Prof. Dr. Aynur URALER

Hiçbir Şeyi Sünnet’e Tercih Etmediler

Hiçbir Şeyi Sünnet’e Tercih Etmediler

Sahâbîlerin, sünnet karşısında görüşlerinden tereddütsüzce vazgeçtiklerine dair birçok misal bulunmaktadır. Onlar, sünnet karşısında görüş (re’y) belirtmeyi asla uygun bulmamışlardır.

Sahâbilerin, sünnete bakışlarının tabii sonuçlarından ve bağlılıklarının alametlerinden biri, sünneti her şeyden üstün tutup, hiçbir şeyi ona eşdeğer (muadil) bulmamaları ve tercih etmemeleridir. Biz buna alternatifsizlik de diyebiliriz. Sahâbilerin, sünnete bu yaklaşım ve bakışları, aslında Kur’ân-ı Kerim ve bizzat sünnetten kaynaklanmaktadır. Mesela, bir ayette Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurmuştur:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükmü, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”(Nisâ, 4/65) Ayrıca Hz. Peygamberin (s.a.s) hükmünü tam manasıyla kabullenmenin iman şartı olarak belirlenmesi, meselenin önemini ve ciddiyetini göstermektedir. Nitekim başka bir ayette:

“Allah ve Rasûlü bir konuda hüküm verdiği zaman, inanmış erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü’ ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”(Ahzâb, 33/36) buyrulmaktadır.

Mü’minlerin sünnete, hangi gözle bakmasını isteyen bu ayetler yanında Hz. Peygamber’in (s.a.s) mü’minlere bakışı ve onlarda bulunması gerekli duygu ve uygulama ilişkisini belirleyen ayetin de yer aldığı şu hadise işaret etmek yerinde olur. Hz. Peygamber (s.a.s):

“Ben, mü’minlere dünya ve ahiret işlerinde kendilerinden (nefislerinden) daha yakınımdır”buyurduktan sonra “isterseniz ‘Peygamber, mü’minlere kendi öz canından daha yakındır’ (Ahzâb, 33/6) ayetini okuyun.“ (Ahmed b. Hanbel, II, 290, 318, 334-335; Buhârî, Kefâlet 5; İstikrâz 11; Tefsîr 33/1; Müslim, Ferâiz 16; Ebû Dâvûd, Ferâiz 8) diyerek ayetle istişhad etmiştir. Bütün bunlar Kitâb’ın ve Rasûlullah’ın (s.a.s) sünnetinin mü’minler için kendi düşünce, istek ve hatta bilgilerinin önünde bir konuma sahip olması lazım geldiğini göstermektedir.

Hz. Ömer (r.a), bir Yahudi’den Tevrat’tan bazı bölümler dinlemiş, onları beğenmiş bunun üzerine o Yahudi onları yazıp Hz. Ömer’e (r.a) vermiş o da Hz. Peygamber’e (s.a.s) gelip yazılanları okuduğunda Hz. Peygamber’in (s.a.s) yüz ifadesi değişmiş ve:

“Şaşırdınız mı? Ömer! Yemin olsun ki ben size kusursuz bir din getirdim. Ehl-i kitaba bir şey sormayın, kendileri sapmışken sizi hidayete erdiremezler, onlara sorarsanız ya bir batılı tasdik eder ya da bir hakkı yalanlarsınız. Musa hayatta olsaydı, bana tabi olmaktan başkası ona helal olmazdı. Musa aranızda olsa beni bırakıp ona tabi olsanız dalalete düşersiniz. Siz ümmetlerden benim payıma düşensiniz, ben de Nebilerden sizin payınızım.”buyurmuştur.(Abbdurrezzâk, Musannef, IV, 113, 114; X 313-314; XI, 111; Ahmed b. Hanbel III, 387, 338, 471; ıv, 266; Dârîmî, Mukaddime 39. Bu uyarıdan, İslâm’ı, gayr-ı Müslimlerin yorumlarıyla öğrenmeyi yeğleyenlerin, İslâm bilginlerinden çok müsteşriklerin yorumlarına itibar edenlerin nasıl bir tehlike ile karşı karşıya oldukları ve ne tür bir yanlış içinde bulundukları anlaşılmaktadır.)  Hadisin bir rivayetinde Hz. Ömer’e (r.a),

“Ben, öncü, hükümleri açıklayıcı (fatih) ve sonuncu olarak gönderildim, bana cevâmiu’l-kelim ve onun açıklaması (fevâtih) verildi, söz benim için özleştirildi, müşrikler, aşırı gidenler sizi helak etmesin”buyurmuştur.(Abbdurrezzâk, Musannef, IV, 113; XI, 111)

