Kıssadan Hisseler

Adam doğru söylüyor. Çünkü öteki Allah’tan istedi

Güvene Layık Olmak

Tasavvuf tarihinin önemli simalarından Zünnun Mısrî (IX. yy.) kendisine bir yıl mürid olup hizmet ettikten sonra İsm-i Azam’ı (Allah’ın bütün vasıflarını ifade eden en yüce adı) öğrenmek isteyen Yusuf b. Hüseyin’in arzusunu yerine getirmedi. Bu isteğe gülüp geçti.

Aradan tam altı ay daha geçti. Yusuf sabırla hizmete devam etti. Bir fırsatını bulup isteğini yine tekrarladı. Zünnun, bu defa ona ağzı bir bezle bağlanmış bir testi vererek:

Bunun içindeki hediyeyi falan yerdeki filan zata götür” dedi. Dikkatle götürmesini, içindekine bir zarar gelmemesini de ayrıca hatırlattı. Yusuf, hediyeyi aldı ve yola koyuldu. Yolda kendi kendine söyleniyordu:

Bir buçuk yıldır hizmetindeyim, benim bir dileğimi yerine getirmeyen şeyhim, hizmetinde bulunduğum bir buçuk yıldır bir defa ziyaretine bile gelmemiş olan bir dostunu hediye ile taltif ediyor.

Yolculuğu sırasında bir yerde dinlenirken, içini, özenle götürülmesi istenen “bu hediye nedir?” diye şiddetli bir merak sardı. Merakına mağlup olarak testinin ağzındaki bezi çözdü ve açtı. Açmasıyla birlikte bir fare “fırt” diye atladı ve çalılıkların, arasında kayboldu. Yusuf çok üzüldü, pişman oldu. Emanete hıyanet etmişti. Artık götürülecek hediye kalmadığına göre yoluna devam etmesi gereksizdi. Çaresiz üzüntülü ve mahcup bir halde geri döndü. Durum kendisine malum olan Zünnun Mısrî:

Sıradan bir emanetin bile güvenilemeyeceği bir kimseye İsm-i Azam nasıl emanet edilir?” diyerek her isteyene her şeyin emanet edilemeyeceğini anlatmak istedi.

 

Allah´ın Hidayet Merhameti

 Zünnun-ı Mısrî’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir.

“Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil Nehri’nin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor. Çok korkmuştum. Beni onun şerrinden koruması için Cenab-ı Hakk’a sığındım.

Akrep nehre geldiğinde, sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi. Akrep kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler. Ben de onların arkasından yürüyüp, peşlerini takip ettim. Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde, akrep kurbağayı bırakıp dalları büyük, gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti. Birde baktım ki, ağacın altında Allah’a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor.

Kendi kendime: ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh. Bu akrep nehrin ötesinden buraya bu genci sokmak için geldi’ dedim ve içimden, akrep gence yaklaştığı zaman hemen onu öldürmeye karar verdim, akrebe yakın bir yerde durdum.

Bir de baktım ki, karşıdan büyük bir yılan, genci öldürmek için ona doğru geliyor. Akrep ona hücum etti, üzerine çıkıp başını sokmaya başladı. Akrep, yılan ölene kadar başını sokmaya devam etti. Yılan öldükten sonra, akrep nehre döndü. Kurbağa da onu orda bekliyordu. Akrep kurbağanın sırtına bindi, nehrin öteki yanına geçtiler. Ben arkalarından onlara bakıp duruyordum. Nihayet dönüp gencin yanına geldim, uyuyan gencin başucunda durarak şu beyitleri söyledim:

Ey uyuyan, Allah seni karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur.

Yüce Allah’tan gözler nasıl uyur ki sana ondan bütün nimetlerin faydaları gelir.

Genç benim bu sözlerimden uyandı. Kendisine hadiseyi anlattım. Bunun üzerine genç tevbe etti, kötülükten vazgeçip iyilerden oldu ve ölünceye kadar hayatı böyle devam etti.

Allah ona rahmet etsin.

 

Vesilenin Tesirli Olmamasının Hikmeti 

İki âmâ, Ümmü Ca’fer’in yolunun üzerine otururlar. Ümmü Ca’fer keremi, cömertliği ile bilinen bir kadındı. Âmâlardan biri evli ve çoluk-çocuk sahibi, diğeri ise bekâr…

 Çoluk - çocuk sahibi olan âmâ, şöyle dua eder:

Ey Allah’ım! Bana çok geniş olan fazlı kereminden rızıklar ihsan et.

Bekâr olan ise şöyle dua eder:

Ey Allah’ım! Ümmü Ca’fer’in fazlından bana rızık ver.

Ümmü Ca’fer, rızkı Allah’tan isteyene her gün iki dirhem gönderir. Kendi fazl u kereminden rızık isteyene ise, iki pide, bir de içine on dinar koymuş olduğu pişmiş tavuk verir.

Bunu istemeyen âmâ, diğerine:

Bu iki pide ve tavuğu al, bana iki dirhemi ver” der.

Diğeri de buna razı olur. İki dirhemi verir. İki pide ve pişmiş tavuğu alır. Bu hal böylece bir ay devam eder. Bir ay geçtikten sonra Ümmü Ca’fer, bekâr âmâya adam gönderip:

Bizim ihsanımız onu zenginleştirmedi mi?“ diye haber ister.

Âmâ şöyle cevap verir:

Ona ne verdin diye sorun.

Gelip Ümmü Ca’fer’e sorarlar:

Üç yüz dinar verdim” diye cevap verir.

Âmâ:

Hayır, Allah’ a yemin ederim ki, bana o her gün iki pide ile bir tavuk gönderirdi. Ben onları arkadaşıma iki dirheme satardım” der.

Ümmü Ca’fer:

Adam doğru söylüyor. Çünkü öteki Allah’tan istedi. Allah da onu ummadığı yerden zengin etti. Bu ise rızkı bizim fazlımızdan istedi. Allahü Teâla insanların fakir ve zengin olmasının Allah’tan olduğunu bilmeleri için bunu rızıktan mahrum etti. Allahü Teâlâ’nın takdir buyurduğu her şey mutlaka olur.


Oktay YETİŞKİN diğer yazıları