Allah-İnsan Rabıtası

Şeyh Ebu Ali Siyâh şöyle demiştir: Şu dünyada iki şey arzu ediyorum. Biri, Hakk’ın kelamından bir kelam işitmek. Diğeri de Allah adamlarından birini görmek.

İnsan, şu dünyada yaşamak için gıdaya muhtaç olduğu kadar ünsiyet ve ülfet edeceği, seveceği ve sevileceği zât ve zümrelerle bir gönül bağı kurup onlarla birlikte olmaya da muhtaçtır. Bedenin gıdaya, ruhun ise gönül bağına ve manevi birlikteliğe ihtiyacı vardır. İnsanın bedeni maddî, ruhu ise manevîdir. Beden topraktan gelir toprağa gider:

“Sizi topraktan yarattık, yine oraya iade edeceğiz ve tekrar ondan ortaya çıkaracağız.”(Tâhâ, 55)

Ruh ise Allah’tandır, tekrar Allah’a dönecektir.(bk. Bakara, 156)

“Ona/Âdem’e ruhumdan üfledim.”(Sâd, 72, Hicr, 29)

“De ki ruh Rabbimin emrindendir.”(İsrâ, 35)

Her şey aslına rucû eder, insan bedeni toprağa giderken ruhu da geldiği yere gider.

İnsan bedeni madde olması hasebiyle diğer maddî şeylere ve canlılara benzer. Bunlarla insan bedeni arasında bir benzerlik ve türdeşlik vardır. Bu durum sevginin, ilginin ve bağlılığın kaynağıdır. İnsanın hayvanlara, canlılara, mala ve mülke ilgi duymasının ve bunlara düşkün olmasının sebebi budur.

Diğer yandan insan Allah’ın emrindendir, manevîdir. Allah ile insan, melekle insan, insanlarla insan arasında bir alâka ve yakınlık vardır. Ruh, Allah’ın emrinden olduğundan söz konusu alâka ve yakınlık sebebiyle Allah insanı, insan da Allah’ı sever. Melekler de manevi varlıklar olduklarından kendi türünden olan ve kendilerine benzeyen insanı/insan ruhunu severler. İnsanlar da aynı sebepten dolayı onları severler. Bütün insanlar, ilahî bir cevher olan ruhu içlerinde taşıdıklarından aralarında bir benzeşme ve türdeşlik vardır. Bundan dolayı da birbirlerini severler. Bir insan diğer bir insanı hem bedeni ve şekli, hem de ruhu ve gönlü itibariyle sever. Çünkü insan insana beden ve suret yönünden benzediği gibi ruh ve gönül yönünden de benzer. Fakat bir insanın diğer bir insanı ruh ve ahlaki niteliklerinin güzel oluşunu dikkate alarak sevmesi, beden ve şekil güzelliğini dikkate alarak sevmesinden daha önemli ve değerlidir. Çünkü bu tür sevgi daha etkili ve daha kalıcıdır. İnsanı bahtiyar eden de bu sevgi ve ilgidir.

İnsanlar esas olarak birbirlerine benzemekle beraber hiçbir zaman birbirlerinin özdeşi değildirler, birbirlerinden ayrı ve farklıdırlar. İnsanların türdeş olmaları ve benzeşmeleri temel, aralarındaki farklılıklar ayrıntıdır. Tıpkı bunun gibi temelde birbirine benzeyen ruhlar da birbirinden farklıdır. Fakat benzeşme ve türdeşlik bunlarda da temel ilkedir, farklılıklar ayrıntıdır. Söz konusu farklılıklar iyi, güzel, doğru, makbul ve muteber olursa bunlar sevgi sebebi; kötü, çirkin, yanlış, zararlı ve nahoş olursa nefret sebebi olur. Şu halde bazı insanların, kavimlerin ve toplumların diğer bazı insanları, kavimleri ve toplumları sevmemeleri bazen de bu sevgisizliği nefret ve düşmanlık derecesine vardırmaları ayrıntı dediğimiz farklardan kaynaklanmaktadır. Ancak bu farklar insan iradesiyle her zaman ortadan kaldırılabilir, kötü nitelikteki farklar iyileştirilebilir. Meselâ bir mü’min bir münkiri/ateisti sevmez ama o münkir iman getirip mü’min olunca artık onu sever. Çünkü iğreti, arızî ve geçici olan inkâr niteliği gitmiş yerine iman niteliği gelmiştir. Mümin iken irtidad edip münkir olan kişinin durumu da buna benzer.

