Fatih TİRYAKİ

İman ve İmanın Şartları, İslam İnancının Temelleri (Akâid), Ömer Nesefî

İman ve İmanın Şartları, İslam İnancının Temelleri (Akâid), Ömer Nesefî

Her iki tariften de anlaşılacağı üzere, “ma´rifet”, yani bir şeyi sadece bilmek, iman için kâfi değildir. Bilgi ile yetinmeyerek, onu kalben tas­dik etmek şarttır.

İman Nedir:

“İman; Allah indinden gelen şeyleri kalp ile tasdik ve dil ile ik­rardır.”

İman, lügatte; “mutlak tasdik” manasındadır. Habercinin haberine veya hüküm verenin hükmü­ne, yani herhangi bir şeye hiç tereddüt etmeden, içten ve kesin olarak inanmak, onun doğru oldu­ğunu kabul etmektir.

İslâm ıstılahında ise iman; Allah´a, Hz. Muhammed’in (s.a.s) Allah´ın kulu ve resulü olduğuna, Onun, Allahü Teâlâ´dan (c.c) alıp insanlara bildirdiği, kat´î delillerle bilinen şeylerin gerçek olduğuna yürekten ve kesin olarak inanmak, bun­ların hak ve gerçek olduklarını kalp ile kabul ve tasdik etmektir.

Her iki tariften de anlaşılacağı üzere, “ma´rifet”, yani bir şeyi sadece bilmek, iman için kâfi değildir. Bilgi ile yetinmeyerek, onu kalben tas­dik etmek şarttır. Çünkü “bilmek”, herhangi bir şeyin, fert tarafından fiil haline getirilmeksizin, kişinin kalbinde bir anda belirivermesidir. Mese­lâ; aya bakar bakmaz, onun ay olduğunu bilivermek; peygamberin mucizesini görünce o anda kalpte onun peygamberliğinin bilgisinin belirivermesi böyledir. “Tasdik” ise bir şeyi tercih edip yapmak neticesinde meydana gelir. İnanılması gereken şeylere kesin olarak inanmak, onları itiraf etmek, kabul etmek ve tam bir teslimiyetle bağ­lanmaktan ibarettir.

Bu izahlardan anlaşılacağı üzere, “bilmek” ile “tasdik” arasında umumilik ve hususilik mü­nasebeti, vardır. Ma´rifet, tasdik´e nazaran daha şümullü ve daha geneldir. Tasdik ise daha özeldir. Zira nice kâfirler vardır ki, Peygamberimizin (s.a.s) doğruluğunu bildikleri hâlde mü´min sayılmazlar çünkü kalplerinde tasdik yoktur. Tasdik olmayın­ca itmi´nan olmaz; o da olmayınca insan, mü´min sayılmaz. Bu ifadeleri, Kur´an-ı Kerim´in âyetleri de te´yit etmektedir:

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, o peygamberi, öz oğulları gibi tanırlar. Öyle İken içlerinden bir gü­ruh, kendileri bilip durdukları halde, yine mutlaka hakkı gizlerler.”[Bakara, 146]

“Vaktâ ki, âyetlerimiz böyle parlak olarak onlara geldi: ´Bu, apaçık bir büyüdür´ dediler. Vicdanları da bunlara tam bir kanaat hâsıl ettiği halde, zulüm ve kibir ile yine bunları inkâr ettiler. Fesatçıların sonu, bak nice oldu.”[Neml, 13-14]

İmanın lügat ve ıstılah manalarını dikkatle incelersek, aralarında, “tasdik” bakımından bir farkın olmadığını görürüz. Fakat kapsadığı mev­zular ve imanın hakikati bakımından, aralarında genellik ve özellik farkı vardır. Meselâ; “Küfür ve zulüm iyidir” diye bir hüküm verilse ve bunu din­leyen bir kimse tasdik etse; dilcilere göre bu şa­hıs, küfür ve zulmün iyiliğine iman etmiş olur. Istılahta ise bu sözler, küfürdür. Çünkü İslâm ıs­tılahına göre iman; Resulü Ekrem´in (s.a.s), Allahü Teâlâ´dan (c.c) getirdiği kat´î olarak bilinen şeyleri tasdik etmektir.

