlar dışındaki bugünkü yere defnedilmiş, zamanla mezar yeri kaybolmuştu.

Akşemseddin iki ağaç dalını alıp kabrin baş ve ayak hizasına dikti ve yeri burasıdır diyerek oradan ayrıldı. Ancak Fâtih bir adam göndererek dalları yirmişer adım güney tarafa çektirdi. Sabah olunca Fâtih kabrin tekrar bulunmasını rica etti. Akşemseddin doğruca tespit ettiği yere giderek:

“Dalların yeri değişmiş” dedi ve ilk yerin kazılmasını istedi. Kabrin başından biraz kazılınca; “Bu, Halid b. Zeyd’in kabridir” yazılı bir taş çıkacağını haber verdi. Orası kazıldı ve aynen dediği şekilde mezarın keşfi gerçekleşmiş oldu.

Fâtih, mezar üzerine bir türbe ve camii yaptırdı.

Ebû Eyyûb el-Ensarî’nin mezarının keşfi ile Osmanlı daha da güç tazelemiştir. Onun için Fâtih bu olay üzerine:

“Akşemseddin gibi bir zatın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul’un fethinden dolayı duyduğum sevinçten az değildir” diyerek şükretti. Böylece Fâtih kuşatma sırasında:

“Ya İstanbul beni alacak, Ya ben İstanbul’u…” sözlerindeki ruhu Akşemseddin’e borçlu olduğunun bilinciyle tazimde kusur etmedi.

Fâtih, mürşidine bir gün:

“Efendim, bu güzel şehir kıyamete kadar isterim ki İslâm şehri olarak kalsın, bunun için ne yapmalıdır?” diye sordu.  Mürşidi Akşemseddin cevaben şu tarihi cevabı verir:

“Her gece bu şehirden 70 bin tevhid semaya yükseldiği müddetçe bu şehir İslâm şehri olarak yaşayacaktır.”

Fethin zahirî yönü bir yana, bu manevî derinlik ve hakikat karşısında Fâtih Sultan Mehmed şeyhine hayran gözlerle bakar ve derin düşüncelere dalar.

Fâtih, Akşemseddin’den bir ricada daha bulunur, huzurunda halvete girip tasavvuf neşesiyle yaşamayı...

Akşemseddin bunu kabul etmez ve şöyle buyurur:

“Sen bizim tattığımız lezzeti tadarsan saltanatı bırakırsın. Seni dervişliğe kabul edersem devletin düzeni sarsılabilir. Bununda vebali çok büyük olur. Adalet eylemek, Padişah için keramet sayılır. Müslümanların rahat ve huzuru için devletin varlığı gereklidir.”

Fâtih bu sefer Hocasının İstanbul’da kalmasını ister. Fakat O, daha önce yerleştiği mekân olan Göynük’e döner. Hayatının son demlerini Göynük’te geçirir ve ruhunu orada teslim eder. Bugün Akşemseddin’nin kabri Süleyman Paşa Camii’nin yanındadır.

Allah sırrını takdis eylesin…


Yusuf Selim diğer yazıları