İnsanların birbirini sevmeleri aslîdir, sevmemeleri ise arızîdir. Çünkü sevgi sebepleri hem çok, hem kuvvetli; sevmeme sebepleri hem az, hem zayıf, hem de iğretidir. Onun için sevgi ve dostluk esas, nefret ve husumet arızîdir; barış cevher, savaş arazdır.

 

Cümle yaradılmışa bir gözle bakmayan

Halka müderris ise hakikatte asidur.

Erenler bunu kalmadı vardı yoluna durmadı

Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardeş gelir

Yaradılmışı severiz Yaradandan ötürü

 

Yunus’un bu dizelerle dile getirdiği evrensel özellikle insanî sevgi daha önce de büyük veliler ve ârifler tarafından defalarca tekrarlanmıştır. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

“Ruhlar saf saf sefere çıkan ordular gibidir. Bunlardan tanışanlar uzlaşır, tanışmayanlar çekişirler.”(Müslim, Birr/161)

Dünyaya gelmeden evvel insan ruhları arasında birbirini tanıma ve tanımama bahis konusudur. Orada tanışanlar dünyaya geldiklerinde kaynaşırlar, birbirlerine yabancı olanlar ise dünyada ihtilafa düşer, farklı yollar tutarlar. Bu hadis, birliktelik ve dostluğun ruhî niteliklerin benzeşmesinden ve türdeşliğinden kaynaklandığını, karakter farklılıklarının doğuştan geldiğini göstermesi bakımından önemlidir.

İslâm inancında temel ilke şudur: Yüce Allah’ın benzeri, eşi ve dengi yoktur. Buna “muhâlefetün li’l-havâdis” denir. İslâm’da teşbih/Allah’ı insana benzetme, tescim/Allah’ın cismanî ve maddî bir varlık olduğu inancı yoktur. İslâm’da aslolan tenzih ve takdistir. Bununla beraber Allah’la insan arasında bir takım ilişkiler vardır. Bu ilişkileri kabul etmek imanın ve dinin temelidir. Meselâ Allah ile insan arasında yaradan-yaradılan, Rab-kul, ma’bud-âbid, rızık veren-rızık alan... vs. gibi ilişkiler mevcuttur. Yüce Allah’ın Esmâü’l-Hüsnâsı, 99 güzel ismi bu ilişkilerle ilgilidir. Burada bizi ilgilendiren Allah ile kul arasındaki sevgi, yakınlık ve birliktelik ilişkisidir. Mü’min yaratıcısına gönülden bağlıdır. O’nunla arasında bir gönül ve sevgi bağı mevcuttur. Akîde, ukde ve itikad kelimeleri bağlanmak anlamına gelir. Kul Rabbine, mahlûk Hâlık’ına aittir. Şu halde insanla Mevlası arasında mensubiyet ve aidiyet bağı ve duygusu vardır. Allah’ın kulu/abdullah deyimiyle bu mensubiyeti ve aidiyeti ifade ederiz. İster inansın ister inanmasın genel anlamda her insan Allah’ın kuludur. Allah da her insanın Rabbi ve Mevlâsı’dır. İşte bu bağ ve ilişki insan için çok önemlidir. Bu anlamda bir aidiyet ve mensubiyetin bilincinde olmaktan daha değerli bir şey yoktur. Bu bilincin zayıflaması veya yitmesi bedbahtlıktır, inançsızlıktır. Bu bilincin güçlü olması ise en büyük saadettir. Bir mü’minin: “Allah benimledir, ben de O’nunlayım” diye inanması, bu şuur ve idrak hali içinde olması “Allah ile birliktelik”tir. Maiyyet-i maneviye de denilen yüce Allah ile ilişki içinde olma, O’nun yakınlığını kazanma ve kendini huzurunda hissetme hali de budur. Buna “huzur maallâh” da denir. Bütün Rasûllerin, nebilerin, velilerin, salih ve takva sahibi kişilerin hatta meleklerin özlemini çektikleri ve ermek istedikleri yüce ve kutsal makam budur.

Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri birliktelikten bahseder:

“Nerede olursanız olunuz, O sizlerle birliktedir.”(Hadîd, 4)

Allahu Teâlâ’nın insanlarla biri genel, diğeri özel olmak üzere iki türlü birlikteliği vardır. Genel anlamda O, herkese her zaman ve her yerde yakındır; her an her yerde hâzır ve nâzırdır. “Can veren kişiye çevresindekilerden daha yakındır.”(Vâkıa, 58) Bu ve benzeri ayetler genel mahiyetteki birliktelikten bahseder. Özel mahiyetteki birlikteliklerden bahseden ayetler konumuz itibariyle oldukça dikkat çekicidir. “Ey iman edenler! Sabır ve dua ederek yardım isteyiniz. Hiç şüphe yok ki Allah sabredenlerle birliktedir.”(Bakara, 153, 249; Enfâl, 46, 66)

Düşmanları tarafından izlenen Hz. Peygamber (s.a.s), endişe içinde bulunan Hz. Ebû Bekir’e:

“Üzülme, muhakkak ki Allah bizimle birliktedir”(Tevbe, 40) demişti. Ayette geçen birliktelik, mü’mine özel bir birlikteliktir. Bu bağlamda Allah; kâfir, müşrik, putperest, zalim ve günahkârlarla birlikte değildir. Sadece sevdiği sâlih ve takvâ sahibi kullarıyla beraberdir. Huzur maallâh ve maiyyet-i manevî denilen yüce Allah’la birliktelik ve O’na gönülden bağlılık budur. Bunun bilincinde olan bir mü’min Allah’la birliktedir. visâl ve irtibat halindedir. O’nu derûnunda hazır bulmaktadır.

Yüce Allah’la birlikte olmak ve O’nunla gönül bağı/rabıtası kurmak ancak O’nun yakınlığını kazanarak bu hali yaşayanlarla birlikte olmak ve onlarla gönül bağı kurmakla gerçekleşir. Yani Allah’la birlikte olanla birlikte olma sayesinde insan Allah’la birlikte olur. Allah’ın yakınlığını ve sevgisini kazanmanın yolu O’nun yakınlığını ve sevgisini kazananların yakınlığını ve sevgisini kazanmaktan geçer. Hakk Teâlâ buyurur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, takva üzere olun ve dürüst/sâdık kişilerle birlikte bulunun.”(Tevbe, 119) Bu ayette Allah mü’minlere dürüst insanlarla birlikteliği emrediyor. Dürüst ve doğru insanlar hem bu dünyada hem ahirette Allah’la birlikte ve O’nunu yakındandırlar. Kudsi bir hadiste Hakk Teâlâ şöyle buyurur: “Ben beni zikredenle birlikteyim.”(Aclûnî, I/201) Şu ayette bu husus daha açıkça ifade edilir: “Allah’a ve Resûl’une itaat edenler Allah’ın lutfuna eren nebî, sıddîk, şehîd ve sâlih kimselerle birlikte olurlar. Bunlar ne güzel dostlardır! Bu lütuf Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.”(Nîsâ, 69, 70) Peygamberler, sıddîklar/doğru ve dürüst kişiler, şehitler ve sâlihler/iyi insanlar Allah’ın yakınlığını kazanan, O’nun muhabbetine ve lütfuna eren, bu suretle O’nunla birlikte olma mutluluğunu yakalayan bahtiyar insanlardır. Allah’la birlikte olmanın ve O’nunla hakiki anlamda bir sevgi bağı kurmanın tek yolu evliyâ/Hakk dostları denilen bahis konusu kâmil, fazîlet ehli, üstün nitelikli ve gönül ehli insanlarla birlikte ve onlarla irtibat halinde olmaktır. Bunlar hakkında: “Şüphe yok kî evliyâ/Allah dostları için ne korku vardır, ne de hüzün”(Yunus, 62) buyrulur. Evliyâ, Hakk Teâlâ’nın özel anlamda “Kullarım” dediği ve kendisine nispet ettiği bahtiyar insanlardır. Onların arasına girmeyi başaran dünyada ve ahirette Allah’la birlikte olur. “Ey huzur maallâh halindeki insan! Rabbine dön, sen O’ndan, O senden razı olarak. Kullarımın arasına katılarak cennetime gir.”(Fecr, 27-30) Fatiha suresini okurken: “Allah’ım! Bizi lütfuna eren, gazabına uğramayan ve yolunu şaşırmayan kullarının yoluna ilet” diye yakarmamız bu hedefe ulaşmak içindir.

