Prof. Dr. Dilaver GÜRER

Abdülkâdir Geylânî’ye Göre Tevbe

Abdülkâdir Geylânî’ye Göre Tevbe

Ey iman edenler! Na­suh bir tevbe ile Allah’a tevbe (rücu) edin ki...

Abdülkâdir Geylânî’ye göre insan, tevbe etmeyi gerektiren durumlardan hali değildir. Bu itibarla aslında o kendi hâl ve davranışlarına baktığında mutlaka tevbe edecek bir şeyler bulabi­lir. Kaldı ki, peygamberler dahi tevbeden müstağni değillerdir ve tevbeden hiç uzak durmamışlardır. Nakillerde peygamberlerin tevbelerine dair örnekler pek çoktur. Hatta Hz. Peygamber:

Kalbimi gaflet kaplar da, günde yetmiş defa Allah’a istiğfar ede­rim”  buyurarak, ümmetine tevbenin önemini bildirir.Kur ân-ı Kerîm’de de tevbe üzerinde şiddetle durulduğunun pek çok misalleri vardır. Dolayısıyla Müslüman, her hayrın başı olan tevbeyi dilinden ve kalbinden hiç düşürmemelidir.

Tevbe lügatte, rücu etmek, geri dönmek manasına gelir. Fa­lan şundan tevbe etti, demek; şundan döndü, demektir. İşte tev­be şeriatta zemmedilmiş bir şeyden yine şeriat ve ilimde övülen bir hâle geri dönmektir. Bunun sebebi günahların ve isyanların insanı helâk edici ve Allah’tan uzaklaştırıcı, onları terkin de Allah’a ve cennetine yaklaştırıcı olmasıdır. Âdeta Allâhü Teâlâ kul­larından tevbe etmelerini istemekle “nefislerinizin arzu ve istek­lerinden, bana dönün ki, indimdeki haddi aşmışlığımız gitsin ve âhirette nimetlerim içerisinde yaşayasınız. Bana dönün ki, kurtu­luşa, felâha ve necâta kavuşarak, ebrâr için hazırlanmış olan cennet-i  ulyâya giresiniz” demektedir. Bu cümlelerden Abdülkâdir Geylânî ve göre tevbe etmenin Hakka dönmek manasına geldiği ortaya çıkmaktadır.

Ancak, tevbe sâdece kötü bir şeyden dönmek değildir. O ay­nı zamanda vazgeçilen şeyin yerine dînen övülen bir hasleti koy­maktır. Esasen bu kendiliğinden olacaktır. Tevbenin hakiki anla­mı budur. Yalnızca dil ile yapılan istiğfar, tevbe değildir. Hz. Peygamber “günahlara tevbe, nedamet ve istiğfardır” buyurmuştur. Dolayısıyla, tevbe kalp ile pişmanlık duyup, dil ile de istiğfar ede­rek, Allâhü Teâlâ’dan işlenen hataların affını istemektir. Tevbede öncelikle kalp ile pişmanlık gelir. Başka bir ifadeyle öncelikle kalp tevbe etmelidir. Dilin tevbesi daha sonradır.Zira tevbe ağacı sâdece pişmanlık suyuyla büyür.

Tevbenin üç şartı vardır:

1. Allah’ın rızası ve emrine muhalif olarak yapılan işlerden pişmanlık duymak. Nitekim Hz. Peygam­ber: “Pişmanlık bir tevbedir” buyurmuştur. Bunun alâmeti rikkatu’l-kalp (insanın yaptığı isyanlardan dolayı kalbinde bir ezik­lik duyması) ve çokça gözyaşı dökmektir.

2. Hatayı terk etmek.

3. İşlenmiş olan isyan ve günahlara bir daha dönmemeye azmet­mek. İşte bu üç husus tevbeyi sahih kılan ve dînen muteber du­ruma getiren şartlardır. Dikkat edilirse bu üç hususun zamanın üç dilimine yâni geçmişe, hâle(şu âna) ve geleceğe şâmil olduğu görülür; işlenen günahlara pişmanlık duymak geçmişe, günahları terk ederek, onlara yaklaşmama hâle, günahlara bir daha dönmemeye azmetme ise geleceğe dönüktür.

Bir kişinin tevbe ettiği dört şey ile belli olur:

1. Dilini fuzûlî sözlerden, gıybet, nemime ve yalandan alıkoymak

2. Kalbin­de hiç kimseye karşı haset ve düşmanlık beslememek

3. Kötü arkadaşlardan ayrılmak

4. Geçmiş günahlara istiğfar edip piş­man olarak ve Rabbine tâatte gayretli davranarak ölüme hazır­lanmak.

Dört husus da tevbenin gereklerindendir:

1. Allah’ı sevmek

2. Tevbede daim olabilmek için ona dua etmek

3. Geçmiş günahlarından dolayı Allah’ı suçlamamak

4. Allah’ı zikretmek ve onunla olmak.

Böyle bir tövbenin sahibine de Allahü Teâlâ’nın dört tane ikramı vardır:

1. Onu hiç günah işlememiş gibi günahlardan çıkarır.

2. Onu sever.

3. Şeytanı ona musallat etmez ve onu şeytan­dan korur.

4. Onu dünyadan çıkarmadan önce korkudan emin eder. Çünkü âyet-i kerimede:

“Korkmayın, üzülmeyin, vaat edildiğiniz cennet ile sevinin (diyerek), melekler iner”  buyurulmuştur.

