Hayâ

Zünnûn der ki: “Muhabbet konuşturur (sevdiğini zikrettirir), hayâ sa­kinleştirir, korku kalbi titretir.”

Allah Teâlâ buyurmuştur ki;

O kimse Allah’ın kendisini gördüğünü bilmiyor mu?” (Alak, 96/14)

Abdullah b. Ömer’in (r.a) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Hayâ (utanmak), imandandır.” (Buhari, İman/2)

Abdullah b. Mesud (r.a) demiştir ki:

Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.s) ashâb-ı kirâma (r.anhüm),

“Allah’tan hakkı ile hayâ ediniz”buyurdular. Ashab:

Ey Allah’ın Resulü, biz Allah’tan hayâ ediyoruz” dediler.

O zaman Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu;

Benim bahsettiğim sizin dediğiniz değildir; fakat kim Allah’tan gerçek manada hayâ ederse; başını ve başını çevreleyen âzalarını, midesini ve mide­sinin etrafındaki bölgeleri (avret mahallini)haramdan korusun, ölümü ve çürümeyi düşünsün. Kim âhireti isterse, dünyanın süsünü terk eder. Kim bunları yapar­sa, Allah’tan gerçek manada hayâ etmiş olur.(Tirmizî, Kıyâme/24)

Hikmet ehlinden biri şöyle demiştir:

“Kendilerinden hayâ edilen (utanılıp çekinilen) kimselerle oturup kalkarak kalbinizde hayâ duygusunu diriltin.”

İbn Atâ demiştir ki:

“En büyük ilim, heybet (yüce Allah’tan çekinme) ve hayâdır. Kalp­ten hayâ ve heybet gittiği zaman onda bir hayır kalmaz.”

Zünnûn-i Mısrî demiştir ki:

“Hayâ, yüce Rabbine karşı yaptığın önceki hatalarının sı­kıntısıyla birlikte kalpte bulunan heybet (mevlânın azameti karşısında titreme) halidir.”

Yine Zünnûn der ki:

“Muhabbet konuşturur (sevdiğini zikrettirir), hayâ sa­kinleştirir, korku kalbi titretir.”

Ebû Osman demiştir ki:

“Kim hayâdan bahseder de konuştuğu konuda Allah’tan ha­yâ etmezse o, yavaş yavaş azaba yaklaşan biridir.”

Hüseyin b. Haddad, Abdullah b. Münâzil’in yanına girdi. Abdullah ona:

“Nereden geliyorsun” diye sordu o da:

“Vaiz Ebu’l Kâsım’ın yanından geliyorum”dedi. Abdullah:

“O neden bahsediyordu”diye sordu, Hüseyin:

“Hayâ hakkında konuşuyordu” dedi. Bunu duyan Abdullah:

“Ne tuhaf şey! Allahtan hayâ etmeyen bir kimse nasıl hayâ hakkında konuşur?”

Seriyy-i Sakati demiştir ki:

“Hayâ ve üns (Allah ile huzur hali), kalbin kapısını çalarlar, içinde zühdü (gönlü dünyadan çekmeyi) ve verayı (şüpheli şeylerden çekinmeyi) bulduklarında içeri girer yerleşirler, yoksa çeker giderler.”

Ebu Muhammed-i Cerîrî şöyle demiştir:

“Asr-ı saadette yaşayan birinci nesil, bütün işlerini dinin öğrettiği edep ve hükümlere göre yürütüyorlardı. Bir zaman sonra din işinde bir zayıflama oldu. Onların peşinden gelen ikinci nesil, işlerini vefaya göre yaptılar. Nihayet vefa da gitti. Sonra üçüncü nesil geldi; onlar işlerini mürüvvet (mertlik ve cömertlik) üzere yürüt­tüler. Bir zaman sonra mürüvvet kalmadı. Onlardan sonra gelen dördüncü nesil birbirlerine hayâ ile muamele eltiler. Sonra hayâ da kalktı. Ondan sonra insanlar birbirlerine karşı bir menfaat görme ve bir zarardan kaçma esasına göre muamele ettiler.”

Allah Teâlâ’nın:

Gerçekten kadın ona niyet etmişti. Eğer rabbinin delilini görmeseydi o da kadına niyet edecekti.” (Yûsuf, 12/24)âyetinin bir tefsirinde şöyle denmiştir:

Burada bahsedilen delil şudur:

Kadın (Züleyha) Yusuf’a yanaşmak istediğinde evinin bir köşesinde bulunan putunun üzerine bir örtü attı. Yusuf (a.s):

“Bunu niçin yapıyorsun?”diye sor­du. Züleyha:

“Ondan utandığım için böyle yapıyorum” dedi. O zaman Yusuf (a.s):

“Bana senin ondan utandığından daha fazla Allah Teâlâ’dan utanmak düşer” dedi ve ona yanaşmadı.

Allah Teâlâ’nın:

“O kızlardan biri hayâ içinde utana utana yürüyerek Musa’ya geldi” (Kassas 28/25) âyetinin tefsirinde şöyle denmiştir:

“Kadın ondan utandı; çünkü kadın Hz. Musa’yı evlerine ziyafete çağırıyordu. Hz. Mu­sa (a.s) davete icabet etmeyecek diye utanmıştı. Bir misafir çağırıp ziyafet verenin sıfatı utanmaktır. Bu, cömertlerin hayâsıdır.”

Ebû Süleyman Dârânî demiştir ki:

Allah Teâlâ kudsî bir hadiste şöyle buyurdu:

“Ey kulum, sen benden utandığın sürece, insanlara senin ayıplarını unuttururum. Ayrıca yeryüzüne de senin ayıplarını unuttururum. Senin hatanı levh-i mahfuzdan silerim. Kıyamet günü seni titiz bir hesaba çekmem.”

Şöyle anlatılır:

Bir adam mescidin dışında namaz kılarken görüldü. Kendisine:

“Niçin mescide girip de namazını orada kılmıyorsun?” diye soruldu. Adam şöyle dedi:

“Kendisine is­yan etmiş biri olarak O’nun evine girmekten utanıyorum.”

Denilmiştir ki:

Hayâlı kimsenin en başta gelen alâmeti, utanılacak bir iş ve yerde görülmemesidir.

Biri şöyle anlatmıştır:

“Bir gece arkadaşlarla yolculuğa çıktık. Ağaçlık bir bölgeye uğradık. Baktık ki bir adam yatmış uyuyor. Başucunda da atı otluyordu. Adamı sallayarak uyandırdık ve kendisine, ‘Böyle yırtıcı hayvanların bulunduğu tehlikeli bir bölgede uyumaktan korkmuyor musun?’ dedik. Adam başını kaldırdı ve ‘Ben Allah Teâlâ’dan başkasından korkmaktan hayâ ederim’ dedi sonra başını yere koyup uyudu.”

 

Kaynak: Kuşeyri Risalesi


Şaban KESECİ diğer yazıları