 

İmanın Çeşitleri:

İslâm âlimlerim göre iman, “icmali” ve “taf­sili” olmak üzere iki kısma ayrılır.

İcmali İman:

İnanılması gereken şeylerin tümüne birden ve kısaca inanmaya “icmali İman” denir. Bu da “kelime-i tevhid” de ifadesini bulmaktadır. “Allah’tan (c.c) başka ilâh olmadığına ve hazreti Muhammed’in (s.a.s) Allah´ın (c.c) Resulü olduğuna” tam bir teslimiyetle inanmaktan ibarettir. Nitekim İslâm´a yeni girmek isteğinde bulunan kim­seye, Peygamberimizin zamanından günümüze ka­dar, İslâm dini böyle telkin edilmiştir. Zaten, İs­lâm dininde, mü´min sayılabilmek için bankaca bir merasim de yoktur.

Tafsili İman:

İnanılması lâzım gelen şeylerin hepsine, çok açık ve tafsilâtlı bir şekilde inanmaya, “Tafsilî İman” adı verilir. İmanın geniş şekli olan tafsili iman, üç dereceye ayrılır:

Birinci Mertebe:

Hazreti Allah´a, Resulüne (s.a.s), bir de ahiret gü­nüne iman etmektir. Burada icmali imana, “ahirete iman” da eklenmiş olduğu için, ondan daha geniş olmaktadır.

İkinci Mertebe:

“Amentü”de ifadesini bulan; “Allah´a, meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gü­nüne, Kadere, yani hayır ve şenin Allah´tan ol­duğuna, öldükten sonra tekrar diriltilip mahşere gönderilmeye” iman etmek ve beraberinde “Kelime-i Şahadet” getirmekten ibarettir. Bu, birinci mertebeye nazaran daha mufassaldır. Bunlara “İmanın Şartları” adı verilir. Peygamber Efendi­miz (s.a.s) de, “İman nedir” sualine, bu şekilde cevap vermiştir. [Buhârî, 2/37; Müslim, 1/l; Ebû Dâvûd, 39/15; Tirmizî 38/4; Nesâi 5/1; İbn Mace, Mukaddime/9; Müsned, 1/27]

Üçüncü Mertebe:

Kur´an-ı Kerim ve Hadis-î Şeriflerle, Resulü Ekrem Efendimizin (s.a.s) Allah´tan (c.c) alıp tebliğ ettiği tevatürle sabit olan şeylerin hepsine, ayrı ayrı, Allah (c.c) ve Resulünün (s.a.s)  istediği tarzda ve genişçe iman etmektir. Meselâ; namaz, oruç, zekât, hac, benzeri diğer emir ve yasaklan, helâli, haramı; dinimizde ne varsa hepsini teferruatlı bir şekilde bilmek ve tasdik etmektir. İmanın en geniş şekli budur. Bu tarz inanan bir kimse, Allah´ın çok sev­diği bir kuldur.

 

Taklidi İman Sahih midir?

Delil istemeden ve araştırma yapmadan inan­maya “Taklidi İman” denir. Bu şekilde inanan kimseye de, “Mukallid” adı verilir. Mukallid, ana­sından, babasından veya herhangi bir kimseden, iman edilmesi gereken şeyleri duyar ve inanır. Bu imanı sebebiyle sevap alır ve cennete gider. Fakat kâinata göklere ve yeryüzüne bakıp, onları tetkik edip aklını kullanarak inanmayı terk ettiğinden dolayı günahkâr olur. Şayet, bu şekilde inanmaya gücü yetmiyorsa; o zaman, nazar ve istidlali terk ettiği için günahkâr da olmaz.


Fatih TİRYAKİ diğer yazıları