Aynı durum bir daha yaşanmıştır, bir kimse Hz. Peygamber’e (s.a.s) kürek kemiğine yazılmış bazı yazılar getirdiğinde o,

“Bir topluma peygamberlerinin getirdiklerini terk edip kendi peygamberlerinden başka bir peygamberin veya kendi kitaplarından başka bir kitabın getirmiş olduğu şeylere yönelmeleri sapıklık olarak yeter”buyurmuş, bu olay üzerine “Sana indirdiğimiz o kitap kendilerine kâfi gelmedi mi?”(Ankebût, 29/51) âyeti nâzil olmuştur.(Dârîmî, Mukaddime 42)

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.s) bu ilk müslümanların İslâm dışında başka hiçbir dinle ilgilenmelerini istememiştir. Ebu Râfi de Hz. Peygamber’in kimler için kurban kestiğini rivayet ettikten sonra bu konuya “Rasûlullah (s.a.s) bize yeter” diyerek (Ahmed b. Hanbel, VI, 8)gayet manidar bir şekilde dikkat çekmiştir.

Hz. Peygamber, konunun önemine binaen Müslüman olmaya gelenlerden “Varlıkta, yoklukta (kolaylıkta ve zorlukta) sevinçli, kederli (tasa ve kıvançta) durumlarda ve dünya işlerinin kendisine tercih edildiği zamanlarda bile kendisini dinleyip itaat etmek” üzere biat alırdı. (Ahmed b. Hanbel V, 314; Buhârî, Buyu’ 68; Fiten 2; Ahkâm 43; Müslim, İmâre 35, 41, 42) Böylece yukarıda geçen ilk ayette olduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.s) de hiçbir durumda, hiçbir şeyin sünnete tercih olunmayacağı şartını, iman gereği olarak belirlemiştir.

Hz. Peygamber’in (s.a.s) dine, peygamberliğine alternatif olacak durumlardaki tepkisinden gerekli dersi alan sahâbîler, aynı titizliği sürdürmüşlerdir. İbn Abbas, “Kur’ân varken ehl-i kitaba nasıl soru sorarsınız?” demiştir. (Abbdurrezzâk, Musannef, X, 314; XI, 110) İmrân b. Husayn “Hayâ ancak hayır getirir” hadisini rivayet ederken Buşeyr b. Ka’b, hikmet kitaplarında geçen hayâ ile ilgili sözleri sıralamaya başlayınca İmrân, hadisi tekrar etmiş, Buşeyr de aynı sözleri tekrar etmiş. Bunun üzerine İmrân gözlerine kadar kızararak “Ben sana Rasûlullah’tan (s.a.s) bahsediyorum, sen ise sahîfeden anlatıyorsun” demiş, çevresindekilerin Buşeyr’in niyetinin kötü olmadığını birkaç kez tekrar etmeleri üzerine sakinleşmiştir.(Buhârî, Edeb 77; Müslim, İmân 60, 61; Ebû Dâvûd, Edeb 6)

Bir başka hadis ise hangi alanda olursa olsun sünnetin zâyi edilmemesi gerektiğini ve herhangi bir şeyin ona eşdeğer olmadığını, en zor şartlarda dahi sünnete ait uygulamanın yerine getirilmesi gerektiğini gösterir. “Sizi atlılar kovalasa bile yine de sabah namazının (sünnetini) bırakmayın.”(Ahmed b. Hanbel II, 405; Ebû Dâvûd, Salât 3) Hadiste, öncelikle sabah namazının sünnetinin değerini belirtmekle birlikte, onun da Hz. Peygamber’in (s.a.s) sünnetiyle tesbit edilmiş bir ibadet olduğu dikkate alınınca Rasûlullah (s.a.s) tarafından belirlenmiş her dinî uygulamanın en zor şartlarda bile korunması gerektiği sonucu çıkmaktadır.

Hz. Peygamber’in (s.a.s) ikaz ve hassasiyetinin şahitleri olan sahâbîler, ona olan teslimiyetleri sebebiyle canları pahasına da olsa sünnete hiçbir şeyi tercih etmezlerdi. Hz. Osman (r.a), evi isyancılar tarafından muhasara edilince, Hz. Peygamber’in (s.a.s) bir zamanlar kendisine “Belki Allah sana (hilâfet) gömleği giydirecektir. Şayet senden o gömleği çıkarmanı isterlerse, onlar için o gömleği çıkartma!” buyurduğu için “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana bir vasiyette bulundu, ben buna katlanacağım” demiş,(Tirmizî, Menâkıb 18) canı pahasına halifelik görevinden ayrılmamıştır.