Kur’ân’da Allah Teâlâ’nın yakınlığını kazanarak O’nunla birlikte olma saadetine eren ve devletine nail olanlardan, “Mukarrebûn/Hakk’ın yakınlığını kazananlar” diye bahsedilir.(bk. Vâkı‘a, 11, 88) Hakk Teâlâ’nın yakını ve dostu olmak ne devlet! Ne saadet!

Hz. Peygamber zamanında Allah’a yakın ve O’nun dostu olmanın yolu O’nun peygamberinin yakınlığını, sevgisini, güvenini ve dostluğunu kazanmaktı. Mü’minler, Hz. Muhammed’e (a.s) yakın ve O’nunla birlikte oldukları nispette Allah Teâlâ’ya yakın ve O’nunla birlikte bulunuyorlardı. Allah Teâlâ ile birlikteliğin ölçüsü Rasûlü ile birliktelikti. Allah Teâlâ, Rasûlüne şöyle hitap ediyor: “Onlara de ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız Allah da sizi sevsin.”(Âl-i ‘İmrân, 31) Demek ki Hakk Teâlâ ile birlikte bir sevgi rabıtası kurup Hak-Eren olmanın şartı Allah Rasûlüne tabi olmak ve O’nu örnek almaktır, yani O’nunla olan manevi birlikteliktir. Hz. Peygamber’e zaman ve mesafe bakımından yakın olmak, dünyada yaşarken O’nu görmek, konuşmalarını dinlemek ve huzur-ı saadetinde bulunmak şüphesiz ki çok önemlidir. Fakat bundan daha önemli ve değerli olan O’na ruhen, kalben, manen ve ahlaken yakın olmaktır. Gönül ve sîret yakınlığı ve benzerliği, beden ve suret yakınlığından daha feyizli, daha bereketli ve daha faydalıdır. Ne zaman ve nerede yaşarsa yaşasın bir mümin Allah Rasûlü ile manen ve kalben beraber ve birlikte olabilir, onunla bir gönül ve sevgi bağı/rabıtası kurabilir.

Allah Rasûlü ile manevi bir ilişki ve bağ kurmanın yolu imanda, itikatta, amelde, taatta, ibadette, ahlakta; kısacası bütün davranışlarda O’nu örnek alıp O’nun yaşadığı gibi yaşamaktır. Bunun temelini de sevgi oluşturur. Bir bedevi, Hz. Peygamberin (s.a.s) huzuruna gelmiş ve sormuş:

“Kıyamet ne zaman kopacak?”

“Kıyamet günü için ne hazırladın?”

“Hatırı sayılır önemli bir şey hazırlamadım ama Allah’ı ve Rasûlünü seviyorum.”

“Kişi sevdiğiyle birliktedir.”

Bu hadisi rivayet eden Enes b. Mâlik diyor ki:

“Allah’ı ve Rasûlünü ben de seviyorum, Ebu Bekir’i ve Ömer’i de seviyorum. Bu yüzden onların amelleri gibi amelim olmadığı halde onlarla birlikte olmayı ümit ediyorum.”(Buharî, Edeb/99; Müslim, Birr/161-165)

Burada bahis konusu olan maiyyet/birliktelik manevi birlikteliktir. Sevgi bağı birlikteliğin sebebidir. Buna rabıta-ı muhabbet denir.

Hz. Peygamber buyurur:

“Allah’ın yeryüzünde dolaşan melekleri vardır. Bunlar Allah’ı tenzih, takdis ve zikreden bir cemaat gördüklerinde, her şeyi bilen Hakk Teâlâ’ya bu cemaatten bahsederler. Yüce Allah ta meleklere: ‘Şahit olun, bunların tümünü affettim’ buyurur. Melekler derler ki: ‘Aralarında bir kişi vardı, onlardan değildi, bir işi için oraya gelmiş, tesadüfen orada bulunmuş ve aralarına oturmuştu. Bunun durumu nedir?’ Hakk Teâlâ buyurur: ‘Bu cemaat öyle bir cemaattir ki onlarla bulunan bedbaht olmaz.”(Buhârî, Daavât/99; Tirmizi, Daavât/131)

Hz. Peygamber buyurur: “Sizin en hayırlınız görüldüğü zaman Allah’ın anıldığı kişilerdir.”(İbn Mâce, Zühd/4) Öyle Müslümanlar vardır ki insan onları görünce derhal Allah’ı hatırlar. Çünkü yüzünde Nur-i Muhammedî ışıldar. Öyle olmak için O’nunla olmak lazımdır.

