Zülfüyâra Dokunmak

Başkalarıyla uğraşmayı bırakıp kendimizle mi uğraşsak artık, ne dersiniz?

Buğulu gözlerle Çanakkale savaşında kendisine uzatılan suyu içmeyip, su diye inleyen yakınındaki yaralıyı işaret ederken şehid olan kardeşlerimizin hatırasını anlatmak ne güzel değil mi? Ya da Seyit Ali onbaşının tek başına yaptığı kahramanlıkları…

Ya da Ensar’ın Muhacir’e nasıl sahip çıktığını ve neyim varsa yarısı senindir dediğini. Başkalarına öğütlediğimiz fedakârlık duygusunu ne çabuk unutuverdik.

İş ararken beraberinde torpil de mi arıyoruz, ya da iş verirken işin ehlini değil de yakınımızı mı kayırdık? Garip ya da yetimin ekmeğine engel olduğumuzu hiç düşündük mü?Laf ile çevreye vaaz vermek kolay, ya kendi hanemizde olup bitenler. Yoksa başkasına öğütlediğimiz şeyler konusunda sıra bize gelince değişiyor muyuz? Bu dünyada çevrenizdekileri kandırabilirsiniz. Allah’a veahiret gününe inanıyorsanız o gün yaptıklarınızdan hesaba çekileceğinizi de biliyorsunuz demektir.

Bilmez misiniz ki, zulüm ile abad olunmaz. Allah, zalime cennet nasib eder mi? Bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah’ımız var! Nefsinizin arzu ve isteklerine uygun fetva aramayın. Günahlarınıza bahane ya da kılıf uydurmayın. Kendimizi de kandırmayalım! Dün eleştirdiklerinizi sakın bugün siz yapıyor ediyor olmayasınız!

Dikkat edin! Şeytan sizi namaz ve zikir ile aldatmasın! Baygın bakıp, ağdalı laflar ederek namaz ve zikir malzeme yapılarak evliyacılık oynuyor olabilir miyiz?

İyi ve dürüst insanlar, ahlaksız, yağmacı, uçkur sevdalısı insanlardan daha cesur ve cefakâr olmak zorunda. Kim mücadele edecek. Usandım diyerek kaçmaya çalışmak doğru bir hareket mi? Yaratılış gayemizi hiç düşündük mü? Ya da övüp durduğumuz ecdadımız ve manevi büyüklerimizin ömürlerini ne uğruna harcadıklarını?

Birtakım kişiler şahsi çıkarları doğrultusunda, kendi hallerini meşrulaştırmak için yeni birtakım tarikat denilen ve kendisine evliya görüntüsü veren şarlatanların peşine takılıyorlar. İnandıkları gibi yaşamayınca, yaşadıkları gibi inanmayave ona uygun bir tarikat bulmaya yöneliyorlar. Şeyh efendiya da hoca efendi dedikleri adamın mahallesinden villa alarak ve sureti Hakk’tan görünmeye çalışarak samimi ve masum insanları maddi manevi sömürüyorlar. Yanlış mı?

Zenginlerin yaptıklarını anlatıp yerden yere vurup dururken, bugün zengin olup aynı şeyleri siz yapıyorsanız, ne oldu ne değişti? O gün siz onları kıskanıyor olmayasınız. Onlara öfkeniz haset ve kıskançlığın eseri olabilir mi? Ya da dün dündür mantığı mı sizi kuşatan?Paramız, gücümüz ve kendimizi akıllı zannetmemiz imanımızdan daha mı değerli yoksa?

Küçük bir mikrop, bir bedeni hasta etmeye yetiyor. Mikropları bünyeden arındırmak lazımdır. İşsiz ve gariban iken Rüşvet alan da, veren de mel’undur[Ebû Dâvûd, 3/326; Tirmizî: 3/622]demek kolaydı. Siz ya da yakınınız söz konusu olunca, verilen vaatler ve rüşvetler meşru mu oldu? Hani bekâra karı boşamak kolay derler ya!

Yörük sürüsünden kurbankesmeyi adet edinmişken, söz konusu sürü bizim olunca ortalığı velveleye mi veriyoruz! Hz. Ali (r.a) efendimizin cömertliğini ya da imam-ı Azam (rh.a) efendimizin alacağını hibe etmesini anlattığımız kişilere borcumuz var mı? Onlara bu menkıbeleri ne niyetle anlattığımızı sorguladık mı? Sahi siz hiç alacağınızı hibe ettiniz mi? Allah içinYoksa kadıya gelen küp gibi üstü bir parmak bal içi balçık, dil başka söyler kalp başka mıyız?