Sahâbîler, Kitâb ve Sünnet’i ölçü aldıkları ve düşünce yapıları bunun üzerine kurulu olduğu için sünneti itirâzsız kabul ederler, tartışmasına girmedikleri gibi tartışılmasına da tahammül edemezlerdi. Medine’de çok güzel ve pek verimli bir bostanı olan Ebû Talha sadaka ayeti (Âl-i İmrân, 3/92) inince Hz. Peygamber’e gidip Allah için o bahçenin tamamını tasadduk etmek isteğini bildirmiş ve Rasûlullah’ın (s.a.s) teklif ettiği şekli hiç itirazsız ve tereddütsüz kabul etmiştir.(Bk. Ahmed b. Hanbel III, 141, 356; Dârîmî, Zekât 23; Buhârî, Zekât 44; Vesâyâ 10, 17, 26; Vekâlet 15; Tefsîr 3/5; Eşribe 13; Müslim, Zekât 43)

Sahâbîlerin, sünnet karşısında görüşlerinden tereddütsüzce vazgeçtiklerine dair birçok misal bulunmaktadır. Onlar, sünnet karşısında görüş (re’y) belirtmeyi asla uygun bulmamışlardır. Bir kimse İbn Ömer’e Hacer-i Esved’i istilâmı sormuş, o da Hz. Peygamber’i (s.a.s) onu istilâm ederken ve öperken gördüğünü söylemiştir. O kişi “İzdiham varsa ne dersin?” deyince, İbn Ömer “Ne dersini Yemen’de söyle. Ben Rasûlullah’ı (s.a.s) onu istilam eder ve öperken gördüm” demiştir.(Ahmed b. Hanbel II, 108; Buhârî, Hâc  60; Müslim, Hac 246) Bu olay -haklı olarak- aynı zamanda bir sünnetin, başka bir sünnet yoksa harec/zorluk sebebiyle düşmeyeceği ve hadise muaraza edilmeyeceği, hadis varken görüş belirtmenin yanlış olduğu şeklinde yorumlanmıştır.(Muhammed b. Muhammed, Dirâsâtu’l-lebîb, s. 84)

İbn Ömer, Rasûlullah’ın (s.a.s) “Gece namazı ikişer ikişer kılınır, vitr de bir rek’attır” hadisini rivayet ederken benzer bir soruya muhatap olmuş, Ebû Miclez’in “Eğer uykudan uyanamazsam, uyuyup kalırsam, ne yapayım?” sorusuna, “Vitri, şu yıldızın görünme vaktinde kıl” dedikten sonra hadisi aynen tekrarlamak suretiyle cevap vermiştir. (İbnMâce, İkâme 16)

Câbir b. Abdillah’a da gusl abdestinde kullanılacak suyun miktarını sorduklarında Câbir bir sa’ suyun yeteceğini söylemiştir. Orada bulunanlardan biri, sünnetin belirlediği miktarı az bularak “Bana bu kadar su yetmez” deyince Câbir b. Abdullah “Saçı, senden daha gür, kendisi de senden daha hayırlı olan zâta bu kadar su yetiyordu” (Ahmed b. Hanbel I, 289; Buhârî, Gusl 3) diyerek o kişiyi azarlamıştır. İbn Ömer de bir yolculuk esnasında vitr namazını kılmak için bineğinden inen bir kimseye “Senden hayırlı olan, binek üzerinde vitr kılıyordu” demiştir.(Abdurrezzâk, Musannef II, 578-579)

Sahâbîlerin, itiraza benzeyen sözler karşısında sünnetin sahibi olan Hz. Peygamber’in (s.a.s) en hayırlı insan olduğunu hatırlatmaları, sünnette olanın da en doğru şekil olduğunu vurgulamak içindir. İbn Abbas’a da secdeler arasına her iki topuk üzerine oturmaktan (ik’a) bahsettiklerinde “O, sünnettir” demiş, meclisinde bulunanlar “Hâlbuki biz onu cefâ olarak görüyoruz” deyince “Aksine o, Nebînizin (sallallahualeyhi ve sellem) sünnetidir” (Abdurrezzâk, a.g.e. II, 192; Ahmed b. Hanbel I, 313; Müslim, Mesâcid 32; Ebû Dâvûd, Salât 139; Tirmizî, Mevâkît 94. İk’a hakkında geniş bilgi için bk. Nevevî, Minhâc V, 22) sözleriyle Müslümanların, sünnette kusur arama yerine Peygamberlerin sünnetine sahip çıkması gerektiğine kesin bir dille işaret etmiştir.