İşte iyi insanlarla oturup kalkmanın, sohbetlerine katılmanın ve onlarla birlikteliğin semeresi ve feyzi budur.

İster din ve ahlak açısından bakılsın, ister psikoloji, pedokoloji ve sosyoloji açısından bakılsın kişinin kişiyi, toplumun toplumu etkilediği ve yönlendirdiği apaçık olarak görülür. İyilerle birliktelik kişiyi bahtiyar, kötülerle birliktelik kişiyi bedbaht eder. Hz. Peygamber bu durumu güzel bir temsille anlatır.

“İyi bir kişiyle birliktelik, miskin (parfüm ve kozmetik ürünlerinin) satıldığı bir dükkânda bulunmaya benzer. Burada bulunan kişi ya misk/kozmetik alır veya dükkân sahibi ona bir miskten ikram eder. Bu da olmazsa orada bulunduğu sürece güzel hava kokular. Kötü bir kişiyle birliktelik demirci dükkânında bulunmaya benzer. Burada bulunan bir kimsenin ya üstü başı toz duman, is ve leke olur veya körüğün üflemesiyle oradan sıçrayan bir kıvılcım elbisesini yakar. Bunların hiçbiri olmazsa orada bulunduğu sürece pis bir havayı teneffüs etmiş olur.”(Buharî, Misk/36, 38; Müslim, Birr/45) Sıradan bir arkadaşlığın ve dostluğun meydana getirdiği sonuç bu olunca güçlü bir inanca, derin bir sevgiye ve samimi bir bağlılığa dayanan dinî, manevî ve ilâhî mahiyetteki birlikteliğin ve gönülden bağlılığın vereceği neticenin nasıl feyizli olacağı az çok tahmin edilebilir.

Birliktelik ve gönül bağı itibariyle üç mertebeden bahsedilir:

Beşerî ve insanî nitelikteki birliktelik ve gönül bağı. Bu, son derece hoş ve değerli bir şeydir.

Dinî ve manevî nitelikteki birliktelik ve gönül bağı. Nebî, Rasûl, şehid, sâlih ve velilere duyulan güçlü ve samimi bir sevgiden kaynaklanan birliktelik ve bağlılık bu kısma girer. İnsan bir peygamber veya veli veya âlim veyahut da sâlih bir insandan asırlarca sonra yaşamış bile olsa gönül bağı kurabilir, ruhen ve manen birlikte olabilir. Çünkü bu anlamdaki birliktelik sevilen, sayılan, örnek alınan, hatta hayran olunan kâmil ve fazilet sahibi ulu şahsiyetlerin sîreti, gidişâtı, ahlakı ve ideali üzerine olmak, onlarla aynı inanç ve ibadet tarzını paylaşmak demektir. Bu tür birlikteliklerin ve ilişkilerin daima bir ilahî ve rabbânî yönü de bulunur. Çünkü bu tür birlikteliğin ve ilişkinin temelini “el-hubbu lillâh” dediğimiz “Allah için sevmek” oluşturur. Bu anlamdaki birliktelik ilk birlikteliğin bütün olumlu, iyi, güzel ve faydalı taraflarını içerir. Ayrıca onda bulunmayan pek çük özel halleri de kapsar.

İlahî ve rabbânî nitelikteki birliktelik ve gönül bağı. Bu, insanın Hakk ile Hakk’ın insanla olan birlikteliğidir. Bunun en güzel örnekleri peygamberler, sıddıklar, şehidler, veliler ve onların izinden giden dindarlardır. Bunlar Hakk iledir, Hakk da bunlarladır. Allah Teâlâ, “Rabbanîler olunuz.”(Âl-i ‘İmrân, 79) buyuruyor. İlâhî ve rabbanî olan bir mümin Allah’ı sever, O’na gönülden bağlanır ve manen O’nunla birlikte bulunur. Huzur maallâh denilen ulvî ve kudsî hal budur. Bu mertebedeki kul ittisaf bi-evsâfillah, tahallak bi-ahlâkillah, yani Allah Teâlâ’nın vasıflarıyla vasıflanmış, O’nun ahlakıyla ahlaklanmıştır. İlâhî sırları ve Rabbânî ahlakı kendine mal ettiği oranda da nefsinin kötü nitelik ve huylarından arınmıştır. Nefsinden fânî, Hakk ile bâkîdir.