Hani FatihSultan Mehmet Han siftah eden bir esnaftan tebdili kıyafetle mal almak isteyince o esnafın yan komşunun siftah etmedi diye ona yönlendirmesini hikâye olarak anlatmak güzel. Peki, bu hali yaşamayı hiç düşündünüz mü? Yoksa yakınımıza dükkân açan ve bizim yaptığımız işi yapan yeni bir esnafa beddua mı ettiniz? Yoksa herkesin rızkını vereni unuttunuz mu?

Her vaazında ağlayıp ellerini koltuk yanlarına vurarak cemaati galeyana getirip cebindeki üç kuruşu çarpmaya çalışmakla nam salmamak lazım. Menakıp dinlerken gözünüz yaşardı diye cennete girmeyeceksiniz. Yaptıklarınızdan hesaba çekilecek ve bedel ödeyeceksiniz.

Kadın, para ve makamkonusunda büyük zaaflar olduğunu görmemek için kör olmak gerek.Bana kalırsa bizim için asıl risk kendi içimizde. Yoksa nefslerimizi ilahlaştırdık da farkında mı değiliz.Vicdanları nasıl susturmayı becerebildiğinize şaşmıyor musunuz? Zengin müslümanlar kendi nefsiniz için harcadıklarınıza bir bakın. İkinci eş hesabı yaparken, “Bugün Allah için ne yaptın!” [Hz. Ömer (r.a)]sorusunu sordunuz mu hiç kendinize? Ya da üçüncü evi alamama korkusuyla uykularınız kaçarken, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” [Müslim, İman/74]sözünün muhatabı biz değil miyiz?

“Ümmetimin fitnesi mal’dır” [Tirmizî, Zühd/26]diyen bir Peygambere (s.a.s) tabi olduğunu iddia eden Mü’min kardeşim: mal varlığını hiç hesap ettin mi? Ya da dünyalık hedeflerini. Peki, karşına çıkan bir garibana verdiğini, pardon veremediklerini hiç hesap ettin mi? Ya da seni fakirlikle korkutanın kim olduğunu. Ya da elindeki mal ve paranın gerçek sahibini unutup, ben çalıştım, ben kazandım, hepsi benim paranoyasına mı takıldın! Maddi materyaller için taksit taksit aylarca sıkıntıya girdiğimiz inkâr edilemez bir gerçek iken, hiç Allah (c.c) için sıkıntıya girdik mi? Yoksa malı gerçek sahibinden mi kıskandık.

 Çocuğum kariyer sahibi makam mevki sahibi olsun diye nelerden ödün verdiğini hiç düşündün mü? Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden...” [N. F. Kısakürek]sözü size neyi hatırlatıyor. Sahi Allah’ı (c.c) hatırlayan var mı? Günde ya da haftada bir mi? Ya da bize bir bela dokunduğunda mı? Yoksa namazda ve ya zikirde kafamızda başka hesaplar mı var?

 Hocamızın sohbetini dinlerken:“Evet, çok doğru!” diyoruz da dışarı çıkınca neden aynı hamam aynı tas. O halde samimiyet sorgulanmalı mı? Galiba ikiyüzlüyüz!

“Ameller niyetlere göre...”[Buhârî, Nikâh/5]ise niyetlerimizde Allah (c.c) rızasından başka maddi ya da manevi çıkar ve beklentilerimiz mi var? Sahi dualarımızın ne kadarı ahirete yönelik ya da Müslüman kardeşimiz aklımıza geliyor mu? Kendimizi hesaba çekelim mi?

Cümlelerimiz “ben” ile başlayıp “bence” ya da “bana göre” ile olumsuz mu bitiyor? Kendimize de laf söyletmiyoruz ama kibirli kelimesini kendimize yakıştıramıyoruz. Hep kendimizden bahsedip başkalarının dinlemelerini mi istiyoruz? “Hocam, ağam, paşam” hitapları karşısında gevşeyiveriyoruz, yoksa riyakâr mıyız?

Armut’un sapı, üzümün çöpü misali herkesin bir kusuru var kimseyi beğenmiyoruz, bizi de çıkrıkçılar çekmiş, kuyumcular dökmüşeşi benzeri olmayan biriyiz öyle mi? Yoksa kendimize mi tapıyoruz? Neuzübillâh!

Kalp hanesini putlardan temizlemeyi düşünsek mi artık!

“Padişah saraya gelmez, hane mamur olmadan!”[Şemsî Sivâsî] demiş büyükler.