Sahâbîler, sünneti her şeyden üstün tuttuklarından onun yerine ikâme edilmek istenen hiçbir şeyi asla kabul etmezlerdi. Bu durum halifelerin icraatını tenkide kadar varırdı. Rasûlullah’ın (s.a.s) sünneti hiçbir şeyle değiştirilmezdi. Böyle bir tavrı asla devlet başkanına itaatsizlik de saymazlardı. Hem halife hem de sahâbîler aynı değerlere sahip ve bağlı oldukları için birbirlerini anlayışla karşılarlardı. Mesela, Hz. Ömer (r.a) ölüm döşeğinde iken kendisinden sonra kimin halife olacağı meselesi sorulmuş, o da “Rasûlullah (s.a.s) yerine bir halife tayin etmemiştir. Eğer yerime halife tayin edersem ki (bu da caizdir). Çünkü benden hayırlı olan Ebû Bekr, yerine halife tayin etmişti. Eğer tayin etmezsem, benden hayırlı olan Rasûlullah (s.a.s) halife tayin etmedi” demiştir. Orada bulunan sahâbîler, Ömer’in (r.a) bu tercihini takdirle karşılamışlardır.(Bk. Abdurrezzâk, Musannef V, 449; Ahmed b. Hanbel I, 43-47; Buhârî, Ahkâm 51; Müslim, İmâre 12; Ebû Dâvûd, Harac 8)İbn Ömer, babasının bu karara varışını şöyle izah etmiştir: “Allah’a yemin olsun ki Ömer’in sözleri, Rasûlullah’la (s.a.s) EbûBekr’in uygulamalarını hatırlamasından (ve onlara uymasından ) başka bir şey değildir. Onun kimseyi Rasûlullah’a (s.a.s) denk tutmayacağını ve yerine kimseyi tayin etmeyeceğini kesinlikle biliyordum.”(Ebû Dâvûd, Harac 8)

Temettu‘ haccının yasaklanması meselesinde temettu‘ haccının caizliği konusunda fetvâ veren Abdullah b. Ömer’e, babasının onu yasakladığı hatırlatınca o, “Babam onu menetmiş olsa bile Rasûlullah (s.a.s) yapmıştır; babamın emrine mi uyulur, yoksa Rasûlullah’ın (s.a.s) emrine mi?” demiş,(Tirmizî, Hac 12)babasının halife seçimindeki “en üstünü” seçme tavrını o da bu konuda sürdürmüştür. Başka bir sefer hac için ihrama girmişken Ka’be’yi tavafı mekruh sayan bir kişinin görüşleri İbn Ömer’e nakledilmiş ve görüşü sorulmuş. İbn Ömer  “(Allah ve Rasûl’e bağlılığında) samimi bir kişi isen Allah’ın (c.c) sünnetiyle Rasûlü’nün (s.a.s) sünnetine tabi olman filanın sünnetine tabi olmandan daha doğrudur” diyerek (Ahmed b. Hanbel, II, 56-57; Müslim, Hac 188)Allah Teâlâ’nın (c.c) sünnetinden de bahsetmek suretiyle meselenin ehemmiyetine dikkat çekmiş ve bu konudaki sünnetin önceliği prensibini tekrarlamıştır.

Sahâbîler, sünnet karşısında maddi kayıplara ehemmiyet vermez, bu konuda çözüm aramazlardı. İbn Ömer, kölesine vurduğu için, kölesinin itirazına rağmen onu azad etmiş, bundan en ufak bir sevap da beklemediğini belirttikten sonra “Rasûlullah‘ı (s.a.s) ‘Kim yapmadığı bir şey sebebiyle köleye had vurursa veya tokatlarsa bunun kefâreti azad etmektir’ buyururken işittim” demiştir. (Abdurrezzâk, Musannef IX, 440-441; Müslim, Eymân 29, 30) Görüldüğü üzere, İbn Ömer, kölenin de arzusu bu olmasına rağmen, onun hizmetinden yararlanabileceği halde sünnet varken alternatif düşünmemiş, sünneti tercih etmiştir.

 

Bu yazı, Doç. Dr. Aynur URALER’in, Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık isimli eserinden alıntıdır.


Prof. Dr. Aynur URALER diğer yazıları