Bu anlamdaki birliktelik, bundan evvelki birliktelikten sonra gerçekleşir ve ondan üstündür. Nihaî hedef böyle ulvî ve kudsî birlikteliği gerçekleştirmektir. Bu birlikteliği gerçekleştirmenin belli bir usulü ve uyulması gerekli birtakım kuralları vardır. Bu kapı herkese açıktır. Ancak bu yolda yürümek kolay değildir. Çünkü iyi bir ansan ve takva sahibi bir mü’min olmak zor bir iştir. Tasavvufta bu yolu tutmaya “sülûk”, bu yolu tutana “sâlik” denir. Bu yol uzun ve ince bir yoldur.

Ünlü sufî Cüneyd Bağdadî tasavvufu, “Masivâdan alakasız bir şekilde Allah Teâlâ ile olmaktır” diye tarif etmiştir. “el-Kevn maallâh” denilen Allah ile birliktelik budur.

Ünlü sufîlerden Şiblî, Allah’la birliktelik halini “el-culûs maallâh”, yani masiva kaygısından âzâd olarak Allah Teâlâ ile birlikte bulunmaktır, diye tanımlamıştır. Yine o, sufîyi, “Halktan inkıta, Hakk ile ittisal halinde bulunan zat” diye tanımlamıştır.

İnsan diğer bir insanı, annesini, babasını, evladını, arkadaşını, dostunu, eşini veya eş olmasını istediği birini gerçek anlamda ve samimi bir şekilde severse hep onu zikreder, ondan bahseder, daima onu tasavvur eder. Sevdiği insanın suret ve şemaili hayalini süsler, portresi zihninde bir resim gibi belirir. Eğer sevdiği insana âşık ve meftûn ise onun şekli ve sureti adeta önünde tecessüm eder. İstese bile maşukunun fotoğrafını hafızasından uzaklaştıramaz. İşte bu hal sevenin sevgilisiyle, âşıkın maşuku ile manevî ve zihinsel birlikteliğini ifade eder. Bir insanın diğer bir insanın gönlünde yer etmesinin bu türlü belirtileri vardır. Yüce Allah’a, Allah Rasûlüne, velîlere, âriflere, sıddıklara, sâlihlere, muttakilere, üstün nitelikli ve faziletli dindar zevata duyulan ilahî, rabbânî, kudsî, manevî ve dinî sevginin ve aşkın tezahürleri de böyledir. Bunlar ve benzeri haller manevi birlikteliğin emareleri, alametleri ve işaretleridir. Bir hadiste:

“Bir kimse bir şeyi severse hiç durmadan onu anar”(Aclunî, I, 201) buyrulmuştur.

Dervişin fikri neyse zikri odur.

Zihnen, fikren ve kalben iyilerle olmak ve hep onlardan bahsetmek ilâhî rahmetin gönüllere yağmasına vesile olur.

“Salih kişiler anılınca Allah’ın rahmeti iner.”

Şeyh Ebu Ali Siyâh şöyle demiştir:

“Şu dünyada iki şey arzu ediyorum. Biri, Hakk’ın kelamından bir kelam işitmek. Diğeri de Allah adamlarından birini görmek. Ben okuması yazması olmayan ümmî bir kişiyim. Yanımda O’ndan bahseden biri olmalı, ben de onu dinlemeliyim ya da ben O’ndan bahsetmeliyim, o da beni dinlemeli. Eğer cennette O’nun hitabı olmasa ve O’ndan söz edilmese Ebû Ali cenneti ne yapsın!”

Yetkin ve olgun bir mümin olmanın yolu Hakk Teâlâ’yı ve Hakk erenlerini zikretmek, onlar üzerine konuşmaktır. Velilerin ve âriflerin tutmuş oldukları yol manevî birliktelik ve gönül bağı temeline dayanan bu yoldur.


Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ diğer yazıları