 “Çoluk çocuğumuzu düşünmemiz lazım” telkinleri en yakınlarımızdan gelmekte, peki Hz Peygamber (s.a.s) “...Allah’ın (c.c) dinine yardım edin...” [Muhammed, 7] deyince Hz. Ebu Bekir (r.a) malının tamamını verirken, çoluk çocuğu düşünmeyip, sorumsuzca mı hareket etti? Hz. Ebu Bekir (r.a) mi doğru? Yoksa mal biriktirme hastalığına yakalanan ve düşün geleceğini diyen akıl hocaları mı? Sahi gelecek dediğimiz süresi belli olmayan zaman mı? Ve bu çok değerli zamanımızı dünyada bırakıp gideceğimiz ve ahrette bize hiç faydası olmayacak olan mal, mülk, kariyer vs. gibi şeylere harcadığımız mı? Hangisi daha değerli? Hz Ali’nin (r.a) cömertliği mi? Yoksa yemeyip yedirmeyip biriktirip durduğumuz materyal mi?

Görünen o ki! Peygamber (s.a.s)ahlaklı âlimler çok az, ama yine de var, fakat Ebu Bekir’lerin nesli tükenmiş. Güzel ahlak deyince ne anlıyoruz, anlatılır fakat yapılamaz şeyler mi?

Akşam televizyon karşısında maç ya da dizi izlerken kuruyemiş ya da karışık meyve tabağındakileri yerken geçirdiğiniz zamanı hiç hesapladınız mı? Ve de Allah’ın (c.c) bahşetmiş olduğu bu nimetleri çok doğru ve mübarek biri olduğunuz için size verdiği hissine kapılmanızı sağlayanın ve köşenizde rahatınızı bozacak her şeyden uzak durmanızı telkin edenin kim olduğunu hiç düşündünüz mü?

Sahi karşılığı, bedeli ve geri dönüşü olmayan, kıymeti bilinmeyen zamanı nasıl hoyratça israf ettiğimizi hiç hesap ettik mi?

Allah (c.c) için harcadığımız aylık gelirimizin kaçta kaçı, ya da yıllık gelirimizin? Sahi Allah (c.c) kaçıncı sırada hayatımızda, hiç baktık mı? Öncelik ev, araba, kariyer, para, aile mi? Ya da benliğimiz egomuz nefsimiz mi? Yoksa Allah (c.c) mı? Hesap günü: “Ben mi önemliydim yoksa onlar mı?” diye sorunca, ne cevap vereceksin? Yorum yok mu?

Dünyanın çeşitli yerlerinde zulüm gören Müslümanların durumlarını kebapçıda mı tartışıyoruz ve çok üzülüyoruz, ölü toprağı mı serpilmiş üstümüze ne?

İnsan olmanın hakikatini merak ettik mi? Ya da Allah’ın razı olduğu kulluk makamını? Herkes bakıyor, kim ne verecek ya da ne yapacak diye. “O vermiyor benden zengin olduğu halde” diyerek bizde vermiyoruz. Neye göre amel ediyoruz? Allah’ın (c.c) emrine mi, yoksa çevreye göre mi?

Teslim olmayı beceremiyoruz sanırım. Hani imamın önüne uzatılan mevta, imam ne yaparsa yapsın ses etmez ya, işte biz öyle değiliz. Teslim şartlarını biz belirlemeye kalkıyoruz ve olmazsa olmazlarımızdan taviz vermiyoruz. Peki, olmazsa olmazlarımızı kim belirliyor, Allah mı, nefsimiz mi?

Herkes “benim için ne yapabilirsinin” peşinde. Hiç “senin için ne yapabilirim” diye soran yok. Seni çok seviyoruz,dedikleri hocalarına. Peki, hocanın sözlerini ciddiye alan var mı? Hocasının dediklerini yapmadığı halde, olamadım diye hocaya kızmaya hakkımız var mı? Biz mi eksiğiz yoksa hoca mı?

Biz her zaman hâkim koltuğundayız. Suçlu sandalyesinde hep başkaları var değil mi? Hadi bir kerecik olsun yer değiştirelim de kendimize yargılayalım mı?

Nefs terbiyesi deyince başkalarının nefsini terbiye etmeyi mi anlıyoruz? Ya kendi nefsimizi terbiye konusunda ne düşünüyoruz? Ya da söylemlerimizle eylemlerimiz birbirini tutmuyor mu? Öz eleştiri yapma zamanımız ne zaman gelecek. Teneşire uzanınca mı?

Başkalarıyla uğraşmayı bırakıp kendimizle mi uğraşsak artık, ne dersiniz?

Ölüm bize ulaşmadan!

Yarın çok geç olabilir.


Hakkı Yaşar BULUT diğer yazıları