Ayrıca, Allâhü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de:

“Ey iman edenler! Na­suh bir tevbe ile Allah’a tevbe (rücu) edin ki, o da kötülüklerinizi affetsin ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koysun” buyurarak, tevbenin nasıl olması gerektiğine işaret etmiş ve neticesi­ni bildirmiştir. Buradaki nasuh kelimesi, hâlis Allah için, kendisi­ne başka şey bulaşıp kirlenmemiş olan anlamındadır ve nasâhadan (iyice, sağlamca dikmek) gelir ki, elbiseyi iyice diken, ipliktir. Baş­ka bir ifadeyle tevbe, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaktır. Tevbe-i na­suh tamamıyla mücerret tevbedir. Kul onunla mâsiyete meyletmeksizin, taatte müstakim olur. Onda tilki hilesi, tilki kurnazlığı olmaz. Nefs, tevbe-i nasûh sahibine herhangi bir mâsiyet ya da gü­nahı telkin edemez. Kul, günahı nasıl ki, hevâ için sâfiyetle işle­mişse, onun terkini de Allah için aynı saflık ve samimiyette yapar, ta ki, hüsn-i hatime ile noktalanıncaya kadar.

Tevbenin kademeleri tasavvufta üç kısımda belirtilir: Tevbe (dönmek), inâbe (yönelmek), evbe (gitmek). Ebû Alî ed-Dekkak’a (v.405/1014) göre tevbenin başlangıcı, tevbe (dönmek, rücu etmek), ortası, inâbe ve sonu, evbedir. Cezadan korkarak tevbe eden kişi, sâhib-i tevbedir. Bir kişi sevap umup, cezadan da korkarak tevbe ederse, o da sâhib-i inâbedir. Fakat sevap ve cezayı bir yana bırakarak, sâdece emri yerine getirmiş olmak için tevbe eden kişi ise, sâhib-i evbedir. Denilmiştir ki, tevbe mü’minlerin sıfatıdır. Zira Allâhü Teâlâ:

“Ey müminler! Allah’a topluca tevbe (rücu) ediniz ki, felaha eresiniz” buyurmuştur. İnâbe, ev­liyanın sıfatıdır. Zira, Allâhü Teâlâ:

“…Ve Allah’a münîb, (inâbe sâhibi, yönelmiş) bir kalp ile geldi (gelen)…” buyurmuştur. Ev­be ise resul ve nebilerin sıfatıdır ki, Allâhü Teâlâ, Süleyman (a.s.) ve Eyyûb (a.s.) hakkında ayrı ayrı “O, ne güzel kuldur, o evvâbdır, (daima gönlü Allah’a dönüktür, onamüştaktır)”  buyur­muştur. Bu üç kavramı şu şekilde de açıklamak mümkündür: Tâib günahtan dönmüş, münîb günahlardan arınmış, evvâb ise günahla alâkasını kesmiş kişi demektir.

Esasen günahlardan tevbe farz-ı ayndır. Şu da var ki, Allâhü Teâlâ tevbekârları ayrı bir kategoride zikreder: “Muhakkak ki, Allâhü Teâlâ tevbe edenleri de, temizlenenleri desever” buyurarak, kendisinden uzaklaştırıcı günahlardan tevbe eden­leri ve temizlenenleri, bu hareketleri sebebiyle sevdiğini beyan etmiştir.”

Tevbenin kabul edildiği şu dört şey ile anlaşılır:

1. Fâsık ar­kadaşlarla alâkayı kesmek ve sâlihlere karışmak,

2. Bütün günah­lardan kesilip, tamamıyla tâate yönelmek,

3. Dünya sevincinin kalpten gidip, oraya âhiret hüznünün yerleşmesi,

4. Kişinin, Allah’ın kendisi için tazammun ettiği rızka güvenip, öylesi bir en­dişe taşımaması ve Allah’ın emirleri ile iştigal etmesi.

Ancak, her şeyde olduğu gibi tevbenin de sahibine göre dere­celeri vardır. Biraz önce herkesin, hayatında, tevbe etmeyi gerek­tirecek bir şeyler bulabileceğini söylemiştik. Bunu bir derecelen­dirmeye tâbi tutacak olursak “avâmın tevbesinin günahtan, havâssın tevbesinin gafletten ve havâssu’l-havâssın tevbesinin ise kalbin mâsivâya meyletmesinden” olduğunu söyleyebiliriz. Şu da var ki, herkes kendi makam ve mevkiine göre tevbe eder. “Tev­be vardır ki, zellelerdendir, tevbe vardır ki, gafletlerdendir, tevbe vardır ki, hasenâtı görmektendir ve yine tevbe vardır ki, kalbin Hâlık’tan başkasından memnun olmasından, Hâlık’tan başkasıyla rahat etmesindendir.”  Yine tevbe vardır ki, tevbeden tevbedir.

Tevbe her mü’mine farz-ı ayndır. Hiçbir beşerin tevbeden müstağni olması mümkün değildir. İnsan için günahlar birer has­talıktır. Onların ilâcı ise tevbedir. Aynı zamanda tevbe ile kul, gazap dairesinden çıkarak, Allah’ın rahmet ve muhabbet bahçe­lerine dâhil olur.


Prof. Dr. Dilaver GÜRER diğer yazıları